Yıldıray OĞUR

“Akşam yediye kadar siyasi telgraf ve makale tercümesi. Yediden yedi buçuğa kadar otobüs durağında sıra bekledikten sonra sıkışık bir otobüse binerek yola çıkacağım; Yüzde 50 ihtimalle de yarı yolda otobüs bozulup yürüyeceğiz. Sekiz buçukta yorgun argın yemeğe oturup radyo gazetesinin ve bir alaturka şarkılar programının refakatinde tatsız bir yemek yiyeceğim. Dokuzda, imkan bulup odama kapanabilirsem, yorgunumdur, uykuluyumdur, manasız ve hödüğümdür… 9, şiir okumak, şiir yazmak, felsefe, düşünmek, duymak, mektup yazabilmek ve Allahım beş dakikalık romantik olabilmek!… “Hayır” şimdi ayda 50 lira kazanmam ve tahsilimi bitirince bir kaza hakimi olabilmek için bunları unutmalısın”
1944 yılında Ankara’dan, işinden ve hukuk fakültesinden bu kadar nefret eden 19 yaşındaki genç adamın adı Bülent Ecevit’ti.
Bülent Ecevit’in 1944 yılında, yolunu bulmaya çalışan buhranlı bir genç olarak yazdığı mektuplar ‘Hayat Dalgalar Gibi Üstümüzden Geçecek’ adıyla Timaş tarafından yayınlandı.

Mektupları tesadüfen bir sahafta bulan Alper Çeker sayesinde 40’lı yılların Türkiyesine bir pencere açıldı.
1944 yılının bu müşteki, kırgın, bezgin genci aslında Türkiye’deki diğer gençlerden epey şanslıydı.
Bülent Ecevit, 1926 yılında bir müderrisin oğlu olan Adli Tıpçı bir baba ve bir şeyhülislamın kızı olan ressam bir annenin oğlu olarak İstanbul’da memurların yaşadığı Beşiktaş Akaretler’de doğmuştu.
Babası Fahri Ecevit, İstiklal Mahkemeleri’nde idam edilenlerin adli tıp raporlarını yazmış, Ankara Hukuk Fakültesi’nin ünlü profesörlerinden biriydi.
Eski rejimin İstanbul’daki elit ailelerinden birinde doğmuş, yeni rejimin Ankara’daki yeni elitleri içinde büyümüştü.
İlkokulu Ankara’nın ilk okullarından biri olan, kendi deyimiyle “devrimin mutfağı” Yüksel Caddesi’ndeki Mimar Kemalettin İlkokulu’nda mebus ve üst düzey memur çocukları ile birlikte okumuştu.
Sonra Türkiye’de çok daha az insana nasip olacak elit eğitimine İstanbul’da Robert Kolej’de devam etmişti.
Kolej’den sonra 1944 yılında Ankara’ya, babasının profesör olduğu Ankara Üniversitesi’nde hukuk okumak için dönmüştü.
Bu sırada babası Fahri Ecevit, aynı zamanda CHP Kastamonu milletvekiliydi.
Sadece hukuk öğrencisi de değildi, iyi İngilizcesi ve tabii babasının da namıyla hem okuyor hem de Basın Yayın Genel Müdürlüğü’nde çevirmen olarak çalışıyordu.
Ama ağzındaki altın kaşıktan, sürüklendiği hayattan, içinde olduğu elit sınıftan pek hoşlanmıyordu.
1944 yılında mektupları İstanbul’daki Robert Kolej’den en yakın arkadaşı Tunç Yalman’a yazıyordu. Tunç Yalman, o yılların en ünlü gazetecilerinden, Vatan Gazetesi’nin sahibi Ahmet Emin Yalman’ın oğluydu.
O da bohem bir hayat sürüyor, piyesler yazıyordu.
Mektuplardan Bülent Ecevit ve Tunç Yalman’ın da içinde olduğu Robert Kolej’deki çok sıkı bir arkadaş grubu olduğunu öğreniyoruz.
Ünlüler geçidi gibi bir gruptu bu.
Rahşan Aral yani bildiğimiz adıyla Rahşan Ecevit, Mekteb-i Mülkiye’de hocalık da yapan Paris’te eğitim görmüş bir maliyecinin kızıydı. Ahmet İsvan 70’lerde İstanbul Belediye Başkanlığı yaptı. Tosun Bekir Bayraktaroğlu ya da nam-ı diğer adıyla Tosun Baba, anarşist ressam, heykeltıraş, işadamlığı yaptıktan sonra Cerrahi dergahına intisap edip, ABD’de Cerrahi dergahını kurmuş ünlü bir şeyhti. Altemur Kılıç ya da mektuplardaki adıyla Demir, Cumhuriyet’in kurucu kadrosundan Kılıç Ali’nin oğluydu. Ve İstanbullu zengin bir aileden gelen daha sonra ABD’de ilk işletme eğitimini alan Türk unvanını alıp, ilk araştırma şirketini kuracak Nezih Neyzi.
Her ne kadar önce arkadaşı sonra sevgilisi olan Rahşan ve Nezih de Ankara’ya gelse de Ecevit, sıkıcı, bürokratik Ankara’da Robertli arkadaş grubunu özlemekteydi. Ankara’da gördüğü devlet elitlerine bakınca 20’li yaşlara daha varmamış grubun üstünlüğüne olan aşırı özgüveni artmıştı:
“Ben sana söylerdim de inanmazdın. “Dünyada bizim teşkil ettiğimiz kadar üstün grup yoktur” diye; buna karşılık, “bize öyle geliyordur” derdin…Yahu o kadar koca koca adamlar, devlet idaresinde mühim rol oynayan insanlar görüyorum daha, bu hiç şüphesiz henüz çok kıt bilgimize rağmen, bir tek bizim seviyemize yaklaşanını görmedi; isterse alim olsun, dahi olsun, beş para etmezler…Bizden başka kimseler hayata nasıl bakılacağının, hayatın nasıl sevileceğinin sırrına ermemiş.”
Genç Bülent’i Ankara’ya bağlayan ise mektupların adres bölümüne Ankara yerine yazdığı isimden anlamak mümkün: “Rahşanapoli.”
Herhalde daha şairane anlatılamazdı. Rahşan’la “siz”li mektupları, onun el yazısından, üslubundan çıkardığı anlamlar büyük bir aşkın habercileri.
Kitaptaki o mektuplar da çok şahane.
Ama benim ilgimi Cumhuriyet’in ilk elit neslinin 40’lı yıllardaki düşünce dünyası daha çok çekti.
Artık bu Robertli Ölü Ozanlar Derneği üyeleri için de hayatın gerçekleri gelip kapıyı çalmıştır.
Tunç Yalman’ın para kazanmak lazım diye özetlenecek mektubuna şöyle cevap vermiş Bülent Ecevit:
“Görüyorum ki kafanız para gibi menhus ve gayri ahlakiliğinde herkesin ittifak eylediği bir şeyle fazlaca meşgul. Bunun sizim yaşta temiz tanınmış bir gence yakıştıramadım. Yoksa, büyük bir Romalı şairin dediği gibi “Siz ananızdan, siz babanızdan, hiç terbiiiyee görmediniz mii?”
Mektuplarda ortasına doğdukları ve epey sıkıldıkları rejimin değerleriyle de kafa buldukları anlaşılıyor. Ecevit, “Ruhi eniştesinin” yazdığı bir marştan bahseder:
“Olmaz kemikten Cumhuriyet
Yaşasın şanlı ordu
İntiharız biz”
İntiharın bu buhranlı, protest kuşağın da gündeminde olduğu anlaşılıyor.
Fakat, esas şaşırtıcı olan intihar arzusuna karşı Cumhuriyet’in bu ilk elit genç kuşağının karşı argümanları.
Tunç Yalman’ın “intihar arzusu”nu yazdığı bir mektubuna karşı Bülent Ecevit onu şöyle ikna etmeye çalışmış:
“İntihar arzunun mazeretinde bir yanlış nokta var: “Allah’a kavuşacağım diye ne diye gün biriktireyim” diyorsun. Halbuki,
Mevzubahis olan bizim maksadımız değil, Allah’ın maksadıdır. Allah’ın maksadı ise 3-5 laf edecek birkaç adam bulundurmaktır daima. (Yani bizim gibilerden gayri insanların intiharı meşru sayılır da bizimki günah olabilir)
Senin burada kastettiğin “Allah’a kavuşmak” bedeni ölümden sonraki Allah’a kavuşmaktır ki, o, iki varlığın kavuşması değil birleşmesi demek olur; biz şimdi kavuşmuş vaziyetteyiz. Ayrılmıştık. Kavuşmuşuz, yine Birleşeceğiz (to become a unity manasında birleşmek) Sen, Allahın, bu kavuşma uğrunda katlanacağın sıkıntıyı hafifletmek için sana verdiği ilacı (to create) kullanmıyorsun.”
Mektubun devamında Ecevit’in ve grubun savaş yıllarında efsanesi büyüyen komünizme de mesafeli olduğunu öğreniyoruz. “Allah’ın buna izin vermediği”ni söyleyerek:
“Komünizm için söylediklerinde haklısınız. Ben de zannedersem aynı şeyleri düşünmeye başlamıştım. Bu şekilde düşünmeye başlamamın sebebi de Picasso’nun Komünist Partisi’ne girdiğini öğrenmem olmuştur… Ancak, daha insanlığın vaziyeti bunun için (unripe) Sonunda yani makine, köleler sınıfının yerini tuttuktan sonra zaten bu kendiliğinden olacak…Fakat bugün kurulabilecek Komünizmde Allahın maksadı hasıl olamaz, çünkü o robot-köleler sınıfı vücut bulmadıkça, Allah insanları kör tutmaya mecburdur ki lağımcılık, şoförlük, mütercimlik, muhasabecilik etmek mecburiyeti onları aşırı derecede bedbaht etmesin. Bilakis bugün kurulacak Komünizm insanları bedbaht edebilir. Çünkü ortadan, Allahın insanların gözüne bağ olarak kullandığı gayeler kalkacağı halde henüz insanları kör olma mecburiyeti devam edecektir. Ve o zaman Allah insanlığı bu tenakuzdan kurtarmak için onları yine-ters yüzüne- hayvanlaştıracaktır: Rusya’da yaptığı gibi. Allah Rusya’daki tecrübeyi muvaffak etmedi işte. Ver her makul insanın aklı yattığı halde, bunun içindir ki insanlığa henüz komünist olmak imkanını bahşetmiyor. Biz kendi işimize bakalım yani Allahın tek tek bizlerden istediğine…İnsanlığı düşünmek Allaha düşüyor ve zaten bunu kendisi için yapacak; ama Allah (step by step) yapıyor işini. Bu Kainat kafi derecede mucize, başka mucize beklememeliyiz artık. Hem Allah’ın acelesi yok ki! Olamaz da zaten. Bir kimsenin acelesi olabilmesi için ona verilen zaman mahdut olmalı. Allahın zamanı mahdut değil ki, Ezelden gelip Ebede gitmiş, başı yok, sonu yok.”
Ecevit’in Allah inancını ifade ederken kullandığı dil klasik bir din dilinden çok sufi meşrep bir dil.
Mektuplarda bazen “Basu badel mevt” mertebesine erdiğinden bahsediyor, bazen de iyi bir Hristiyan olan İngiliz şair Alfred Noyes’tan bir şiir onu ağlatıyor:
“…bu akşam bir çok sıkıcı ve kızdırıcı şeyler olmuştu ve artık Allah’a da isyan etmeye başlamıştım ki Alfred Noyes’ın “The Unkkown God’ını açtım ve şu şiirle karşılaştım:
“It might be
The final test of man, the narrow way
Proving him worthy of immortal life
That he should face this darkness and this death
Worthily and renounce all easy hope,
All consolation, all but the wintry smile
Upon the face of Truth”
…Ve ben zaten bunu okuyunca gözlerim doldu, Allah’tan isyanım kızgınlığım için af diledim. Ve o abdab itibaren sıkıntıya daha çok alışmış, daha kolay katlanabilir olmuştum. Yani Allah, kendi sıkıntısını biraz daha az rahatsız edici hale getirmişti, sıkıntıya daha tahammüllü olmuştu. Kısa sıkıntıya göğüs germemiz lazım. Ve bu, Allah namınadır. Sen asıl buna razı olmakla Allaha yardımın dokunmuş olur. Hem böyle giderse çilehane hayallerini yıkmalıyız. Sen orada akşam 6’da gazetenden dönüp siyasetten, olup bitenlerden mi bahsedeceksin?
Ben sana onlarla meşgul olma demiyorum. Ben de, belki fazlasıyla meşgul oluyorum zaten. Nasıl Allah’ın taşıyla, kuşuyla, ağacıyla meşgul oluyorsan, siyasetle içtimayla da meşgul ol! Fakat ancak o görüşle, arada pek fark gözetmeden, kendini kaptırmadan. Bunlar girdap gibi, kapıldı mı gider insan. Ve bu meşguliyet, iştirake kadar varmamalı, müşahitlikte kalmalı! Sen müşahitlikten iştirake kaymak istiyorsun.”
Gerçekten de olağanüstü.
Peki, bu kültürün kaynağı ne, adı konmuş bir sufilik mi bu?
Bülent Ecevit’in yakın arkadaş grubunda Tosun Baba’nın olması, acaba bunun kaynağı Cerrahilik mi dedirtiyor.
Ama Tosun Bayraktaroğlu’nun Tosun Baba olmasına daha en az 30 yıl var.
Fakat onun hatıralarında ve röportajlarında anlattıklarına göre mistisizme merak salması Cerrahilikten önce, 40’lı yıllara dayanıyor.
Yani Robert Kolej yıllarına. Hatta bu arkadaş grubun ilginç mistikliğinin bir adı bile var: “Burjuva mistik”:
“Biz bunu 20 yaşımızda Bülent Ecevit, Can Yücel ve başka ahbaplarla yaptık. Ama çocukken yaptık, aptalken yaptık, enayiyken yaptık, eşekken yaptık. Bir şey icat ettik. Adına da “burjuva mistik” dedik. Bir gün Hasan Ali Yücel (Rahmetullahi aleyh) evimize geldi, oğluyla aynı evi paylaşıyoruz. Ona bundan bahsettik, “Ulan” dedi “ne halt işliyorsunuz. Ne burjuva mistiği? Mis gibi Müslümanlık var, mis gibi tarikat var. Deli misiniz kendi kendinize din icat ediyorsunuz?”
Hatıranın her yeri ayrı ayrı şaşırılmayı hakkediyor.
Can Yücel ve Tosun Baba’nın Londra’da ev arkadaşı olmasına mı, Can Yücel ve Ecevit’in “Burjuva mistikliğine” mi, yoksa onları “mis gibi Müslümanlığa” çağıran kişinin komünist diye linç edilmiş, Cumhuriyet aydınlanmasının en önde gelen isimlerinden Hasan Ali Yücel olmasına mı şaşırmak lazım bilemiyor insan.
Peki, 40’lı yıllarda Robert Kolej kıyılarına da vurmuş bu “burjuva mistikliği”nin kaynağı ne olabilir?
Yine Tosun Baba’nın hatıralarından okuyalım:
“1940’larda Gürciyev denilen bütün dünyaya yayılan bir sistem vardı, mistisizmsi bir şey. Biz de ona intisap etmiştik 19 sene. Hanım da oradandır. Gürciyev denilen bu zat rivayete göre ortadan kaybolduğu yılların birinde Ortaasya’da bir yerlerde bir Nakşibendi şeyhine rastlayıp Müslüman oluyor ama bunu saklıyor. Hakikaten de söylediklerinin içinde Allah, İslamiyet zikredilmiyor ama var. Neyse, Efendim bana bu az dervişlik, erken şeyhlikle ilgili dedi ki “Orası da senin için bir nevi ilk ve orta mekteptir, iyidir.”
Sistem olarak bahsettiği Gürciyev, 20’inci yüzyıl başlarında dünyayı çok etkilemiş ezotetik, gnostik bir inancın kurucusu George Ivanovich Gurdjieff.
İstanbul kökenli Rum bir babanın ve Ermeni bir annenin oğlu olarak Gümrü’de doğmuş, çocukluğu o zamanlar bir Rus oblastı olan Kars’ta geçmiş Gurdjieff, hakikatin peşinde uzun bir seyahatten sonra fakirler, keşişler ve yogilerin yani İslam, Hristiyanlık ve Budizmin mistisizmini birleştirerek Dördüncü Yol adını verdiği bir mistik öğreti yaratmış bir modern zamanlar şeyhi.
Dünya hayatında insanların uykuda olduğu ile başlayan biraz İslam tasavvufvari, biraz Matrixvari felsefesinin peşine her milletten insanlar takılmış.
Sovyet devrimi olunca 1919 yılında Beyaz Ruslarla beraber İstanbul’a gelmiş.
Önce Galata Mevlevihanesi’nin iki sokak arkasındaki Kumbaracı Yokuşu’nda, sonra da Asmalı Mescit Meşrutiyet Caddesi üzerindeki Yemenici Abdüllatif Sokak’taki evlerde yaşamış. Bildiği altı-yedi dil arasında Türkçe de olduğu için Türk takipçileri de olmuş.
Cavit Orhan Tütengil’e göre onlardan biri Rıza Nur. Ekrem Işın’a göre Ahmet Haşim, Yakup Kadri de ondan etkilenmişler.
Yazarlar
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEYüzdük yüzdük 22.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayPax Americana sonrası Almanya: Yeşil dönüşümden askeri Keynesçiliğe 21.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarThank you Ahmed 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasAK Parti hariç herkes CHP 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKüfürbazlar ve ötesi 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakNüfusumuz dibe vururken! 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselPara politikasında sınav zamanı 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN"O Yıl", hangi yıl? 15.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKANBahis oynayan bakan kim?.. CASUS KİM?.. 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHakim sınıfın iki zümresi 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞCHP programı halka ne vadediyor? Nasıl bir parlamenter sistem? 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpHissedilemeyen büyümenin anatomisi 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKİmralı için CHP’yi sıkıştırmaya gerek var mı? 5.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYTürkiye İçin Irak Peşmergeleri Sorun Olmuyor da Rojava neden Sorun! 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRPOLEMİK SENDROMDA 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrta Doğu, Trump Amerika’sına Uyum Sağlıyor 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYŞu meşhur “İznik Konsili” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKEve siyaset için dönüş öncesi bir mıntıka temizliği gerek 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunDağıstan Cumhuriyeti ve Ayna Gamzatova 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMABD’de bir şeyler oluyor: Nick Fuentes 30.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaAK Parti çekingen 26.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİCHP modernizmi ve faşizmi... 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerÇÖZÜM, BARIŞ VE KARDEŞLİK GETİRECEK Mİ? 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KURÇOCUK HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ 19.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları


























































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
24.12.2025
23.12.2025
17.12.2025
15.12.2025
10.12.2025
9.12.2025
6.12.2025
3.12.2025
1.12.2025
24.11.2025