Yıldıray OĞUR
“İstifa etmek insanın kadrini azaltmaz. Ama bizim siyasi hayatımızda bir kimse iktidara gelince ayrılamaz; kendini ve memleketi bedbaht eder.”
Bu herkesin katılacağı tespit hafta sonu yapılan CHP Kurultayı’nda son ana kadar sandıkta mücadeleyi tercih eden Kılıçdaroğlu için söylenmedi.
Ama bir CHP Kurultayı’nda söylendiği doğru.
Hafta sonu kulağı çok çınlatılan bundan 51 yıl önceki 1972 CHP Kurultayı’nda genel başkan İsmet İnönü, kendisine bayrak açmış eski CHP Genel Sekreteri Bülent Ecevit’i ve genel merkezdeki ekibini bu sözlerle kurultaya şikayet etmişti.
İstiklal Harbi kahramanı, Milli Şef, eski Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, 47 yaşındaki Ecevit’e “bizim siyasi hayatımızda bir kimse iktidara gelince ayrılamaz; kendini ve memleketi bedbaht eder” dediğinde 34 yıldır CHP’nin başındaydı ve 88 yaşındaydı.
Ama mesele aslında pek de şahsi değildi.
Genç CHP Genel Sekreteri Ecevit ile tarihi genel başkan İsmet Paşa’nın arasını açan ortanın solu ile başlayan ideolojik tartışmaların ardından 12 Mart’a karşı ne tavır gösterileceği olmuştu.
Ecevit, 12 Mart’a direnilmesi gerektiğini düşünüyordu. İnönü ise, CHP’yi ve devleti koruma refleksiyle12 Mart hükümetlerine destek vermişti.
Bunun üzerine Ecevit, parti genel sekreterliğinden istifa etti. Ama Genel Merkez’in yöneticileri, partinin genç kadroları Ecevit’in yayındaydı.
İnönü, partideki Ecevit hizbini bitirmek için yetkisi kullandı ve partiyi Kurultay’a götürdü.
Zannedildiği gibi kurultayın gündeminde genel başkanlık seçimi yoktu, İnönü Ecevit’e kaptırdığı parti yönetimini güvenoyuna sunarak tasfiye etmek istiyordu.
Bu tasfiyede kullandığı Ankara Milletvekili Kemal Satır, kurultay üyelerine “partilerine sahip çıkıp, gerçek Atatürkçü, reformcu, seçim dışı iktidar özlemi taşımayan bir yönetici kadrosu seçmeye” çağırıyordu.
CHP’de yine herkes birbirini gerçek Atatürkçü olup olmamakla suçlamıştı. Zamanın şartlarında uygun olarak bunu komünist devrimcilik, cuntacılık, anarşiye destek ithamları izlemişti.
Peki, gerçekten Ecevit “gerçek Atatürkçü” değil miydi?
O günlerin Ecevit’ine hiç yakışmayacak bir itham değildi bu.
1970’de CHP Genel Sekreteri iken “Atatürk ve Devrimcilik “diye bir konuşma yapıp, bunu kitaplaştırmıştı.
Kitapta bugün bile söyleyene liboş, karşı devrimci, YAE’ci denecek tespitler vardı:
“…Atatürk devrimleri altyapı devrimi değildir, yüzeyseldir. Üstyapı değişiklikleridir. Bu değişiklikler yüzeysel gelişme ve biçimsel çağdaşlaşma getirmiştir…”
“…Türk halkı Atatürk devrimlerinden yana değildi; devrimlere ilgisizdi ve ilgisiz olmakta haklıydı. Türk halkı Cumhuriyet döneminde yapılan devrimlere karşı değildi ama devrimlerden yana da değildi. O devrimlere ilgisizdi ve ilgisiz olmakta da kendi açısından haklı idi…”
88 yaşındaki İnönü, Kurultay için o kadar heyecanlıydı ki, ilk gün kalp spazmı geçirdiği için kurultay ertelenmişti.
Kurultay için Ankara’ya gelen İnönü’nün yakın adamı Kemal Satır taraftarları ve Ecevit taraftarları arasında itiş kakışlar yaşanmıştı.
O sabaha karşı Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamı bile CHP’nin Kurultay gerilimini etkilememişti.
İyileşen İsmet Paşa ertesi gün Kurultay’a geldi. Divan’a çıktı.
Bir delege “İnönü için ayağa kalkın” diye bütün salonu ayağa kaldırıp, onu alkışlattı.
İnönü, çok çok sert bir konuşma yaptı. Özetle “Ya Ecevit ve arkadaşları gider ya da CHP diye parti kalmaz” dedi:
“Sizi bir meseleyi halletmek için çağırdım. Meclis Grubu ve Parti Meclisi beraber çalışamıyorlar. Sebebi, Ecevit’in partiyi idare etmekte ısrar etmesidir. İstifa etmek insanın kadri azaltmaz. Ama bizim siyasi hayatımızda bir kimse iktidara gelince, ayrılamaz; kendini ve memleketi bedbaht eder.”
Bununla da kalmadı. Yeni delegelerle ilgili bir teklifin kabul edilmesi halinde, kurultayı kapatmakla ve gidip partiyi Anayasa Mahkemesi’ne şikayet etmekle de tehdit etti.
Parti yönetimini tasfiye etmezseniz “CHP’nin de yok olduğunu görürsünüz” dedi.
Divan başkanlığı seçimine geçilecekken, usul yönünden itiraz için kürsüye gelen İstanbul İl Başkanı Ali Topuz’u “sen çık git buradan, git” diye azarladı.
Divan başkanlığı seçiminde ilk raundu 150 farkla Ecevit’in adayı kazandı.
Ama İnönü pes etmedi.
Ertesi gün yine Kurultay’a geldi. Ona yakın vekiller kürsüye çıkıp kendi partilerinin yöneticilerini “anarşiye destek, Nurhak, Kızıldere olaylarına katılma, Komünistlik, Bizim Radyoculuk (TKP’nin yasadışı radyosu), CHP’yi Atatürk çizgisinden uzaklaştırmak”la suçladı.
İnönü, bir kere daha kürsüye çıkıp hararetli bir konuşma yaptı,
Ecevit’in Atatürk ilkelerini yanlış yorumladığını, kendisini despotlukla suçladığını söyledi.
Nihayet yapılan güven oylamasında ikinci kez kez kaybetti.
709’a 507 Ecevit’e yakın mevcut genel merkez yönetimi güven oyu aldı.
Ancak ertesi gün İnönü, bir dilekçeyle genel başkanlıktan istifa etti.
CHP bir hafta sonra genel başkan seçmek üzere yeni kurultay kararı aldı. Orada Ecevit genel başkanlığa seçildi.
Bir ay sonra bir kere daha CHP kurultaya gitti. İnönü ve 60 CHP milletvekili protesto ederek kurultayda oy kullanmadı. Ecevit, tekrar genel başkan seçildi.
İnönü’ye yakın bazı milletvekilleri CHP’den istifa ettiler.
Yani ortada 50 sene sonra Kılıçdaroğlu’na örnek gösterilecek çekilmesini bilen olgun İnönü yoktu.
Yine de haksızlık etmemek gerekir.
İnönü’nün meselesi şahsi de değildi. İdeolojik bir bölünme vardı ortada.
Ecevit, yükselen sola yaklaşan, Kemalizmi eleştiren yeni bir CHP’yi temsil ediyordu.
15 yıl sonra aynı Ecevit, DSP diye bir parti kurup, İnönü’nün oğlunu gerçek Atatürkçü olmamakla, aşırı solculukla, bölücülükle suçladı.
En sert Atatürkçü çizgiyi benimsedi. 80 yaşında ağır hastayken bile hala DSP’nin başında kalmakta ısrar ediyordu.
SHP ile sosyal demokrat parti denemesi, Baykal’ın ele geçirdiği CHP’nin yeni sol, Bosna açılımları, günün sonunda Refah Partisi ve 28 Şubat gibi ilk rejim krizinde geleneksel laik, Kemalist, orducu CHP’ye dönüşüverdi.
Türk siyasi tarihinin açık ara en iyi hatiplerinden olan Baykal’ın siyasi yetenekleri de, Muharrem İnce gibi başarılı bir demagogun Cumhurbaşkanlığı adaylığı da ve Kılıçdaroğlu’nun açılım, kapsama, değişim çabaları da CHP’yi klasik yüzde 20-30 bandında gezinmekten kurtaramadı.
Kılıçdaroğlu, CHP tarihinde bu matematiksel, sosyolojik ve tarihi gerçeği en net biçimde gören ve değiştirmek için radikal adımlar atan CHP lideri oldu.
CHP’nin neredeyse son 20 yılını vakfettiği başörtüsü karşıtlığı için özür diledi, helalleşmeyle muhafazakar kesimle iyi ilişkiler kurmaya çalıştı. Mehmet Bekaroğlu, Cihangir İslam, Sezgin Tanrıkulu, Türkan Elçi gibi isimleri partiye kattı. Sağ partilerle açık, HDP ile kapalı ittifak kurdu.
Abdullah Gül’ü Cumhurbaşkanı adayı yapmaya çalıştı. Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ı aday olarak partisine kabul ettirdi.
Bugün Osman Kavala, Selahattin Demirtaş selamlayan, başörtülü PM üyeleri olan, Kürtlerde oyunu dört katına çıkarmış CHP, Kılıçdaroğlu’nun eseri.
Partinin yeni genel başkanı Özgür Özel’i Eczacılar Birliği Genel Sekreterliği’nden CHP’ye transfer eden de, İmamoğlu’nu İstanbul’un taşra belediyesinden İBB’ye taşıyan da Kılıçdaroğlu oldu.
Ama bu açılımları entelektüel müktesabatıyla değil içgörüsüyle, hamleleri de partisini ikna ederek değil liderlik gücünü kullanarak yaptı.
Bunları yaparken ne partisinden, ne parti çevresinde medya ve entelektüellerden destek almadığı gibi, onlar onun çabalarını tekzip eden, inandırıcılığı azaltan bir çizgide ısrar ettiler.
O yüzden de dar bir kadroyla hareket etti, pragmatik yollardan gitti. Bu yüzden tepki de çekti.
Çok iddialı girdiği 2023 seçimlerin ardından da bırakmasını bilemedi.
Herhalde her lider gibi o da yaptıklarının yarım kaldığını düşündü.
Halbuki, zaten tamamlanması mümkün olmayan bir işe girişmişti.
Ne partisi, ne kitlesi bu yüzleşmeye ve değişime hazır değildi.
Kılıçdaroğlu başörtüsü konusunda geçmişteki hatalar için özür dilerken, kitlesi, partisi ve medyası “Bıktık sizin mağduriyetinizden” diyordu.
Helalleşme derken, hesaplaşma diyenler alkışlanıyordu.
Kılıçdaroğlu, CHP’yi değiştirmeye çalışırken, Türkiye’nin laik liberal ve solcuları bile AK Parti’ye karşı Atatürkçüleşmekteydi.
Özeleştirinin pek zamanı değildi.
Otoriterleşen bir iktidar vardı, bütün kötülüklerin sebebi iktidardı ve Kemalist tezler haklı çıkmıştı.
Böyle düşünenler için CHP’yi toplumun ortalamasına yaklaştırmaya çalışan Kılıçdaroğlu, CHP’yi sağa kaydırmakla, Atatürk çizgisinden uzaklaştırmakla suçlandı.
Şahsi becerileri, hitabeti, yaşı, bilgi birikimi de bu büyük iddiayı taşımaya yetmedi.
Seçimden sonraki ısrarıyla da kötü bir final yaptı.
Şimdi CHP’ye açık ve kapalı destek veren kamusal figürlerin hepsi mutlu, mağazanın vitrinin değişmesi bile herkesi heyecanlandırmış gözüküyor.
Büyük bir seçim yenilgisinin ardından değişim heyecan vericidir.
Muhtemelen Kılıçdaroğlu kazansaydı, siyasete apati ve muhalefete tepki artacaktı.
Ama ya sorun mağazanın vitrininde değil de sattığı mallardaysa?
Peki Kılıçdaroğlu yenilince CHP’nin bir yüzyıl sonra yapmaya cesaret edebildiği helalleşme, kapsayıcılık, değişim, topluma ve sağa açılma siyasetleri de yenilmiş oldu mu?
Şimdilik bu sorunun cevabı evet.
Değişimciler daha kapsayıcı, özeleştiri veren değil, daha sol, daha içeriye dönen, muhafazakarlarla ittifaka karşı, daha özgüvenli bir CHP vaad ettiler.
Bu CHP, CHP’lileri, esas olarak temsil ettiği laikleri mutlu edebilir, Özgür Özel ve ekibi masaya daha çok yumruk vurup, tribünleri coşturabilir ama daha önce de en iyileri ortaya konmuş bu siyasi performanslar CHP’yi iktidar yapamaz.
Bir 100 yıl boyunca sandıktan sadece 1961, 1973, 1977 genel seçimleri ve 1989 yerel seçimlerinde birincilikle çıkmış, 30 yıl sonra 2019 yerel seçimlerinde başarı göstermiş bir parti CHP.
Geçen yüzyıldaki süper tarihsel haklılık iddiasını devam ettirerek ikinci yüzyılda bu kaderi değiştirmesi için ortada bir sebep görünmüyor.
CHP’nin genel başkanı tekrar değişti ama matematiğin kuralları değişmedi.
Yazarlar
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEYüzdük yüzdük 22.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayPax Americana sonrası Almanya: Yeşil dönüşümden askeri Keynesçiliğe 21.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarThank you Ahmed 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKüfürbazlar ve ötesi 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasAK Parti hariç herkes CHP 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselPara politikasında sınav zamanı 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakNüfusumuz dibe vururken! 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN"O Yıl", hangi yıl? 15.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları

















































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
24.12.2025
23.12.2025
17.12.2025
15.12.2025
10.12.2025
9.12.2025
6.12.2025
3.12.2025
1.12.2025
24.11.2025