A.Turan ALKAN
“Parayla imanın kimde olduğu belli olmaz” diye bir lâf var; atasözü müdür bilmiyorum. Bu tür lâfların özelliği, sanki matah ve yanılmaz bir mahkeme hükmü imiş gibi üst değer tesis etmesidir. İsabetli olup olmadığı pek düşünülmez. Başka kültürlerde bu değer yargısının benzeri olup olmadığını da bilmiyorum; kestirebildiğim tek şey parayla imanın ateşle barut gibi tehlikeli bir ikili meydana getirdiği.
İkilinin beraberliği akıl karıştırıyor, ayrıştığı, birbirine uzak durduğu zamanları ise daha kolay anlayabiliyoruz: Mağdur ve yoksulken iman üzre bulunmanın analizi nisbeten kolay; sabırla sebebe tevessül ederseniz krizi göğüsleyebilirsiniz. Problem para ve dolayısıyla gücün bir iman üssünde bir araya gelmesiyle başlıyor.
“Müslüman olmanın en çetrefil imtihanı bu mudur?” sorgulamasına girişmeden önce vehim doğurabilecek bir önkabulü düzeltmek iyi olacak. “İman sahibi olmak kolay, asıl zorluk iman ehlinin varsıl iken göğüsleyeceği çetinliklerdir” demeye getirmiyorum; varsıllığın iman ehlini zorlaması, para ve gücün mutlak bozucu tabiatından değil muhtemelen “imanın ne idüğü” hakkında yeterince emek sarf edilmemesinden kaynaklanıyor. E, insaf yahu, iman da emek ister, hem de fevkalade emek! Fukara ve mağdur iken insanların imânî noktada kendini net ve rahat hissetmesi yanıltıcı olabilir; köy evliyasının şehre indiğinde itminan ve kararlılığını kaybediverdiği kıssa, kıssa olmanın ötesinde bir gerçekliğe atıfta bulunuyor.
Mahrum ve mağdurluk yıllarında, “Nevbet sırası bize geldiğinde ne güzel idare ederiz memleketi” varsayımıyla yıllarca teselli bulduk. “Nitekim nevbet erdi bize” ve iman üssümüz, kararlılık ve saffet dengesini kaybediverdi. Ânında sıradanlaşıverdik ve bir iman üssü teşkil ediyor olmamızın hiçbir faikıyyeti kalmadı. Lâyıkıyla anlaşılabilmesi için sosyal bilimleri gerekli kılan bütün olgular, sırayla iman üssüne meydan okudular ve kem-küm’den başka cevap almadılar. Bozgunu tek kelimeyle anlatmak mümkün: Âdil olamadık. Siyaset bilimi, teolojiyi tuşa getirdi. Siyaset bilimi toplumdaki güç ilişkilerini tahlil ve tarif etmeye çalışır, ilâhiyat ise kabaca “Hakk’ın rızası nerede, nasıl tecelli eder?” sorusuna cevap arar.
Mağlubiyet kaçınılmaz mıdır? Asla! Kimliğinin aslî unsurunu “Müslüman olmak” diye tarif eden bir heyetin, insanları adl ü ihsân üzre yönetip hoş tutması elbette mümkün. Mesele şurada, doğru pratik yok denecek kadar kıt. Bu kıtlıktan da biz sorumluyuz. Devr-i Saadet başta olmak üzre ilk iki halifenin âdil yönetimlerine sonraki asırlarda ekleyecek iftihar tabloları, uzun filmlerden ziyade kısacık video klipleri kadar kısa ve nâdirdir. Popülist tarihçi yaklaşımın abartılı tasvirleri vahim tabloyu kurtarmıyor. Müslümanlar, iktidarda oldukları yıllarda ilâhiyatın verilerini değil, siyaset biliminin icaplarını kollamak durumunda kaldılar. Yapılacak şey çok basit ve çok zordu: Müslüman ahlâkını kamu hizmetinde üst değer tutmak ve gereğini yerine getirmek.
Toynbee’nin tabiriyle iktidara gelmek, orada tutunmak ve iktidarı devam ettirmek gibi zorlu meydan okuyuşlara (Challenge), Kitap’tan istinbât edilmiş esaslarla sağlıklı cevaplar veremedi Müslüman yöneticilerimiz. Daha basit bir ifadeyle siyasette hızla sıradanlaştılar; eller nasıl yapıyorsa, öyle davrandılar. Sıradan siyasetçi değil, bir kahraman gibi davranmaları gerekiyordu oysaki... Dünya nimetleri onlara tatlı göründü; iktidarda kalmayı en büyük erdem ve başarı sandılar. “Emrolundukları gibi dosdoğru” davranmadılar. İfa ettikleri kamu işleri esnasında cam bir fanusun içinde yaşıyor gibi şeffaf kalamadılar. Kibirlendiler, hırslarına mağlup düştüler, kabalaştılar, güce tamah ettiler; yaralı vicdanlarını uyuşturmak için kendilerine “Sizin ilahi bir misyonunuz var; ufak tefek yol kazalarını dert etmeyin; çokluğun menfaati için azlığın zarara uğramasının kitapta yeri vardır” diye yaklaşan fetva eminlerine itibar ettiler. Helâle haram karıştırdılar ve daha kötüsü “bu dahi helâldir, kapı gibi fetvası var” diye dinin lugatini tahrife yeltendiler.
Ve sadece kendilerini değil, sonraki kuşakların da adam gibi siyaset yapma ihtimâllerini ketmettiler; asıl vebâlleri budur!
Yazarlar
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYargı niye böyle? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUÇevremiz çok bilinmeyenli bir denklem gibi, yoksa bilinebilir mi? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
14.07.2016
13.07.2016
11.07.2016
10.07.2016
8.02.2016
7.02.2016
6.02.2016
4.02.2016
3.02.2016
2.02.2016