İbrahim Kiras
Tarihteki hilafet kurumunun “geri getirebileceğine” ihtimal vermek de “geri getirilmesi gerektiğine” inanmak da esas itibarıyla hilafetin anlamını ve gerçek mahiyetini bilmemenin sonucu.
Çünkü bilgi değil algı ve duygu alanında cereyan ediyor hadise. Sembolik bazı figürlere ve kavramlara yüklediğimiz anlamlar tarihi ve sosyal gerçeklerin yerine geçiyor.
Bu bakımdan Ayasofya’dan hemen sonra bazı akıllara hilafet konusunun gelmesi tesadüf değil. Bugünkü Türk muhafazakâr zihniyetinin temel bileşenlerinden biri Osmanlı tarihini bir tür “altın çağ” şeklinde algılama eğilimidir. Batı karşısında 18. yüzyıldan itibaren her alanda uğradığımız yenilgilerin zihinlerde yol açtığı travma, özellikle Osmanlı devletinin yıkılışının ardından, “eski güzel günlere dönme” arzusu şeklinde kendini göstermişti çünkü.
Yeniden o muhteşem günlere geri dönebilmenin yolu ise söz konusu dönemin kurumlarını ve uygulamalarını “ihya etmek” olabilirdi. Hilafet de bunlardan biriydi. Ne var ki bu konuda tasavvurlarla gerçekler, benzer konuların çoğunda olduğu gibi, çok fazla örtüşmez. Aslında tarihî/siyasi bir kurum olan hilafetin dinî bir kurum sanılması gibi, Osmanlı’nın hilafet kavramından anladığının da bugünkü muhafazakâr zihniyetin anladığından farksız olduğunun düşünülmesi ciddi bir hatadır.
Osmanlı tarihine dair okul kitaplarından öğrendiğimiz “popüler bilgi”lerden biri Mısır’ı fetheden Yavuz Sultan Selim’in burada son Abbasi halifesinden halifelik unvanını törenle devraldığı rivayetidir. Osmanlı hilafetinin başlangıcı bu olaya dayandırılır.
Ne var ki Bugünün Osmanlı tarihçileri söz konusu rivayetin gerçeği yansıtmadığı konusunda ittifak ediyorlar. Ancak halife ve halifelik kavramlarının söz konusu dönemdeki anlamlarıyla bugün sahip olduğu anlam arasındaki farklara veya nüanslara dikkat edilmeksizin meselenin vuzuha kavuşturulması kolay olmayacak gibi görünüyor.
Mısır’ı fethedip oradaki Abbasi halifesini alıp İstanbul’a getiren Yavuz “Bundan sonra halife benim” dememiştir. (Yalnızca “hadim’ül harameyn” unvanını almıştır. Çünkü o devirde halife unvanı değil bu unvan itibarlıydı.) Ancak babasının vefatının ardından padişah olunca Halife Mütevekkil’in Mısır’a dönmesine izin veren Kanunî Sultan Süleyman’ın bu yönde bir iddiası olmuştur. Bunun sebebi son Abbasi halifesinin Mısır’a döndükten bir süre sonra orada padişahlığını ilan eden Osmanlı valisi Hain Ahmet Paşa’yı meşru hükümdar olarak tanıdığını açıklaması olabilir belki.
Kanunî’den sonra Osmanlılar çok uzun bir süre boyunca halifelik konusunu unuttular. Osmanlı padişahlarının halife unvanına sahip oldukları ancak 19. Yüzyıl başlarında yeniden hatırlandı. İlk olarak Küçük Kaynarca Antlaşmasının müzakeresi sırasında Rus tarafına Osmanlı padişahının Kırım Müslümanlarının dini lideri olduğunun ispatı amacıyla bu hususun gündeme getirildiği söyleniyor. Sonraki yıllarda ise özellikle İngiltere’ye karşı sömürge ülkelerindeki Müslümanlarla irtibat için padişahların halifelik unvanı öne çıkarılmıştır. Dolayısıyla cumhuriyetin ilk yıllarındaki “hilafetin kaldırılması” kararı da her şeyden önce bir dış politika tercihini yansıtmaktaydı.
***
Faruk Sümer meseleyi efradını cami ağyarını mâni şekilde ele aldığı ve çok aydınlatıcı bilgiler ve tespitler içeren bir makalesinde hilafet makamının Yavuz tarafından son Abbasî halifesinden devralındığı rivayetine ilişkin delil ve evrakın mevcut olmadığını göstermiştir.
Bu rivayetin “muayyen siyasi gayeleri desteklemek üzere 18. yüzyılda ihdas edildiğini” söyleyen Halil İnalcık ise “Hakikatte ne Selim ne de oğlu Süleyman İslam dünyasındaki üstünlük iddialarının böyle bir hak devrini icap ettirdiğini hissetmiş olamazlar” demiştir.
Çünkü Hilafet unvanı Yavuz’dan önceki devirlerden beri “zaten doğal olarak” Osmanlı padişahlarınca deruhte edilmekteydi. İslam ulemasının belirli bir tarihten sonra “halifenin işlevinin birbirinden uzak ülkelerin sultanları tarafından yerine getirilebileceğini” kabul ettiklerini hatırlatan İnalcık, “14. yüzyıldan itibaren Osmanlı padişahları da bağımsız birer Müslüman hükümdar olduklarına delalet etmek üzere halife unvanını kullanıyorlardı” diyor. Yani “dünya üzerindeki bütün Müslümanların lideri” anlamında değil.
Mamafih görülen o ki bu unvan siyasi anlamda ihtiyaç duyulduğu dönemler haricinde pek hatırlanmamıştı. Haddi zatında İslam dünyası nezdinde sembolik bir itibar kaynağına ihtiyaç da yoktu. İran Şii olması hasebiyle hilafetle etkilenecek değildi, geri kalan Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkeleri zaten Osmanlı düzenine tabi bulunuyorlardı. Ancak ilerleyen devirlerde Mısır ve Kuzey Afrika ülkeleri Avrupalı güçlerin eline geçip Hindistan ve Uzak Asya Müslümanlarıyla dayanışma ihtiyacı baş gösterdiğinde halife unvanı “dünya Müslümanlarının dinî lideri” anlamına gelir oldu. Yine de bu hususta bir uzlaşmanın gerçekleştiğini söylemek kolay değil.
Nereden baksanız, “Osmanlı hilafeti” tecrübesinin İslam tarihinin muhtelif devirlerindeki hilafet kurumu örneklerinden farklı olduğu kadar bugünkü hilafet algısıyla da ilgisi bulunmayan bir uygulama olduğu görülüyor. Ne var ki Hilafet kurumunun tarihî boyutunu kavrayabilmek için konunun dindeki yeriyle ilgili tartışmalara da vakıf olmak lazım. Günümüzdeki yaklaşımları çözümleyebilmek için ise kavramın modern zamanlarda sosyal zihniyet içinde edindiği sembolik değere ve işleve göz atmak gerekiyor.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Önerisiz veya bizzat öneriyle eleştiri” 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
























































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
25.10.2025
14.10.2025
7.10.2025
2.10.2025
30.09.2025
28.09.2025
18.09.2025
11.09.2025
9.09.2025
6.09.2025