Leyla İPEKCİ

İlahi aşk ve 'sanatçı'
2.05.2012
2332

Bugün nefsi emmare dünyasının sanatsal kodları arasında estetik kaygılarımızı korumaya çalışırken, karşımıza muhafazakâr sanat, çağdaş sanat, ilerici sanat, modern sanat, geleneksel sanat, soyut sanat, toplumsal sanat, kavramsal sanat, görsel sanat, siber sanat gibi çeşitli 'versiyon'ları çıkıyor sanatın.

 

Şeylerin gerçekliğini ancak tanımlarla anlamaya çalıştığımız için böyle ek sıfatlara muhtaç kaldık. Yaptığımız tanımlar, göreceli olduğu için bizi kendi dünyamıza hapsediyor. Sanırım ben de ancak kendi sınırlı tanımlarımı getireceğim bu yazıda.

Sanatı kategorilere bölerek parçaladığımız için onun evrensel kriterlerini belirlemenin ve paylaşmanın zevkine varmaktan ziyade onu tüketiyoruz, imha ediyoruz hep birlikte. Aynı anda insan olmanın bize bıraktığı 'emanet' şuurundan, Adem'e (as) öğretilen isimlerin anlamını taşıma sorumluluğumuzdan da kopuyoruz giderek.

Bugün sanat eseri için neredeyse yegane kriter haline getirdiğimiz 'serbest çağrışım' metoduyla beslenmek, sanatçıyı belli estetik kriterlere ulaştıramaya yetmiyor. Tatmini için ona çok kısıtlı bir alan; bireysel tatmin alanı kalıyor sadece. Kendini bu tatminine hapsettikçe, hükmedemediği gerçekleri yorumlayamaz hale geliyor. Somut olanı somut olanla ifade etmeye çalıştığı sürece ise soyutlama maharetini de hadım ediyor. Yukarıda belirttiğim gibi, çoğalmaya değil tüketmeye hizmet ediyor o zaman da. Soyutlama ise, bir ucu maneviyata, metafiziğe veya insanlığın evrensel sırlarına açılan kıymetli bir 'imkân' sunar sanatçıya.

Nefsimizi kamçılayan, duygularımızı tahrik eden her çağrışıma sanatsal bir temsil olarak baktıkça nefsin sınırlı terimleriyle yaklaşıyoruz insan hakikatine. Ruhu yükselten, güzelleştiren evrensel zevklerle kuşatan ne varsa, nefsi emmarenin tekeline giriyor bir bir. Çoğunlukla farkına bile varmıyoruz. Yani şehvet şiddet haz gibi tükettikçe tatminsizleştiren, çıplak kaldıkça soyunduran sığ metaforlar kalıyor elimizde. İçkin ve aşkın hakikatimizden... Ve klişe bir savunma: "Cinsellik, ihanet insanın hakikatinde mevcuttur bunları niye saklayalım ki!" Sanırım bu savunma karşısında benim durduğum yer bu temaların kendisini saklamaya dair bir yer değil, bunları ifade etme biçimleriyle ilgili.

Kendi tanımlarım demiştim yazının başında, evet. Kendi adıma, küçük dünyamda: Hakikatin izdüşümlerini sonuna dek açarak değil, katmanlı bırakarak, örterek, dolayımlarla işaret eden eserler icra etmekle uğraşanların sanatından feyiz alıyorum çok uzun zamandır. Mahremi olmayan, hududu ve mesafesi belli bir edep kaygısıyla vücuda getirilmeyen bir eser, bana sanatçının kendi amaçladığından fazlasını bırakamıyor. Salt kendini dayatıyor. Bir çeşit tahakküm bu. Aramızda hiyerarşi oluştuğu için paylaşım eksik kalıyor bende. Hakkıyla paylaşılamayan ise çoğalamıyor.

Peki ne oluyor? Eseri tüketiyorum. Tükenip gidiyor. Oysa baktıkça beni sonsuzluğa yollayan bir resimden, zamanı ve mekânı mesafe ayarlarının dışına çıkarak yeniden üretmiş geniş zamanlı bir minyatürden, burayı öteleri anlatır gibi anlatabilen bir şiirden bahsediyorum mesela. İster ihaneti, ister şehveti anlatsın. Hakikati ancak metaforlarıyla anlatabiliriz, öyle değil mi?

Böyle baktığımda, böyle bir sanatçı öncelikle 'seven'dir benim için. Tıpkı Kudsi Hadis'te Allah'ın (cc) "Ben gizli bir hazineydim, bilinmeyi sevdim" diyerek insanı yaratmasındaki muradı açık ettiği gibi, İlahi aşkın tezahürüdür âlemlerde her şey.

"Hakiki sanatkâr Allah'tır" der Gulamrıza Avani: "Çünkü âlemde tecelli etmiştir ve bütün mevcudat bir şekilde O'nun sıfat ve isimlerinin tecellileridir. Allah'ın isimleri âlemdeki bütün mevcudatta zahir olmakla birlikte, zuhurda onların içinde gizlidir. Sanatkâr aslında Allah'ın mazharı olması itibarıyla kendi sanat eserinde zahir olmuştur."

Böyle bakıyorsanız eğer sanata ve sanatçıya... Yani varlıkların yaratılış hikmetinde gizli olan sırrın ipuçlarını aşk ile 'oku'ma imkânını taşıdığınızı hissediyorsanız... Seven'in tasvire sıkışmaya ihtiyacı kalmayacağını, tahayyül etmesinin de yeterli olabileceğine varırsınız.

Varlığa çıkmış hiçbir şey kendi 'görünüş'ünden ibaret değildir. Katmanlı, sırlı alanları vardır. Hakikatin her birimize düşürdüğü vechelerinin farklı olması da bundandır belki. Onu tasvirlerimize indirgemek yerine, hakikatin metaforlarını, her birimizdeki izdüşümleriyle anlamlandırabiliyoruz.

Tasavvurları, tecellileri, hayalleri, arzuları, özlemi, rüyayı, muammayı yani soyut gerçekleri sanat eseri üzerinden paylaşabildiğimiz ölçüde kendi varlığımızın bize bıraktığı boşlukları da anlamlandırmaya başlarız. İşte bu şekildeki paylaşım, sanatçıdan eserine, eserinden onu paylaşanlara uzanarak, organik bir ilişki kurar aralarında. Hiyerarşik üstünlük, yani bir çeşit kibir oluşmaz. Eser, onu paylaşan herkesle daha farklı bir anlama bürünecektir. Bir bakıma, böyle vücuda getirilmiş her eserle anlamı genişliyor hakikatin.

Kalp olmadan anlam olmaz. İlahi aşk, bu dünyada tattığımız diğer tüm aşk çeşitlerini birer metafora dönüştürür. Aynı anın içinde seven ve sevilen olmanın sırrı bu yüzden kalptedir. Her şey gibi, o da tabiri caizse 'kutsal emanet'tir insana. O halde sanatçıyı ideolojisiyle, cinsiyetiyle, sanat anlayışının önüne taktığı ek tanımlarla veya herhangi bir kimliğiyle değil, tüm kimliklerin ötesinde atmakta olan kalbiyle tanımaya başlıyorum. Toparlayayım.

Benim naçizane algıma göre, sanatçı niyetli kişidir öncelikle. Başkalarının rızasını almak için, kendi egosunu tatmin etmek için veya şan şöhret para gibi başka niyetler için sanat icra etmek, sanatçının 'seven' ve sevilen olduğunun şuuruna varmasını engeller. Onun paylaşma edebini belirleyen şey, çünkü sadece beşeri âleme değil, gayba bakan bir çabadır bana göre. Edebi, üslubu, estetik zevki bu çaba ve ardındaki niyet ile ölçülebilir ancak. Sanat, bir amel olur böyle baktığımda.

Yaradan'ın adıyla, O'nun rızası için, kendi benlik serüvenlerini varlığın kemale erme yolculuğuyla örtüştürme çabasında olmak: Hakikatin İlahi boyutlarına kanat açacak bir ruh özgürleşmesine kavuşturur sanatçıyı. Nefsinin putlarından kurtuldukça, eserlerinde kendi beşeriyetinin ötesindeki kaynakla buluşur, beni de buluşturur.

Varlık ve hakikatin ölçülerine tabi olmak en çok bu yüzden sanat eserindeki estetik ve etik kıymeti tartabilmek için gerekli. Çünkü sanat kriterleri de tıpkı hakikat algısı gibi, insanın göreceli keyfiyetleriyle belirlenemiyor. Peki nasıl belirleyeceğiz bu kriterleri? (Devam edeceğim.)

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar