Leyla İPEKCİ

Güvenin bittiği yerde tazminat neye yarar!
10.01.2012
2683

 

Bir geceyarısı başlarına ne geldiğini tam olarak anlayamadan, belki az sonra havaya uçurulacaklarını hiç ummadan, saklanmaya dahi fırsat bulamadan, toprağa girmiş 35 gencin ailelerine taziye ziyaretine gidiyor bugünlerde gazeteci ve sanatçı arkadaşlarımız. Ve şahit olduklarını bizlerle paylaşıyorlar.

 

Öfkeyi kanırtmak, intikam hissini çoğaltmak için değil. Sorumluların hesap vermesini, yargılanmasını sağlamak ve böylelikle biraz olsun adalet duygumuzun geri gelmesine katkıda bulunmak için. Çünkü hepimiz biliyoruz: İsterse yanlışlıkla olsun, haksız yere katledilmiş bu canlar karşısında, pişmanlık duymayan failleri ve tespit edilip yargılanması geciken sorumluları ararken bizler, insanlık da ölüyor. Sorumluların hesap vermesi, insanlığı düştüğü yerden kaldırmak için bir teselli adımı olacak en fazla. Ve bütün arzumuz bu. Çünkü giden geri gelmiyor.

Gülyazı'da, gençlerin mezarının başında beş bin nüfuslu köyün gencecik öğretmenleriyle karşılaşıyor, oraya taziyeye gidenlerden sanatçı Yasemin Göksu. Üç minibüs dolusu gelmişler. Memleketin batısından. Evet mezarlar orada işte, söz 'yesilgazete.org'dan alıntıladığım Göksu'nun:

"Beş bin nüfuslu köyün gencecik öğretmenleri. Çoğu Kürt değil. Öğrencilerini anlatıp, ağlıyorlar. 12-13 yaşlarındaki çocuklar... Medyadan bazı omurgasızların kaçakçı ya da terörist diye yazdığı küçücük, yoksul, el kadar çocuklar... Ve öğretmenlerin yanında gencecik bir kız..." Göksu'ya 'nişanlım' demiş ve eklemiş: "Gözlerini ne anası ne de babası kapatabilmiş. Gözü açık gömmüşler, ben yetişemedim ki kapatayım..." Göksu devam ediyor: "Dün bulunan küçük bir el, bu mezarlardan biri açılarak içine konmuş! Bugün çıkıp gelen bir katıra sarılmış bir anne, evlâdını ondan soruyor..."

Taraf'tan Tuncer Köseoğlu ise sağ kalan tanıktan ilk bombalamanın ardından arkada kalan 14 çocuğun paniğe kapılıp katırlarıyla geriye doğru kaçmaya başlayışlarını dinliyor: "Büyük bir kayalığın altına sığındılar sağlamdır diye. Oraya giremeyen iki kişi vardı. Davut ve Servet Encü. Katırları biraz uzağa gitmişti. Yirmi dakika sonra bir patlama daha oldu. Tam da kayalığın üzerinde. Çocuklar ve katırlar dağılan kayalığın altında kaldı. İki çocuk patlamanın etkisiyle savruldu. Küçük bir su birikintisinin içine düştüler. Öylece yirmi dakikadan faza orada kaldılar. Kalkıp baktıklarında kayalar arkadaşlarının üzerine düşmüş, parçalanmıştı."

Ve sonra bir sorumlu, bir komutan tutuklanıyor. Bombalamadan haberim yok dediği için ama. Belli ki, başkaları da var. Haberdar olanlar! Umutla bekliyoruz. Bütün derdimiz hukuki girişimlerin yanı sıra, vicdani girişimleri görebilmek. Devletin en üst ağızlarından sahici birer pişmanlık duymak. Bir özür sözgelimi. Tevbe niyetine. Bir daha olmaması için. Bugüne dek ister siviller ister askerler arasında yanlışlıkla kurşunlanan, ezilen, kaybedilen, öldürülen herkesi temsilen...

Yine hepimiz biliyoruz değil mi: Öfkeyi, haksızlık duygusunu, çaresizliği başka hiçbir şey gideremez, azaltamaz. "Para, tazminat isteyen yok. Sorumluları arıyorlar." diyor zaten bütün kayıt tutanlar. Mağdurlar arasında AKP'ye oy verenler var. (Sanıldığının aksine çoğunluk değiller.) BDP'nin tabutlara kendi bayraklarını geçirmesine artık öfkelenmeyen ve "Şu saatten sonra o bayrakla gurur duyuyorum." diyen bu acılı annelerden biri de Taraf'tan Tuğba Tekerek'e konuşan Felek Encü. Hükümete öfkeli ve artık Mahmur kampına gitmek istiyor.

"Bilgisayarı da Kur'an'ı da sahipsiz kaldı şimdi." diyor. Gömerken "bir daha aklından çıkmaz" denilerek battaniyeye sarılı çocuğunun yüzünü göstermemişler ona. Erkan, yeni bilgisayarının taksitini çıkarabilmek için kaçağa çıkmış. Kur'an'ı bir kez hatmetmiş. Ölmeseymiş ikinci hatmini de indirecekmiş yakında.

Böyle işte. Göksu'nun, Tekerek'in, Köse-oğlu'nun tanıklıklarını okuyoruz çaresizce. Kimsenin elinden daha fazlası gelmiyor. Ve gitgide koyu, ağır, sinik bir atmosfer kaplıyor bizi. Adalet duygumuz 30 yıldır zedelenmekten delik deşik oldu, gençlerin kara dağılmış cesetleri gibi. İster gencecik yaşında eline silah alıp ordusunu savunurken (kardeşine silah çekmek zorunda kalan) şehit düşmüş bir asker olsun. İster polise taş atan ve örgüt tarafından kullanıldığı söylenen çocuk olsun, hapislerde hayallerini çürüten. İnsanlık, hepsiyle birlikte ölüyor, bizler ölüyoruz.

"Bir zamanlar binlerce koyunun gezindiği, beslendiği bu topraklarda ot yok şimdi." diyor Göksu: "Yol boyu rastladığımız insanların gözündeki tedirginlik ve korku, yol boyu rastladığımız askerlerin gözündeki tedirginlik ve korkuyla neredeyse bire bir örtüşüyor. Ortak korku üzerine kurulmuş bir hayat." Bu güvensizlik, bu korku ve çaresizlik mi hepimizin payına düşen... Güvenin bittiği her yere bir görevli dikseniz neye yarar... İnsanlık ayağa böyle mi kalkacak...

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar