Yıldıray OĞUR
Hans Joseph Lazar, 1895 yılında İstanbul’da doğmuş Türk-Yahudi orjinli bir gazeteciydi. 1930’larda Yahudi kimliğini saklayarak Hitler’in propaganda bakanı Goebbels’le çalışmaya başlamış, İspanyol İç Savaşı’nda Franko’ya desteğe giden Nazi kuvvetlerinin basın biriminde yöneticilik yapmıştı.
Bu tuhaf hayat hikayesinde bizi ilgilendiren ise 23 Eylül 1923 günü Mustafa Kemal Paşa ile yaptığı bir röportaj. Çünkü o röportaj aslında Türkiye’nin 94 yıllık başkanlık tartışmalarının başlangıcı sayılabilir.
Mustafa Kemal Paşa, röportajı Büyük Millet Meclisi’nin başkanı sıfatıyla vermişti. Ama o günlerde Meclis Başkanlığı bugünkünden başka bir anlam ifade ediyordu.
20 Ocak 1921 günün kabul edilen cumhuriyetin ilk anayasası Teşkilat-ı Esasiye’nin birinci, ikinci ve üçüncü maddelerine göre “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindi. Yürütme kuvveti ve yasama yetkisi Büyük Millet Meclisi’nde belirir ve toplanır, Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından idare edilir ve hükûmeti ‘Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti’ adını taşır”dı.
Aynı yasanın 7. Maddesinde Meclis’in yetkileri şöyle sıralanmıştı; “Şeriat hükümlerinin uygulanması, bütün kanunların yürürlüğe konması, değiştirilmesi, yürürlükten kaldırılması, antlaşma ve barış imzalanması ve vatan savunmasıyla ilgili savaş ilâmı”
9. maddeye göre de “Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu tarafından seçilen başkan, “Meclis adına imza atmaya ve Bakanlar Kurulu kararlarını onaylamaya yetkiliydi. Büyük Millet Meclisi Başkanı, Bakanlar Kurulu’nun da tabii başkanıydı.”
Yani aslında Meclis Başkanı Devlet Başkanı demekti. Fakat yürütme ve yasamanın Meclis’te birleştiği bu modelde yasamanın yürütme üzerindeki mutlak denetim yetkisi vardı, her konu Meclis’te uzun uzun tartışılıyor, bakanlar sık sık düşürülüyor, bakanların yerine Meclis Başkanı Mustafa Kemal’in onayı olmadan seçimler yapılabiliyordu.
İşte bu kriz zamanlarından birinde yakın çalışma arkadaşlarıyla Ankara Garı’nda toplantılar düzenleyen Mustafa Kemal Paşa, Cumhuriyet’in ilanına bir ay kala niyetini Viyana merkezli Neue Frei Presse gazetesinin Ankara temsilciğini yapan Hans Joseph Lazar’a anlatmıştı:
“Teşkilat-i Esasiyemizin maddelerinde hakimiyet bila kayd-ü şart milletindir. İcra kudreti, teşri salahiyeti milletin yegane hakiki mümessili olan Meclis’te tecelli ve temerküz eder. Bu iki cümleyi bir kelimede izah edebilmek için, hangi lügatte aranırsa artansın mezkur kelime Cumhuriyet olacaktır.. Binaenaleyh Türkiye’nin dahili tekamülü tamamen bitmemiştir. Daha tadilat ve terakkiyat vuku bulacak ve bilumum tekamülat Cumhuriyet esasına müncer olacaktır. Türkiye hal-i hazırda olduğu kadar ileride de daha ziyade demokratik bir Cumhuriyet olacak ve Cumhuriyet hiçbir surette Garp cumhuriyetleri esasından farklı olmayacaktır.”
http://maviboncuk.blogspot.co.uk/2013/07/hans-josef-lazar-mkemal-interview-1923.html
Röportaj Ankara ve İstanbul’da siyaset dünyası ve basınına bomba gibi düştü. Meclisin üstünlüğünü savunan muhafazakar eğilimli Tevhid-i Efkar gazetesinde çıkan imzasız bir yazı bu aceleye getirilmiş kararı yeriyordu:
“Bizim muhafazakar kafamızı beğenmeyenlerin müteceddid ve terakkiperver dimağları haftalardan beri Ankara İstasyon Binası’nda Cumhuriyet doğurmaya çalışıyorlar. Bizim bildiğimize göre Cumhuriyet istasyon binalarında değil, millet meclislerinde doğar... Yeni Cumhuriyet istasyonda hazırlandığı için bir sürat katarı gibi azami şiddetle ortaya atıldı.”
Peki Mustafa Kemal’in kafasına nasıl bir Cumhuriyet vardı?
İstanbul ve Ankara basını sayfalarını bu tartışmalara ayırmıştı. 23 Eylül günü Tevhid-i Efkar’da çıkan “Cumhuriyet terazisinin hangi kafesi ağır basacak?” başlıklı yazıya göre Halk Fırkası Cumhuriyetçiler ve La Cumhuriyetçiler diye ikiye ayrılmıştı. La Cumhuriyetçilerin bir kısmı mevcut sistemi savunan Hakimiyet-i Milliyeciler, bir kısmı ise İttihatçılardı. Cumhuriyetçiler ise üçe ayrılıyordu: Fransız modelini savunan cumhuriyetçiler, Amerikan modelini savunan Cumhuriyetçiler ve Türkiye tarzını savunan Cumhuriyetçiler.
Mustafa Kemal Paşa ve çevresi Türk tipi Cumhuriyeti savunan üçüncü gruptandı.
Ama 29 Eylül günkü ittihatçılara yakın Tanin Gazetesi’ne göre yeni anayasa tasarısını hazırlayan Mütehassıslar Heyeti üyelerinden Ziya Gökalp, Ahmet Ağaoğlu, Adalet Bakanı Seyit Bey ve Yusuf Kemal Amerikan Cumhuriyet sistemine taraftarlarıydılar. Gazete bu yüzden ABD Başkanı’nın görev ve yetkilerini düzenleyen ABD Anayasası’ndaki 18 maddeyi de okurlarının dikkatine sunmuştu.
26 Eylül günkü Vatan gazetesi de sayfalarını Amerikan ve Fransız modellerini uzun uzun anlatan makalelere ayırmış, Fransız modelinde Cumhurbaşkanı’nın seçildikten sonra parti siyasetinden çekilmesi övülmüş, Amerikan modeli ise “Seçildikten sonra dört sene için diktatör gibidir” denilerek eleştirilmişti.
Dönemin en etkili gazetecilerinden Hüseyin Cahit Yalçın Fransız tarzı cumhuriyeti savunanlar arasındaydı. Ama onun da aynen değil Meclis’e daha ağırlık vererek kabul edilmesini istiyor “Meclis-i Mebusan’ın feshi, meclisten çıkan kanunların kabulü meselelerinde cumhurbaşkanının hukukunun tahdit edilmeye muhtaç” olduğunu savunuyordu. (Yeni kurulacak Cumhuriyet, Hüseyin Cahit’e iyi gelmeyecek, önce Lozan’la ilgili iki Hintli İngiliz’in mektubunu Başbakanlığa ulaşmadan yayınlamaktan İstiklal Mahkemesi’nde yargılanacak, bir sene sonra da kapatılan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ile ilgili bir habere yer vermekten önce hapse atılacak sonra da Çorum’a sürgüne gönderilecekti)
Mustafa Kemal’e yakın isimlerse her iki modelin de Türkiye’ye uygun olmadığını iddia ediyordu. Daha sonra Cumhuriyet’in uzun süre Adalet Bakanlığı koltuğuna oturacak Mahmud Esad (Bozkurt) o günlerde İzmir’de verdiği bir konferansta şöyle demişti:
“Efendiler, Fransa’da olduğu gibi kuvvetlerin dengesi, Amerika’da olduğu gibi kuvvetler ayrılığına dayanan bir Cumhuriyet şeklini kabul etmek memleketimiz için felaket sebebi olur. Bu iki şekilden birini kabul etmek irticai kabul etmek demektir. Bu iki şekilden birini kabul etmekle halkçılığı, milliyetçiliği tesis için senelerden beri döktüğümüz kanlar, sarf ettiğimiz emekler heder olacaktır. Memleketimiz için en uygun olan cumhuriyet şekli kuvvetler birliğine dayanan Cumhuriyettir.”
Esas büyük tartışma ise yeni Teşkilat-i Esasiyye kanununda Mustafa Kemal’in hem cumhurbaşkanı hem de parti başkanı olacağı haberlerinin çıkmasıyla başladı. Etraflı Düşünelim başlıklı yazısında Hüseyin Cahit “Bu hata olur. Reis-i devlet fırka reisi olamaz. Faal bir siyaset takip eyleyemez. Bunun haricinde düşünülecek, yapılacak şeyler karışıklığa neden olur, zararını çekeriz” derken, Vatan yazarı Ahmed Emin (Yalman) “Gazi Paşa Hazretlerine maruzat” başlıklı yazısında Mustafa Kemal’e seslenerek “Dünyanın hiçbir unvanı, hiçbir imtiyazı, yoktur ki sizi bugünkü mevkiinizden daha yükseğe çıkarabilsin. Aksine olarak unvanların çoğalması milletle sizin aranızda bir engel olabilir... Devlet başkanının parti başkanı mevkiinde bulunması nüfuz ve itibarını sarsacaktır. Pek muhterem Gazi hazretleri, milletin hudutsuz saygı ve sevgisine dayanarak iş gören bir milli rehber durumunda kalacağınızı millete müjdeleyiniz…”
Ama o müjde gelmedi. 29 Ekim 1923’de meclis hükümeti sisteminden Cumhuriyet sistemine geçildi. Meclis iktidarını artık Cumhurbaşkanı ve CHP Genel başkanı olan Mustafa Kemal Paşa’ya devretti. Artık başbakanı ve hükümeti o atıyor, yürütme Çankaya Köşkü’ndeki toplantılarla ilerliyordu. Meclis inkılapların önünde engel olmaktan çıkarılmıştı.
Mustafa Kemal’in hem Reis-i cumhur hem de Cumhuriyet Halk Fırkasının umum reisi olması bir yıl sonra Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurulurken yeniden gündeme geldi. Kısık sesli eleştirilere Mustafa Kemal’in cevabı sert oldu:
“Reisicumhurun fırka reisliğiyle cihet-i alakasını ikide bir tekrar edenler ve bütün cihan bilsin ki, benim için bir taraftarlık vardır: Cumhuriyet taraflılığı, fikri ve içtimai inkılab taraflılığı, Halk Fırkası’nın mefkuresi, esas umdesi olan bu noktada, yeni Türkiye camiasında bir ferdi hariç tasavvur etmek istemiyorum. Onun için Reisicumhur da bulunduğum halde, fırkamızın riyaset-i umûmîsini de fahrile muhafaza ediyorum. Bu suretle yeni Türk devletinin, genç Türk Cumhuriyeti’nin takviye ve tarsinine hizmet etmekte olduğum kanaatindeyim…”
Terakkiperver Fırka’nın kapatılması, Takrir-i Sükun’la tam gaz giden parti-devlet modeline ikinci itiraz 1930’da bu kez bizzat Mustafa Kemal’in isteğiyle Serbest Cumhuriyet Fırkası’ndan sonra geldi.
Bizzat Atatürk tarafında parti kurması için davet edilen Fethi Bey’in (Okyar) şartı Mustafa Kemal’in CHP Umumi Reisliği’nden ayrılmasıydı. Mustafa Kemal, Fethi Bey’i teskin eden sözler ve açıklamalarla onu ikna etmeye çalıştı:
“Bu fırkalar benim iki evladım gibi olacak ve ben -böylece tabir etmekliğime müsâade ederseniz, sizin babanız olacağım ve bir baba iki öz evladına nasıl muamelede bulunuyorsa, ben de aynı şekilde bu iki fırkaya muamele edeceğim. Bundan emin olunuz.”
Ama sahada Ulu Önder’in karşısında iş yapıyor olmak SCF’lilerin işini zorlaştırıyordu. Serbest Fırka ve CHP’liler arasında bu konuda polemikler başladı. Daha sonra Köy Enstitüleri’ni kuracak Serbest Cumhuriyet Fırkası İstanbul İl Başkanı İsmail Hakkı Baltacıoğlu, “Taptığımız Atatürk” başlıklı bir yazı yazarak “Ebedi rehber mutlak Mustafa Kemal’in CHP’den ayrılmasını’’ istemişti. Cevap bir aşamada Atatürk’ü bile Kemalizmden tekfir edecek Dr. Reşid Galip’ten geldi. Delalet isimli cevapta Reşid Galip, Atatürk’e tapmaktan bahseden Baltacıoğlu’nun aslında böyle yazarak Mustafa Kemal hakkındaki gerçek fikirlerini sakladığını iddia edecekti. (Bir nevi kriptolukla suçlayacaktı)
1930 Belediye seçimlerinde SCF’nin beklenemeyen bir başarı elde etmesi CHPlileri iyice telaşlandırmış, Mustafa Kemal’e CHP’nin arkasında olduğunu söylemesi için baskılar artmıştı. Bu arada Fethi Bey de Mustafa Kemal’e bir mektup yazarak tarafsızlığını açıklamasını istedi.
Mustafa Kemal, orta yolu bulmaya çalışan bir mektupla cevap verdi:
“Malumdur ki, resmî vazifem dolayısıyla ben bugün CHF Umumî Reisliği’ni fiilen îfa etmemekteyim. Fiilen riyaset İsmet Paşa tarafından îfa olunmaktadır. Reisicumhurluk vazifesinin hitamında bizzat teşkil ettiğim Cumhuriyet halk Fırkası reisliğini fiilen idare edeceğim tabiîdir… Reisicumhur bulunduğum müddetçe Reisicumhurluğun uhdeme verdiği yüksek ve kanunî vazifeleri, adilane ve bitarafane ifa edeceğime, laik cumhuriyet esası dahilinde her nevi siyasi faaliyet cereyanlarının bir maniaya uğramayacağına emniyet edebilirsiniz efendim…”
Ama öyle olmadı. Bu mektuptan üç ay sonra Serbest Fırka, Menemen Olayları bahane gösterilerek kapatıldı.
Parti-devlet sistemi Atatürk’ün vefatının ardından Millî Şef adını alan İsmet İnönü ile sürdü.
Tekrar göze batması yine çok partili hayatın görünmesiyle başladı…
7 Ocak 1946’da Demokrat Parti’nin kurulmasından beş ay sonra Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Cumhuriyet Halk Partisi kurultayında 708 oyun tamamını alarak yeniden genel başkan seçildi. 22 Haziran 1946’da Vatan Gazetesi’nde bir yazı kaleme alan Adnan Menderes bu duruma tepki gösterdi:
“Fikrimizce parti başkanlığının devlet başkanlığından ayrılması, Türk demokrasisinin halli mecbur bulunduğu bir mesele olarak karşımızdadır. Devlet reisliği yüksek makamının parti mücadeleleri içine sokulamayarak bütün partilerin üstünde kalması ve hepsine karşı aynı adalet ve insaf duygularıyla ve kanunun emrettiği tam tarafsızlıkla hareket edilmesi ancak ve ancak bu meselenin halline bağlı bulunmaktadır…”
Nitekim, 1947’de toplanan Demokrat Parti Birinci Kongresi’nde partinin en önemli davalarından biri olarak “Devlet Reisliği ile fiilî parti reisliğinin bir zât uhdesinde birleşmemesi usulünün kabulü ve tatbikata geçirilmesi” kabul edildi. Şöyle deniyordu:
“... Her vatandaşın yüreğini sızlatan, endişeye düşüren idarî tasarrufların ilk şartı olmak bakımından da Devlet Reisliği ile fiilî parti reisliğinin bir zâtın uhdesinde birleşmemesinin kabulü millî hakimiyet esasının zaruretleri olarak tespit edilmiştir.”
Bunun uygulamaya geçmesi 14 Mayıs 1950 seçimlerinde Demokrat Parti’nin iktidara gelmesinden sonra oldu. Cumhurbaşkanı seçilen partinin genel başkanı Celal Bayar, genel başkanlıktan istifa etti, partinin sade bir üyesi olarak kaldı.
Ama daha da ileri giden partiler olmuştu.
18 Temmuz 1945’te kurulan ilk muhalif parti olan Nuri Demirağ’ın Millî Kalkınma Partisi, Türkiye’de Amerikan sistemini model olarak savundu ve cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini parti programına koydu.
Yasa dışı Türkiye Komünist Partisi’nin legal partisi olarak 14 Temmuz 1946’da kurulan Türkiye Sosyalist Partisi ise neredeyse bugün referanduma giden anayasa paketini savunuyordu: Cumhurbaşkanı’nın dört yıllığına meclis tarafından seçilmesi, gerektiği kadar devlet sekreteriyle hükümetin Cumhurbaşkanı tarafından kurulması, Cumhurbaşkanının icranın başı olması, Cumhurbaşkanlığı ile hükümet başkanlığının birleştirilmesi...
Parti 5 ay sonra kapatıldı. Ama Türkiye’de başkanlık tartışması daha yeni başlıyordu...
Yazarlar
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Önerisiz veya bizzat öneriyle eleştiri” 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları






























































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.11.2025
8.11.2025
3.11.2025
1.11.2025
29.10.2025
27.10.2025
21.10.2025
18.10.2025
13.10.2025
11.10.2025