Akın ÖZÇER

Akın ÖZÇER
Akın ÖZÇER
Tüm Yazıları
Dışarıdan bakıldığında
3.12.2013
2096

 Türkiye’nin siyasi gündemini bir süredir “dershanelerin kapatılması” ya da “dönüştürülmesi” konusu işgal ediyor. Doğrudan siyasi bir konu olmamasına karşın… Yazılan çizilenlere bir göz atıldığında, hükümetlerin yetki alanında olan bir konu, iktidarla Gülen Cemaati arasında sert bir kavgaya, anlam veremediğim bir hesaplaşmaya dönüşmüş durumda.

Cemaat cenahından gelen iddialar, dershanelerin kapatılması veya dönüştürülmesinin arka planında kendilerini bitirme niyetinin bulunduğu yönünde. Dershaneler Cemaat’i ayakta tutan tek kaynak mıdır, kapatıldığında her şey biter mi bilmiyorum. Ama Cemaat’in yurt içinde ve dışında okulları, gazeteleri ve televizyon kanalları olduğuna göre buna ihtimal veremiyorum.

Türkiye’de Nurculuk ve Fethullah Gülen eylem planı konulu MGK kararı

Cemaat cenahı, iddialarını 2004’te alınan 481 sayılı MGK kararına dayandırıyor. Kurul’un bu tür eylem planlarının uygulanması bağlamında bürokrasiyi harekete geçirdiğini biliyorum ama hepsinin uygulanabilir olduğu, hatta uygulandığı hususunda kuşkum var. Yurtdışına yönelik uygulanabilirliği olmayan saçma sapan eylem planlarını işleme dahi koymadığımızı, konuyla doğrudan ilintili olmadığı için burada sadece belirtmekle yetineyim.

Bu itibarla, MGK kararının, altında imzası bulunan Başbakan ve sivil cenaha sorumluluk yüklemekle birlikte, bütünüyle uygulandığı anlamına gelmiyor. Nitekim hükümet cenahı da kararın tavsiye niteliğinde olduğunu vurgulayarak bu hususun altını çiziyor. Bunun ne kadar doğru olduğunu bilmek mümkün değil ama “irtica ile mücadele” başlığı altında hedef alınanın sadece AK Parti’nin arka bahçesi olarak görülen dini cemaatler değil doğrudan AK Parti’nin kendisi olduğu, dört yıl sonra açılan kapatma davasıyla ortaya çıktı zaten.

Emre Uslu’nun “MGK kararları uygulandı mı?” başlıklı yazısından anladığım kadarıyla 2009 yılında MİT tarafından fişlenen Gülen’e yakın bürokratlar tasfiye edilmiş. Buna şaşırdığımı söyleyemem, bu hastalığın yabancı siyasetçileri fişlemeye kadar vardığını (!) görmüşlüğüm var çünkü. Ama bunu yapan asker ağırlıklı MGK idi. Fişleme vesayet kurumlarının önüne geçilemez bir hastalığı ve devlet ve bürokrasi demokratikleştirilmedikçe de önlenmesi kolay görünmüyor.

Bütün bunlardan benim dışarıdan bakarak çıkardığım bazı sonuçlar var. Birincisi, bugüne kadar demokrasiye katkıda bulunan bir sivil toplum kuruluşu olarak gördüğüm ve bu nedenle takdir ettiğim Cemaat’in bürokraside örgütlendiğini ortaya koyuyor. Böyle bir örgütlenme de Cemaat’in devleti içeriden kontrol etmek istediği iddialarını kaçınılmaz olarak canlı tutuyor. Bürokratların, liyakatleri ve nitelikleri bir kenara bırakılarak, sadece Cemaat’e yakın oldukları gerekçesiyle tasfiye edilmeleri doğru değil kuşkusuz ama siyasi partilerin ve cemaatlerin örgütlendikleri bir bürokraside, bağımsız bürokratların terfi ve tayin şansları nasıl olur hiç düşündünüz mü acaba?

Bunlardan çıkardığım ikinci sonuç, asker, sivil bürokratik vesayetin devam ettiği yönünde. 2004 yılı, Ali Bayramoğlu’nun dediği gibi, “siyasi iktidarın tam muktedir olmadığı, devletin hâkim aktörleri tarafından itilip kakıldığı, mağdur kimliğinin devam ettiği, AB reformları üzerinden yol almaya çalıştığı bir dönem.” Bayramoğlu, “2004,  28 Şubat sonrası ‘5 darbe girişiminden 4’üne ev sahipliği yapan da bir yıldır” diye ekliyor. Bugün hâlâ aynı çerçeve geçerliyse, bürokratik vesayet her şeye karşın devam ediyor demektir.  Yeri geldikçe dile getirdiğim gibi, Türkiye demokratik bir hukuk devletine dönüşmediği sürece, bürokratik elitlerin dördüncü bir erk olarak ağırlıklarını hissettirmeleri kaçınılmaz.

Bunun için Kürt sorununa kalıcı çözüm getirecek demokratik bir yeni bir anayasa gerekiyor. Ama geldiğimiz nokta bu konuda hiç umut vermiyor, yeni anayasa süreci tıkanmış durumda. Cemaat-hükümet gerginliği bu sürecin önünü iyice tıkamıyor mu acaba?

Cemaat-hükümet gerginliğinin yeni anayasa sürecine yansıması

Konuya dışarıdan, ne Cemaat, ne de AK Parti ile ilişkisi olan bir gözlemci olarak baktığımda, AK Parti’nin baştan, en azından 2004’ten beri, bürokratik seçkinlerin dediğini yaptığı gibi mantıksız bir sonucun çıktığını görüyorum. Mantıksız çünkü o zaman 2008’de AK Parti’ye kapatma davasının neden açıldığı sorusuna yanıt bulamıyorum.

Cevaplayamadığım daha çok soru var aslında. Bir kere AK Parti hükümeti, vesayet kurumları ile aynı görüşteyse, Cemaat neden bugüne kadar bitirilememiş? Cemaat eylem planlarıyla bitirilemeyecek kadar güçlü mü? Güçlüyse, bu gücünü sadece dershanelerden mi alıyordu ki dershaneler kapanacak ya da dönüştürülecek diye isyan ediyor?  Anlaşılabilecek bir tartışma değil bu, eğer arka planında kamuoyuna açıklanmamış başka şeyler yoksa.

Türkiye demokratikleşme sürecinde bir süredir emekliyor. İki neden var görebildiğim. İlki çözüm sürecinde yeterli demokratikleşme adımları zamanında atılamadığı için. İkincisi de bu adımlarla bağlantılı olarak yeni anayasa süreci tıkandığından. Süreçte yeterli adımlar atılmış olsa da, yeni anayasada varılacak nokta şimdikinden farklı olmayabilirdi. Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda Kürt sorununun çözümü için atılması gereken demokratikleşme adımlarını kırmızıçizgi olarak ilan etmiş siyasi partiler var çünkü. Ama çözüm sürecinde bugünkünden çok daha umutlu bir yere varmış olurduk. En azından sürecin iki siyasi aktörünün birlikte yeni anayasa yapabileceğine dair toplumsal bir inanç oluşurdu.

Cemaat’in yeni anayasa konusuna önem atfettiğini biliyorum; anayasa Abant toplantılarının gözde konularındandı. Yeni anayasa için Kürt sorununun çözümü gerektiği aşikâr ama çözüm süreci konusunda Cemaat’in bazı kuşkuları var gibi görünüyor. En azından Emre Uslu gibi Cemaat’e yakın kişilerin yazılarından böyle bir izlenim ediniliyor. Ayrı bir tartışma konusu olduğu için çözüm sürecini bu yazıda değerlendirmek doğru değil ama bu sürecin başarıya ulaşmasının yeni anayasaya, yeni anayasanın da sürecin başarılı olmasına katkıda bulunacağı düşüncesindeyim ana hatlarıyla.

Bu noktadan baktığımda birçok noktada benzer düşüncelere sahip olduğum Emre Uslu ile farklılaştığımı görüyorum. Şimdi Cemaat’e yakın duran bir gazetedeki çizgi değişikliğinin de çözüm sürecinin başladığı günlere denk geldiğini dikkate aldığımda, Cemaat-hükümet gerginliğinin arka planında bu konunun olduğu izlenimi ediniyorum. Yanılabilirim elbette çünkü dediğim gibi ne AK Parti’yi, ne de Cemaat’i çok yakından biliyorum. Ama mantığımın kabul etmediği bir nokta var; o da çözümü ve yeni anayasayı yürekten isteyenlerin bu iki konuyu tıkayan siyasi partilerin işine gelen bir tavır almaları. O zaman çözüm ve yeni anayasa tatlı bir hayal oluyor çünkü.

Hem sonra bu durumda Ergenekon ile hesaplaşmanın da bir anlamı kalmıyor. Hani tartışılan şu 2004 MGK kararının arkasında yer alan bürokratik seçkinlerle hesaplaşmanın… Dışarıdan bakıldığında bu sürtüşmede bir tuhaflık görülüyor doğrusu. Öyle değil mi?

http://serbestiyet.com/disaridan-bakildiginda/

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar