İbrahim Kiras
Ayasofya’nın yeniden cami olması Türkiye’deki dindar/milliyetçi kesimlerin en büyük özlemlerinden biri ve aynı zamanda Türk muhafazakarlığının “öze dönüş” idealinin en önemli sembolü olagelmişti.
Minarelerinde yeniden ezan okunan, içinde yeniden namaz kılınan bir Ayasofya hayali, bu yönüyle Türkiye’nin “Batı dünyasının tahakkümünden bağımsızlaşması” ve “kökleriyle yeniden buluşması” tasavvurunu temsil ediyordu. Çünkü İstanbul’un cami-i kebirinin müze yapılması Batı karşısındaki yenilgimizin kabulünün ve içselleştirilmesinin tezahürü olarak görülüyordu.
Diğer yandan, son dönemde Batı dünyası karşısındaki entelektüel, ekonomik, siyasi ve askeri alanlarda uğradığımız mağlubiyeti unutturacak veya önemsizleştirecek kadar şan ve haşmet dolu olan tarihimizin hatırasıydı Ayasofya. Bir gün yeniden o haşmetli maziyi ihya etme ümidimizin de sembolüydü.
(Bugünkü perişan halimize bakmak yerine geçmişteki güzel günlerin hatırasıyla avunmak elbette sağlıklı bir psikolojinin tezahürü değil. Keza diyelim ki Süleymaniye’yi inşa etmiş olmakla değil, Ayasofya’yı ele geçirmiş olmakla övünmek de sağlıklı bir yaklaşım değil. Ama toplumdaki bu yaklaşımı var eden dinamikleri anlamaya çalışmak olmalı aydınların görevi, kınamak değil. Bu durumu, sözgelimi, mağlubiyet travması yaşayan toplumun bilinçaltındaki “geri dönüş” özlemiyle izah edip buradan bir çıkış yolu aramak yerine, “fetihçi zihniyet” veya “şanlı tarih takıntısı” edebiyatıyla kendi toplumunu aşağılamaya odaklanmak da çok sağlıklı ve fayda getirecek bir tutum sayılmaz.)
***
Türkiye’nin “kökleriyle yeniden buluşması” tasavvurunu bugünkü neslin önceki nesillerle aynı derecede veya hiç değilse aynı semboller üzerinden benimseyip benimsemediği hususu işin başka bir boyutu… Bu tasavvurun -ve dayandığı düşüncenin- gerçekçi olup olmaması da ayrı bir mesele… Önemli olan ortalama Türk insanının zihninde tuttuğu yerin gerçekliği.
Günümüzde sosyalist, liberal veya Kemalist aydınların ekseriyetinin toplumsal zihniyetimizin genel karakteristiğiyle ilişkisini pek fark edemedikleri bu tasavvur aslında Türk toplumunun zihniyet kodlarının tezahür ettiği sembol değerlerin ifadesidir. Bugün yapılan anketlerde Ayasofya’nın yeniden ibadete açılmasını istediğini söyleyenlerin oranının, konunun siyasete alet edildiğine ilişkin algıya ve ayrıca laiklik hassasiyetine ve Atatürk’le ilgili boyutuna rağmen, CHP’liler arasında bile yüzde yirminin üstünde olması bu açıdan anlamlıdır. Bugünkü CHP yönetiminin diğer muhalefet partileriyle birlikte Ayasofya konusunda gösterdiği yaklaşımın anahtarı da bu realitedir zaten.
***
Siyasetin Ayasofya’sına gelince... Geçmiş yıllarda milliyetçi/mukaddesatçı denilen, şimdi muhafazakâr dediğimiz geniş toplum kesimlerinin hassasiyeti elbette -CHP’nin o günlerdeki elitizmi karşısında temel karakteri popülizm olan- sağ siyasetin de doğal gündem maddesi oldu hep. Dolayısıyla bu yolda zaman zaman girişimlerde bulunuldu. Ancak her defasında bazı engellerle karşılaşıldı. Bu yüzden 1980’li yıllara kadar konuyla ilgili ciddi adımlar atılamadı.
Ancak... Ayasofya’nın yeniden ibadete açılması arzusunun önündeki engel hiçbir zaman “uluslararası tepkiler” olmadı. Bu konunun, Ortodoks kiliseleri haricinde dünyanın pek umurunda olmadığını, “küresel sisteme yönelik bir tehdit” olarak görülmediğini kabullenmek biz Türkler için zor ama gerçek bu.
Ayasofya’nın yeniden cami olmasının önündeki asıl engel bunu “Atatürk’ün hatırası” ve “rejimin sembolü” olarak gören askerî bürokrasinin rasyonel olmayan hassasiyetiydi. Rasyonel değildi bu hassasiyet çünkü sonucu sebep olarak görüyordu.
Atatürk’ün müze kararı, ikinci dünya savaşının ayak seslerinin işitilmeye başlandığı o günkü siyasi konjonktür içinde Avrupa kamuoyuna “dostluk mesajı vermek”, daha doğrusu Türkiye’nin “irredandist” bir politikaya yönelme niyetinin bulunmadığını gösterme ihtiyacıyla alınmış bir karardı. (Bu mesajın ne ölçüde etkili olduğunu söyleyebilecek durumda da değiliz üstelik.) Savaştan sonra ise Kore’ye asker göndermek gibi “daha somut” mesajlarla “dostluğunu” gösterip NATO içinde yer almış bir Türkiye’nin artık böylesi jestlere ihtiyacı kalmadığı gibi, müttefiklerimizin de dış politikamızı değiştirmediğimiz sürece Ayasofya’nın cami mi müze mi olacağıyla fazla ilgilenmeyecekleri ortadaydı.
Ama “asker kafası” biraz farklı çalışıyor galiba. Kışlanın birinde yeni boyandığı için kimse oturmasın diye başına nöbetçi dikilen bankın önünde yıllarca nöbet beklendiğini unutmayın. Ayasofya gibi konulara da “bank nöbeti” gibi bakar asker. Ayasofya’yı laikliğin sembolü sayma yanlışının kökleşmesinin sebebi büyük ölçüde askeri zümrenin kendisine hamlettiği rejim bekçiliği misyonu çerçevesinde sürdürdüğü bank nöbetidir.
Ülkenin yönetiminde asker ağırlığı olduğu dönemlerde bu yüzden Ayasofya konusunda siyaset adım atamadı. Ama buna “dış güçlerin” engel olduğunu düşünmek herkesin işine geldi.
Bugünkü noktaya ise aşama aşama gelindi. Bu doğrultuda 1950’lerde ve sonra 1960’larda gerçekleşen ilk teşebbüsler askerin hışmını çekerek gündemden kalktı. 1970’ler boyunca da zaman zaman gündeme gelen bu konuda en önemli gelişme Süleyman Demirel’in başbakanlığı sırasında -ve devletin başında bir asker cumhurbaşkanının bulunmadığı sırada- Ağustos 1980’de gerçekleşti. Ayasofya’da ezan okunmaya ve Hünkâr Mahfilinde Cuma namazı kılınmaya başlandı.
12 Eylül 1980 darbesinden sonra restorasyon bahanesiyle ara verilen Cuma namazları “sivil cumhurbaşkanı” Özal döneminde tekrar başlatılıp 1991’den bugüne kadar aralıksız devam ettirildi. Ancak Ayasofya’nın müze olmaktan çıkarılıp tümüyle ibadethane statüsüne kavuşturulması talepleri de kesilmedi.
AK Parti devrinde askerin yönetimdeki ağırlığının tamamen ortadan kalkması Ayasofya gibi konularda siyasi iktidarın elini rahatlatmış oldu. Buna rağmen bunca uzun süre boyunca beklenen adımın atılmamış olması iktidarın bu konuyu ele alışındaki pragmatizmle açıklanabilir gibi görünüyor.
Yazarlar
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları












































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
25.10.2025
14.10.2025
7.10.2025
2.10.2025
30.09.2025
28.09.2025
18.09.2025
11.09.2025
9.09.2025
6.09.2025