Yıldıray OĞUR
1920’lerde hafta sonları İstanbul’da Sirkeci ve Galata’dan kalkan vapurlarla İzmir’e, oradan da Mersin’e gidilebilirdi. Vapurların kalkacağı gün ve saat gazetelerden bildirilir, bazı vapurlarda uzun yolculuğa eşlik etmesi için orkestralar dahi hazır bulunurdu. Vapurlar yol boyu sırasıyla Çanakkale, İzmir, Güllük, Bodrum, Rodos, Marmaris, Dalyan, Fethiye, Kalkan, Kaş, Finike, Antalya, Alanya limanlarına uğrayıp, Mersin’e gelir, sonra aynı rotayı izleyerek İstanbul’a dönerdi.
Bodrum, o tarihlerde denizlerinden çıkarılan ve ihraç edilen süngeri, 15. yüzyılda Saint-Jean Şövalyeleri tarafından yaptırılmış, II. Abdülhamit döneminden itibaren hapishane olarak kullanılmış, Birinci Dünya Savaşı yıllarında ise top atışlarıyla yıkılmış kalesiyle tanınan, deniz yolu dışında ulaşılamayan bir Ege kazasıydı.
Kalesi yıkılmış olmasına rağmen, karayoluyla ulaşılamaz olması nedeniyle o yıllarda verilen kalebentlik (mahkûmların kaleden ya da şehirden çıkamaması) cezası için mahkûmların gönderildiği sürgün yerlerinden biriydi. Yani o yıllarda Bodrum adıyla örtüşen kötü bir şöhreti vardı.
Peki nasıl oldu da bu sürgün kasabası bugün Türkiye’nin en gözde tatil, eğlence merkezi oluverdi?
Bunu olağanüstü hal rejimine, basın ve ifade özgürlüğüne kıymet verilmemesine, berbat hukuk sistemimize ve idam karşıtı bir yazıya borçluyuz.
Bu sürgün kasabasına mahkum olarak gelerek kaderini değiştirenin Cevat Şakir Kabaağaçlı ya da bilinen adıyla Halikarnas Balıkçısı olduğu bilinir.
İsmini aldığı paşa bir babası, II. Abdülhamit’in daha sonra gözden düşmüş sadrazamlarından bir amcası olan Cevat Şakir, daha o tarihlerde Oxford’da Yeni Çağ Tarihi okumaya gönderilmiş varlıklı ve eğitimli bir ailenin mensubudur.
İtalya’da tanıştığı, ressamlara modellik yapan Aniesi adlı bir İtalyan modelle evlenerek 24 yaşında Türkiye’ye dönen Cevat Şakir, 1914 yılında Afyon’daki çiftliklerinde babası Şakir Paşa’yı, bu evlilik, savurganlığı ya da bilinmeyen başka bir sebepten aralarında çıkan tartışmadan sonra vurarak öldürür ve 15 yıl kürek cezası alarak hapse girer.
6.5 yıl hapis yattıktan sonra 1921 yılında ağırlaşan veremi nedeniyle çıkarılan bir afla tahliye edilir. İstanbul’a annesinin yanına gelir. Onun hapis yattığı yıllarda Birinci Dünya Savaşı olmuş, bitmiş, döndüğü İstanbul da artık işgal altında bir şehirdir.
Oxford mezunu, Avrupa’da hızlı bir hayat yaşamış Cevat Şakir gitmiş yerine Kenan Rifai’nin müdavimi, bazen başında ırakiyyesi ve sırtında haydariyesiyle tekkesine ve vakit namazlarına gidip gelen bir derviş gelmiştir.
Aynı zamanda işgal yüzünden milli duyguları kabarmış bir vatansever olarak, Sedat Simavi’nin Diken dergisinin kapaklarını hazırlamaktadır. İngiliz işgal kuvvetleri tarafından bir kere gözaltına alınmaya çalışılacak kadar vatansever çizgide yayınlar yapmaktadırlar.
Sonra savaş biter, ülke kurtulur, Cumhuriyet kurulur. Artık Zekeriya Bey’in (Sertel), çıkardığı Resimli Ay’da yazmaktadır. Dergi, Millî Mücadele’yi bütün halkın kazandığını vurgulayan yayınlar yapıyor ve bir meçhul asker anıtı dikilmesini savunmaktadır. Cevap, Atatürk’ün yaveri Kılıç Ali’den gelir; “Meçhul asker anıtını öne sürmek, Başkomutana nankörlüktür.”
Bir süre sonra Şeyh Said İsyanı patlak verir. 4 Mart 1925’de de isyan gerekçesiyle Takrir-i Sükûn Kanunu çıkarılır. Artık sessizlik vaktidir. Her türlü eleştiri ve yayın, isyana teşvik suçuna sokulabilmektedir.
Kanun önce Ankara’ya muhalif yayınlar yapan İstanbul basınını vurur. Tavsir-iEfkâr’dan Velid Ebuzziya, Vatan’dan Ahmet Emin Yalman tutuklanıp, Diyarbakır’daki İstiklal Mahkemesi’ne gönderilir. Ülkenin ünlü gazetecileri, Diyarbakır’da bir camiinin içinde üst üste toplanmış isyancıların yanına kapatılmak istenmiş, Velid Ebuziyya’nın ayaklarına zincir vurulmuştur. (Bunun üzerine Ahmet Emin Yalman’ın, Mustafa Kemal’e telgraflar göndererek artık gazetecilik yapmayacağına dair söz vererek yargılanmaktan kurtulduğu söylenir. Yalman gerçekten uzun yıllar gazeteciliği bırakıp, araba lastiği satmış, reklam yazarlığı yapmıştı.)
Babiali’nin en meşhur isimlerinden Hüseyin Cahit ise gazetesi Tanin’de Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’daki polis aramasını “Baskın” diye verdiği için yargılanıp, Çorum’a sürgüne gönderilmiştir.
Bu şartlar altındaki ülkede 13 Nisan 1925 günü çıkan Resimli Ay’da, Cevat Şakir’in Hüseyin Kenan mahlasıyla bir hikâyesi yayınlanı: “Hapishanede idama mahkûm olanlar bile bile asılmaya nasıl giderler?”
Yazıda Cevat Şakir, hapisteyken tanıdığı asker kaçağı oldukları için idam edilen dört erin son gecesini anlatmaktadır.
“Yalnız, Kunduzlu Mehmet pencerenin yanına oturdu. 26 yıllık hayatının mühim vakaları gözünün önünde birer geçit resmi yaptı. Seferberlik ilan edilince askere alınmıştı. Harp esnasında Çanakkale’de birkaç defa yaralanmıştı. Uzun yıllar içinde kendisi ancak köye gitmek için izin almıştı. Hâlbuki evlatlarını çok özledi. Bir defa uzak sınırlara doğru şimendiferle sevk edilirken tren, köylerinin ta yanı başından geçmişti. İşte yüz adım ötede köylerinin evlerini, hatta kendi evinin çatısını görüyordu Uzun zamandır görmediği çocukları ta şuracıkta, şu çatının altında yaşıyorlardı. Ama gidip de geri dönmemek vardı. ‘Çocuklarımı bir defa göreyim’ dedi. Arkadaşları sen atlarken biz havaya ateş açarız dediler, zira kim atlarsa atlasın vurulsun diye emir vardı. Velhasıl trenden atladı. Bu, işte bir firar vakası olmuştu. Şimdi de onun için asılacaktı.
Derken uzaktan bir zincir şakırtısı duyuldu. Bu korkunç ses, onu ve arkadaşlarını götürüp asacak olan jandarmaların yaklaştığını bildiren meşhur bir haberdi. Kunduzlu, bir anne şefkatiyle arkadaşlarını uyandırdı. Onlar uyanınca anladılar,
“Bismillah” diyerek kalktılar. Sonra, bu dört kahraman, diğer mahpuslarla kucaklaşarak helalleştiler. Gidip kelepçeleri, prangaları, zincirleri taktırdılar. Dik dik ve emin adımlarla yürüyerek hem hapishaneden, hem de hayattan uzaklaştılar. Onlar ölüme değil sanki düğüne gidiyorlardı... Karakuşi bir emrin kurbanı olarak öldürülecek olan bu dört Anadolu çocuğunun ölümle istihza eden vakur hareketleri bana hapishanede yaşayanların yeni bir köşesini gösteriyordu... Onlar öldüklerine değil, gürültüye gittiklerine yanıyorlardı. Hapishanede hakiki katiller keyif sürerken onların öldürülmesi... İşte zavallıları öldüren manevi azap asıl burada idi. Fakat gittiler ve bir daha gelmediler. O gece bütün hapishane onların matemini tuttu.”
Dergi yayınlanır yayınlanmaz Cevat Şakir ve Zekeriya Sertel gözaltına alınır. Ankara’ya götürülürler. Suçlama, “Şeyh Said ayaklanmasının bastırıldığı günlerde halkı askerlikten soğutmak”tır. Bu suçun maksimum cezası da bellidir; İdam.
Ankara İstiklal Mahkemesi’nde görülen davada karşısında Afyon’da babasını vurduğu olay sırasında oranın Jandarma Komutanı olan Ali Çetinkaya’yı görünce bütün ümitleri suya düşmüştür.
Ama araya Zekeriya Sertel’i tanıyan siyasetçiler, Cevat Şakir’in ailesini bilenler girer. Zekeriya Sertel’e Sinop, Cevat Şakir Bodrum’da kalebentlik cezası verilir.
İkisi de yeniden doğmuş gibi mutludurlar.
Ama Sinop iyidir de Bodrum’un adı Cevat Şakir’in gözünü korkutmuştur;
“Bodrum’un adı fenaydı. Eskiden beri Bodrum Kalesi’nden bir zindanmış gibi bahsedilirdi. Zaten Bodrum Kalesi şehri saran bir duvar değil bir kaleydi, belki de sipsivri bir kuleden ibaretti. Bodrum sözü insana bir yapının karanlık alt katı manasını veriyordu. Belki de kalenin zindanıydı. Sultan Hamit zamanında tehlikeli siyasi mahkûmlar oraya kapatılırmış... Velhasıl Cebeciler’de Bodrum ve Bodrum Kalesi’nin ne biçim bir yer olduğunu bilen yoktu. Zaten herkes beni sürgün sayıyordu.”
O tarihlerde Ankara’dan Bodrum’a gitmek için önce trenle İzmir’e gitmek, ardından otobüsle Muğla’ya gitmek gerekmektedir. Tahmini 10 günden fazla sürer bu yolculuk. Ama Cevat Şakir’in yolculuğu 3.5 ay sürmüştür. Yolluk eksik çıkınca yollarda kalmış, yeraltı otellerinde günlerce beklemiş, hatta bindiği tren, devletin mallarına el koyduğunu söyleyen biri tarafından intikam için soyulmuştur.
Milas’a kadar arabayla geldikten sonra yol biter, at sesleri duyulur. Bodrum’a atla gidilecektir. Çünkü Bodrum’a yol yoktur. Cevat Şakir’in deyimiyle “Bodrum yollarında Büyük İskender’in savaş arabalarından bu yana yani 2.300 yıldır tekerlek dönmemiştir”
Yola bir süre atla devam ettikten sonra Cevat Şakir’in at üstünde hem midesi ağzına gelmiş hem de at için üzülmüştür. Jandarmalara yürümek istediğini söylemiş, Milas’tan Bodrum’a kadar uzun bacaklarıyla yürümüştür. Bodrum’a yaklaştıklarında jandarmalar, “şehre at üstünde girmek lazım” diyerek zor bela tekrar onu ata bindirirler.
Bodrum’a vardıklarında müjdeyi kaymakam verir: “Bodrum içinde serbestsiniz.”
Bir ev tutar. Ev deniz kenarındadır. Kirası 25 kuruştur. Kirayı cebinden çıkarıp vermiştir. Ev sahibinden evin anahtarlarını alır. İçeri girer, sokak kapısını kapatır, avludan denize açılan kapıyı açar:
“Heyy! Açılan kapı, birdenbire gözlerime ve gönlüme açık denizleri, kıyı ve adaları verdi. Batı göğünde, günün ufka veda edişi turuncu ve kıpkızıl çizgiler çekmişti. Onların üstünde Bodrum Kalesi kapkara bir siluet kesinliğinde yükseliyordu. Kıyıda beyaz evler pembeleşmiş, denizin mavisi de koyu menekşe olmuştu. Dalgalar eve doğru gelirken, tepeleriyle güneşin son ışığını kaplıyorlar, uçlarından kırmızı kırmızı kıvılcımlar savurarak kapının iki adım ötesinin pembe köpükleriyle yalıyorlardı. Köpükle kapı arasında kum ve gümüş teller gibi parıldayan kuru yosunlar vardı. Çocukluktan beri ilk kez çocuk gibi hıçkıra hıçkıra ağlayarak kapıya dizüstü düştüm. Şiddetle hayret ettim. İçimde hayranlık! Gönül açıklığı! Şükran. Kıyamet kopuyor. Parmaklarımı yosunlara, kumlara daldırdım. Güzel dünyanın kumlarını, deniz çakıllarını, yosunlarını sanki inciymiş, pırlantaymışlar gibi yüzüme gözüme sürdüm, üstüme başıma avuç avuç akıttım. O deniz, o adalar, güzellikle en aşırı hayalin cennet diye göz önüne getirebileceğinden bir kat daha güzeldi. Hele o berrak gök, uzaklıklarda ne uysaldı! Denizi, asma yapraklarının fısıltısını duyuyordum. Burada ölmeyecek kadar kuru ekmek ve suyla yaşamak mutluluğunu özlüyordum.”
İşte İstanbullu Beyaz Türkler’i Bodrum’a Cevat Şakir’in bu muhteşem tasvirleri çekecektir.
Cevat Şakir, 1926’da cezasının yarısını çekmek için döndüğü İstanbul’dan 1928’de bu kez kendi rızasıyla, yanına da bütün parasını yatırdığı tarım, balıkçılık kitaplarını alarak Bodrum’a geri döner. 1947’ye kadar Bodrum’da yaşar. Soyadı kanunuyla Kabaağaçlı soyadını alır ama hem kendi adının ağırlığından kurtulmak, hem de Bodrum’u adından kurtarmak için Halikarnas Balıkçısı adıyla yazar.
Çocuklarının eğitimi için 1947’de taşındığı İzmir’de de gazetecilik ve rehberlik yaparak Türkiye’yi Ege’yle, İyon medeniyetiyle ve denizle tanıştırır. Peynir, su, İstanköy peksimeti, tütün ve rakı dışında bir şey almadan çıkılan, radyo dinlemenin, gazete okumanın yasak olduğu uzun Mavi Yolculukları o başlatır.
Yani bugün Bodrum sahillerinde güneşlenenler bunu idam edilen asker kaçaklarının hüzünlü hikâyesini yazdığı için olağanüstü hal şartlarında yargılanıp ceza almış bir gazeteciye ve onu oraya kadar kovalamış devletin otoriter politikalarına borçlular.
Bazen şerlerden bile böyle hayırlar doğabiliyor.
(Hikayenin daha uzun versiyonu; Alternatif Türkiye Tarihi-1 kitabında)
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
21.06.2025
18.06.2025
16.06.2025
15.06.2025
11.06.2025
8.06.2025
4.06.2025
2.06.2025
1.06.2025
26.05.2025