Sezin ÖNEY
Aylan Kûrdi, dün Kobanê’de toprağa verildi; Aylan’ın cenazesi, annesi Rehan ve çocuk abisi Galib ile beraber kalktı. Biz sadece Aylan’ın adını duyduk; çünkü üç yaşındaki bu çocuğun sahildeki cansız hâline hepimiz tanık olduk. Aslında hepimizden bir parça kayboldu onunla; daha doğrusu içimizde çoktandır kayıp olan parçanın farkına vardık.
Duyarlılık…
Suriye ve ötesinden mülteciler, artık hiçbir his uyandırmayan, günlük hayatımızın köşeye itilmiş birer parçasına dönüştü Türkiye’de. Daha doğrusu, sadece negatif hisler uyandıran bir parçasına demeliyim.
Adlarına sığınmacı, mülteci de denmeden hayaletler gibi dolaşıyorlar aramızda. Mülteci, savaş gibi yaşam koşullarını, hayatını tehdit eden nedenlerle ülkesinden kaçmak zorunda kalan; sığınmacı ise, mültecilik statüsü henüz resmen onaylanmamış kişi. Suriye örneğinde olduğu gibi, kitlesel nüfus hareketleri yaşanması durumunda, sığınmacı ayrımına gidilmeden, doğrudan mülteci statüsü verilebiliyor.
Ve, Kûrdi ailesi, eğer ki, kendilerine yasal bir statü verebilecek biçimde “mülteci” olarak adlandırılsalardı, bugün belki Kanada’daki akrabalarının yanına çoktan uçakla gitmiş olacaklardı.
2013’te, “Türkiye’nin adı konmamış mülteci krizine” dikkat çeken bir dizi yazı yazmıştım;
“Benim kendi yorumum, Suriye’den gelenler, ne tam olarak mülteci, ne de tam olarak sığınmacı konumundalar. Çünkü Suriyeli mağdurlar, açık sınırlardan, çoğu kez herhangi bir resmî makamla da karşılaşmadan topluca Türkiye’ye giriş yapıyor.
Ancak, resmî ağızlara göre, Suriye’den gelen sivil mülteciler, ‘misafirlerimiz’. Devletin en tepesinden başlayarak, bürokratlar genelinde hep bu sözcükle anılıyor, aslında ‘mülteci’ veya ‘sığınmacı’ olarak adlandırılması gereken kişiler. Veya tam resmî jargonu, yani devletin iç yazışmalarından ve son dönemde oluşturulan mevzuattan alıntılarsak; ‘Türkiye’ye Toplu Sığınma Amacıyla Gelen Suriye Arap Cumhuriyeti Vatandaşları ve Suriye Arap Cumhuriyetinde İkamet Eden Vatansız Kişiler’ deniyor kendilerine.
Türkiye, sadece Suriye’de yaşanan trajedi nedeniyle değil, İmparatorluk sonrası kendi tarihi boyunca mülteciler konusuna son derece aşina olmuşken, bu konuyla ilgilenen bürokratik birimler ve hatta yasal çerçeveyeyse son birkaç yıldır kavuşuyor.
Birleşmiş Milletler’in mültecilere yönelik Cenevre Sözleşmesi, 1951’de imzalandı, 1961’de de, Türkiye, bu anlaşmaya taraf oldu. Ancak Sözleşme, hazırlandığı şekliyle, sadece 2. Dünya Savaşı sonrası Avrupa’sının gerçeklerini gözetiyordu. Buna göre, sadece 1951’den önce ülkesini terk etmek zorunda kalan ve Avrupa coğrafyasından gelen kişiler, ‘mülteci’ konumundaydı. Zaman ve coğrafya kısıtlaması 1967’de, ek protokollerle kaldırıldı. Günümüzdeyse, sadece Madagaskar, Kongo, Monako ve Türkiye, bu ek protokolleri gözardı edip, sadece ‘Avrupa’dan gelenlere’, yasal olarak ‘mülteci’ sıfatını veriyor. Bu nedenle de, Türkiye’deki resmî söyleme göre, sadece 40 kadar mülteci var.
‘Suriye realitesinin’, yarattığı baskı sonucunda, ‘Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’ (YUKK), 4 Nisan 2013’te yasalaştırıldı.
Ne var ki, YUKK ile de, mültecilerin adı konmadı. Mültecilere verilen statü hâlâ, ‘geçici koruma’; yani Suriye’den gelenlere, yasal olarak ‘mülteci’ denmeyerek, hukuki sorumluluktan aslında kaçınılıyor.
Hükümetin, mültecilere ‘cana yakın’ bir tonlamayla, ‘misafir’ olarak hitap etmesi, ‘misafirperverliği ile ünlü’ olduğunu düşünen bir kamuoyuna sahip Türkiye’de kulakları okşayabilir.
Fakat ‘misafirin’ yasal tanımlamasının, ‘geçici koruma rejimi kapsamındakiler’ olması, onları hukukun koruması dışında bırakıyor.
Bu da, ‘Türkiye’nin iyi kalbinden’ ne denli dem vurulursa vurulsun, ‘keyfî muameleye’ de zemin hazırlıyor.”
2013’te bunları yazmıştım; bugünse, Kûrdi ailesi gibi, aslında dünya genelindeki akrabaları aracılığıyla yasal yollarla başvuru yapabilecek kişiler bile, Türkiye’deki “geçici koruma” statüleri nedeniyle bunu yapamıyor. Ellerinde, Türkiye’den yasal çıkışlarını sağlayacak bir belgeleri yok çünkü.
Türkiye, artık kendi mülteci krizi ile yüzleşmek zorunda. Avrupa’ya bakıp eleştirmeye tamam ama bir de önce aynaya bakmak lazım devlet ve toplum olarak.
Yazarlar
-
Ali BAYRAMOĞLUBir hegemonya diyarı olarak Türkiye… 6.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYapıyorlar, oluyor ve bir şey de olmuyor 6.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANCHP operasyonlarında yeni eşik 6.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taha Akyol‘Yargıya güvenin’ 6.07.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUABD Büyükelçisi bir şeyler söylüyor da, ne diyor? 6.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRCHP'YE YAPILAN OPERASYONLARA KARŞI NE YAPMALI? 6.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBahçeli’nin jeopolitik sorumluluğu 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuBenimki bir valiz hikayesi… 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİklim adıyla sınai kirletmenin ticareti 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞYangınlar yeniden başladı, Orman Bakanı ne yapacak ve George Orwell 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasKafkasya ötesinde kanlı satranç 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciŞimşek görmüyor mu? 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “Kürt Sorununda atılacak ‘hayal gibi’ 9 adım…” 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSıcak bir yaz, serin bir sonbahar ve belirsiz bir kış 1.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİİnsan yerin yüzüdür 1.07.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanÜç liderin 12 Gün Savaşı’nda karşılaştırmalı performansı 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEButlan 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti, kendi eseri olan bu Türkiye fotoğrafına daha dikkatli bakmalı 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAToplumsal Muhalefetten Demokratik Topluma: Halkların, İnançların ve Özgürlük Güçlerinin Birleşik Müc 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞELLİ MİLYAR DOLAR DÜNYADAKİ AÇLIĞI ÇÖZÜYOR… 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURDemek ki “ideolojiler” henüz ölmemiş 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye, sıcak savaşlara evrilen küresel paylaşım savaşının hem sahnesi hem öznesi 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENSiyaset ırmağı kirlenirken… 29.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENOrtadoğu ve Kürtler CHP’yi Çağırıyor 29.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraAdalet ve Kalkınma Partisi’nin Ön Tarihinden 29.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNBarışı savunmayayım da ne yapayım! 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanŞaka değil, Kılıçdaroğlu sahiden gelip CHP’nin başında kalmak istiyor! 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
3.02.2025
29.01.2025
17.01.2025
7.11.2024
6.11.2024
24.10.2024
27.06.2024
7.06.2024
26.05.2024
20.05.2024