Yıldıray OĞUR
Türkiye hararetle 2011 yılında imza atılmış, 2012 yılında Meclis’ten oy birliğiyle geçirilmiş İstanbul Sözleşmesi’ni tartışıyor.
Türkiye hararetle 2011 yılında imza atılmış, 2012 yılında Meclis’ten oy birliğiyle geçirilmiş İstanbul Sözleşmesi’ni tartışıyor.
Tartışmanın en hararetlisi ise muhafazakar kesimin kendi içinde yaşanıyor.
Öyle ki; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kızı Sümeyye Erdoğan Bayraktar'ın kurucularından olduğu KADEM, sözleşmeye destek verirken, oğlu Bilal Erdoğan’ın kurucularından olduğu TÜGVA sözleşmeden çekilmeyi savunuyor.
İmzalanmasının üzerinden dokuz yıl geçmiş uluslararası bir sözleşme nasıl oldu da bir anda böylesine hararetli tartışmaların konusu haline geldi sorusuna cevap vermeye çalışmadan önce sözleşmenin tartışılma biçimi üzerine konuşmak gerekiyor.
Çünkü ortaya sürülen argümanlar bundan 17 yıl önce imzalanan başka bir uluslararası sözleşmeyle ilgili tartışmaları hatırlatıyor.
2003 yılında AK Parti iktidarı, AB adaylık sürecinde verilmiş bir sözü yerine getirerek Meclis’ten "İkiz Sözleşmeler" olarak bilinen, Birleşmiş Milletler Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi ve Kişisel ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi’ni geçirmişti.
Aslında bu sözleşmeler 1966 yılında imzaya açılmıştı.
Türkiye imzalamadan önce 190’ı aşkın ülkenin bu sözleşmelerin altında imzası vardı.
İçinde yaşam hakkı, adil yargılanma hakkı, kölelik yasağı, tutuklananların hakları, savaş propagandası yasağı, seyahat özgürlüğü gibi düzenlemeler içeren sözleşmeleri, önce yine AB
sürecinin gereği olarak 2000 yılında DSP-MHP-ANAP hükümeti imzalamış, Meclis’ten geçirmek ise AK Parti iktidarına kalmıştı.
Peki neydi bu 37 yıllık gecikmenin sebebi?
İkiz Sözleşmeler, sömürgecilik sonrası, bağımsızlığını yeni kazanmış ülkelerin katıldığı dünyanın yeni normlarını ortaya koyuyordu. O yüzden sözleşmelerin birinci maddesinde "Bütün halklar kendi kaderlerini tayin hakkına sahiptir. Bu hak vasıtasıyla halklar kendi siyasal statülerini serbestçe tayin edebilir ve ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmelerini serbestçe sürdürebilirler" maddesi yer alıyordu.
Halbuki Türkiye zaten 1945’de birinci maddesi "Milletlerarasında, milletlerin hak eşitliği ilkesine ve kendi kaderlerini kendilerinin tayin hakkına saygı üzerine kurulmuş dostane ilişkiler geliştirmek" diye başlayan Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’ni imzalamıştı.
Sınırları, ülkedeki azınlıkların statüsü Lozan’da tescil edilmiş bir ülkeye karşı, sömürgecilik için 35 yıl önce yazılmış bu madde kullanılamazdı.
Ama bu hukuki açıklamalar kimsenin umurunda olmadı, bu maddenin yer aldığı sözleşmelerin AK Parti iktidarı tarafından Meclis’ten geçirilmesi ulusalcı çevreleri ayağa kaldırdı.
Sözleşmenin imzalandığı dönem ABD’nin Irak işgalinin hemen sonrasına denk geldiği için komplo teorileri için de iklim müsaitti.
İkiz Sözleşmeler’in imzalanmasına "ihanet" "vatan hainliği" dendi, bunun "ulus devletin intiharı" anlamına geldiği iddia edildi, Türkiye’nin bölünmesi, Kürdistan için düğmeye basıldığı yazıldı.
Şimdi tam tersi siyasi açıklamalar yapan İstanbul Üniversitesi Senatosu, o günlerde “İkiz sözleşmeler, ulusal birlik ve bütünlük açısından büyük tehlike oluşturuyor" diye açıklama bile yapmıştı.
İşte böyle büyük laflar edilen İkiz Sözleşmeler’in imzalanmasının üzerinden 17 yıl geçti.
Türkiye hala 17 yıl önceki sınırlarında. Kürdistan kurulmadı. Kimse bu sözleşmedeki maddeye dayanarak kendi kaderini tayin hakkı istemedi. Ulus devlet intihar etmedi.
Metinler üzerinden aşırı yorumlara varmak, hak ve taleplerin önüne gelecekteki olası en kötü senaryoları engel olarak koymak, Türkiye’de her türlü gericiliğin retoriklerinden biri ola gelmiştir.
Bunun en unutulmaz örneklerini başörtüsü yasağını savunanlardan duymuştuk.
Üniversitelerde başörtüsü yasağının kalkmasına karşı, bugün üniversitelerde başörtüsüne izin verilirse, iki yıl sonra başörtüsüz öğrenci kalmayacağı, başörtülü kızların varlığının açık kızlara baskı olacağı gibi projeksiyonlar ileri sürülmüş, afaki gelecek senaryoları o günkü hak talebinin önüne set olarak konulmuştu.
Bugün de İstanbul Sözleşmesi’ne İkiz Sözleşmeler’e karşı ileri sürülenlere benzer iri laflarla, metnin aşırı yorumlanmasıyla, başörtüsü yasaklarını savunanların ileri sürdüğü türden kurmaca gelecek projeksiyonlarıyla karşı çıkılıyor.
9 yıl önce AK Parti iktidarının imzalayıp, Meclis’ten geçirdiği bu sözleşme için şu ana kadar "aileyi yok etmeyi amaçlayan proje", "Asrın fitnesi", "Milli varlığımızı tehdit eden ifsat hareketi", "çocuksuz aile, ailesiz toplum hedefliyor" dendi, sözleşmeyi destekleyenler "Soros destekli" olmakla, "fuhşiyatı desteklemekle", "AKP’nin papatyaları" olmakla suçlandı.
Tabii ki her türlü sözleşmeye, kanuna, düzenlemeye herkesin medeni sınırlar içinde her zaman itiraz etme hakkı var.
Nitekim, tam adı "Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi" olan ve İstanbul’da imzalandığı için İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen bu sözleşmeye imzacı Avrupa Konseyi üyeleri içinden de itirazlar yükseliyor.
Özellikle de muhafazakar gruplar, aşırı sağ parti ve çevrelerden.
Bu olmadık koalisyonların da ortaya çıkmasına neden oluyor.
Örneğin, İstanbul Sözleşmesine karşı yaptığı konuşma Türkiye’de İslami çevrelerde hararetle karşılanan, Whatsapp gruplarında takdirle döndürülen Polonya’nın Adalet Bakanı, temel sloganı "egemenliğimizi yabancı İslam kültürüne karşı koyuyoruz" olan sıkı bir İslamofobik ve göçmen karşıtı aşırı Katolik sağ partinin lideri. Herhalde Haçlı Seferi ilan edilse Edirne’ye doğru ilk koşacaklardan olan bu Polonyalı siyasetçi ile Avrupa’yı Haçlı zihniyetiyle suçlayan Türkiye’deki bazı İslami çevreler yan yana düşmüş oldular.
Yine de Türkiye’de İstanbul Sözleşmesi’ni "asrın fitnesi" demeden eleştirenler de var.
Ama onlarına argümanlarında da ciddi maddi hatalar, aşırı yorumlar, abartılı gelecek projeksiyonları dikkat çekiyor.
Makul eleştirilere bir örnek olarak önceki gün Star’da çıkan Sibel Erarslan’ın yazısı gösterilebilir.
Yazı, başka pek çok kişi ve çevre tarafından da ifade edilen sözleşmeye yönelik temel itirazları toparlaması açısından da üzerinde durulmayı hak ediyor.
Birinci iddia şu;
"Sözleşme, fıtri ve doğal olan kadın veya erkek oluşun yerine, "cinsiyetsizliğin" ikame edilmesini dayatmaktadır. Sözleşmedeki dikkat çekici bir diğer ifade ise "gender stereotype" tir. Cinsiyet hakkında kalıplaşmış yargılar, genellemeler şeklinde tanımlanan bu kavram çerçevesinde sözleşmenin ana gayelerinden birisi olarak; "non stereotyped gender roles" hedeflenmektedir. Bu noktada sözgelimi bir öğretmen kız öğrencisine kızım, erkek öğrencisine oğlum şeklinde seslenemeyecektir. Sözleşmeye göre bu ayrımcılık ve şiddettir."
Öncelikle sözleşme uluslararası olabilir ama Türkiye’yi bağlayan Meclis’ten geçirilen Türkçe çevirisidir. O yüzden kavramların İngilizcelerinden anlamlar çıkarmaya çalışmanın, sözleşmeyi "ecnebi işi" göstermek dışında pek bir anlamı yok.
Adı zaten "Kadına yönelik şiddet" diye başlayan, amacını "Kadınları her türlü şiddetten korumak, kadınlara yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önlemek, kovuşturmak ve ortadan kaldırmak" olarak açıklayan bir sözleşmenin "cinsiyetsizliği" dayattığını söylemek ise oksimoron bir ifade olur.
Ayrıca sözleşmenin hiçbir yerinde "cinsiyetsizlik" kelimesi geçmediği gibi, bu anlama gelecek bir amaçtan da bahsedilmiyor.
Evet, sözleşmenin İngilizcesinde "gender stereotype" diye bir ifade geçiyor ama "non stereotyped gender roles" diye bir ibare geçmiyor.
Ayrıca burada kastedilen "stereotype roles" den kasıt erkeklik ve kadınlık değil. "Stereotype" negatif bir kullanım, en iyi çevirisi "basmakalıp" roller olabilir.
Erkeklerin çalışıp, kadınların ev işlerini yapması, erkek eşini aldatınca elinin kiri, kadın aldatınca iffetsizlik olması gibi basmakalıp rollerden bahsediliyor.
Yani bunun ucu öğretmenin kız öğrencileri kızım, erkek öğrencilere oğlum diye çağıramamasına varmaz.
Ayrıca bir uluslararası sözleşmeyle zaten oraya varılamaz. Sözleşmede böyle bir düzenleme olmadığı gibi, kültür, dil, gelenek kanunla düzenlenemez. Kadın-erkek tuvaletlerini cinsiyetçi bulan bazı radikal talepler var ama kadına yönelik şiddeti ve o şiddeti besleyen hukuki ve zihni altyapıyı değiştirmek isteyen bu ana akım uluslararası sözleşmenin o marjinal talepleri karşılamak gibi bir amacı yok.
Bu ekstrem örnekler sadece sözleşmenin şeytanlaştırılmasına yardımcı olur.
Ayrıca bu örnekte ve benzer eleştirilerde, sözleşmenin bu maddesinin “kadın ve erkek rollerinin kökünü kazımayı” amaçladığı gibi aktarılıyor, bu yapılırken maddenin bir kısmı sansürleniyor.
Halbuki sözleşmenin bu maddesinin tamamı şöyle:
"Taraflar kadının aşağılık bir cins olduğu veya kadın ve erkek için alışılagelmiş rollerin bulunduğu düşüncesine dayanan ön yargıları, örf ve adetleri, gelenekleri ve her türlü farklı uygulamaları ortadan kaldırmak amacıyla kadın ve erkeklere ilişkin sosyal ve kültürel davranış modellerinin değişimini sağlamak için gerekli tedbirleri alır."
Bu maddeden cinsiyetsizlik dayatmasına ya da kadın ve erkek kimliklerinin kökünün kazılacağına varmak için epey zorlamak gerekir.
Benzer bir biçimde şu madde de sözleşmenin "namussuzluğu"na delil gösteriliyor:
"Taraflar kültür, töre, din, gelenek veya sözde "namus" gibi kavramların bu Sözleşme kapsamındaki herhangi bir şiddet eylemine gerekçe olarak kullanılmamasını temin edeceklerdir."
Sözleşmede başına sözde yazılıp, tırnak içine alınan ‘namus’un namus cinayetlerindeki namus olduğunu anlamak herhalde zor değil. Bu maddeyle sözleşme namusa karşı olmuyor, namusun şiddet eylemine gerekçe yapılmasına, bunun ceza indirimi nedeni olmasına karşı çıkıyor.
Erarslan’ın yazısındaki ikinci itiraz ise sözleşmeyle ilgili en yaygın ve popüler itiraz:
“Sözleşmedeki ideolojik terimlerden bir diğeri ‘’sexual orientation’’ yani ‘’cinsel yönelim’’dir. Burada kişinin birey olarak kimliği değil, kişinin cinsel isteklerinin esas alınması söz konusudur. Kadına şiddeti önlemek amacıyla hazırlanan bir yasada, cinsel eğilim, cinsiyet kavramının önüne geçirilmektedir. Sözleşmeye göre cinsiyet tehlikeli, cinsel eğilim ise tehlikesizdir.”
Sözleşmedeki 81 madde içinde sadece tek bir maddede "cinsel yönelim" kavramının geçiyor. Bu böyleyken sözleşmeyi tek bir cümleden hareketle "cinsel yönelimi, cinsiyetin önüne geçirmeye çalışmakla" suçlamak dayanaksız, aşırı evhamlı bir iddia.
İçinde buna yakın bir ibarenin dahi geçmediği bir metni, "sözleşmeye göre cinsiyet tehlikeli, cinsel eğilim ise tehlikesizdir" diye konuşturmak ise ancak gaipten ses duymakla mümkün.
İstanbul Sözleşmesi’nde "cinsel yönelim" kavramının geçtiği tek madde şu:
“Taraflar bu Sözleşme hükümlerinin, özellikle de mağdurların haklarını korumaya yönelik tedbirlerin, cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka tür görüş, ulusal veya sosyal köken, bir ulusal azınlıkla bağlantılı olma, mülk, doğum, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği, sağlık durumu, engellilik, medeni hal, göçmen veya mülteci statüsü veya başka bir statü gibi, herhangi bir temele dayalı olarak ayrımcılık yapılmaksızın uygulanmasını temin edeceklerdir.”
Yani sözleşme hükümleri uygulanırken, bir mağdur, ki bu sözleşmenin mağdurları kadınlar, haklarını korumaya yönelik tedbirlerden yararlanırken, sıralanan pek çok özellik, kimlik veya statüsüyle birlikte "cinsel yönelimi" yüzünden de, yani eşcinsel olması nedeniyle de ayrımcılığa uğratılamaz diyor.
Buna karşı çıkmak, "hayır, o zaman ayrımcılığa uğratılsın" dan başka bir anlamına gelmiyor.
“Cinsel yönelim” kavramının resmi bir sözleşmede geçmesi açısından itiraz edenler olabilir ama bir mağdura bu yüzden ayrımcılık yapılamayacağıyla ilgili bir hükümden Lut kavmine, eşcinsel evliliklere nasıl varıldığını anlamak bir hayli zor.
Ve Erarslan’ın yazısındaki son itiraz;
"Sözleşmenin terminolojisinde dikkat çeken bir diğer ifade; "domestic violence" (ev içi şiddet)in, bizim dilimize "aile içi şiddet’’ olarak geçirilmiş olmasıdır. Sözleşmenin Türkçe metni, aileyi şiddet mekanı, şiddetin doğduğu yer olarak tarif etmektedir."
Evet, sözleşmenin İngilizcesinde "domestic vioelence", Türkçe’ye "aile içi şiddet" olarak tercüme edilmiş. Buradan hareketle "hedef Türk ailesi" deniyor. Aile dışı beraberliklerin kapsam dışına çıkarılmasında art niyet aranıyor.
Bunu iddia edenler sözleşmeyi yazanların İngilizce konuşan ülkelerde değil de Türkiye’deki aile olduğunu da iddia etmiş oluyorlar. Gerçekten birilerinin Türkiye'de aileyi bitirmek için plan yapmakta olduğuna inananlara herhangi bir meseleyi anlatmak zaten mümkün değil, onlar yazıyı burada terk edebilir.
Ama "Domestic" kavramının Türkçe’de benzer bir karşılığı olmaması bir tarafa, sözleşmenin hemen girişi okunmuş olsaydı, orada "Tanımlar" diye bir bölüm olduğu görülecekti. Orada, sözleşmedeki kullanımından neyi kastedildiği açıklanan kavramlardan biri de ‘aile içi şiddet’. Şöyle deniyor:
"Aile içi şiddet; eylemi gerçekleştiren, mağdurla aynı ikametgahı paylaşmakta olsun veya olmasın veya daha önce paylaşmış olsun veya olmasın, aile içinde veya aile biriminde veya mevcut veya daha önceki eşler veya birlikte yaşayan bireyler arasında meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik şiddet eylemleri olarak anlaşılacaktır."
Şimdi gelelim, baştaki soruya: Peki ne oldu da dokuz yıl sonra bu sözleşmenin İslam’a, aile yapımıza ihanet olduğu keşfedildi?
Çünkü imzalamasından dokuz yıl sonra gelen bu ani hiddet, Hz. İsa’nın katili diye ilk gördüğü Yahudi’ye tekme tokat saldıran, ‘ama bu 2000 yıl önce oldu’ denince de ‘ama ben yeni duydum’ diyen adamın öfkesine benziyor.
Aslında ne 2011’den bu yana aileler parçalandı, ne de halkımız kitleler halinde eşcinsel oldu. Hatta 2011’de serbest olan eşcinsel onur yürüyüşleri bile son beş yıldır yapılamıyor.
Bu dokuz yılda değişen tek şey muhafazakar iktidarın kudreti ve muhafazakar kitlelerin özgüveni.
2011 yılında Avrupa ile iyi ilişkileri olan, içerideki güç dengelerini gözeten, başka kesimleri de ikna etmeyi, rıza kazanmayı önemseyen bir iktidar ve muhafazakar kitle vardı.
O atmosferde AK Parti iktidarı Türkiye’deki kadın sivil toplum hareketiyle işbirliği içinde çalışmış, İstanbul Sözleşmesi’ne Avrupa’da öncülük etmiş, sözleşmeyi çekincesiz ilk imzalayan ve Meclis’inden geçiren ülke olmuştu. Yıllarca da iktidar çevreleri bununla gurur duydu. Bu imza, AK Parti icraatlarının anlatıldığı Sessiz Devrim kitabına gururla kondu. Bugün sözleşmeyi asrın fitnesi ilan edenler de herkesin gözü önünde olan bütün bu gelişmelerle ilgilenmediler, bir kısmı da ilgilenmeyi zamanın şartlarına uygun bulmadılar.
Ama 10 yıl sonra artık Avrupa’nın ne dediğiyle ilgilenmeyen, içine doğru kapanmış, içerideki güç dengelerinin tamamını kendi lehine dönüştürmüş, başka kesimleri ikna etmeyi umursamayan ve buna ihtiyacı da kalmayan, uzlaşmayı eziklik olarak gören bir iktidar ve muhafazakar kitle var.
Artık hakim olan, uzlaşma, müzakere, istişareyi eziklik, "birilerine şirin gözükmek" olarak gören ve "bizim dediğimiz olmalı" diyen yeni bir görüş.
İstanbul Sözleşmesi, eskinin uzlaşmacı, demokrat, sivil toplum örgütleriyle birlikte çalışan, dünyaya açık dengeleri gözeten AK Parti iktidarından kalan eski bir hatıra artık.
Artık bu dengeleri gözetmek zorunda olmamanın özgüveniyle, yıllar önce sandıklara kapatılmış kadın-erkek ilişkileriyle ilgili değerler, fikirlerle sözleşmenin maddeleri yeniden süzgeçten geçiriliyor.
Bu yapılırken de ‘İmzalarken kendimizde değildik, meyve suyumuza bir şeyler katmışlar’ gibi tepkiler veriliyor.
Halbuki herkes kendindeydi, neyi imzaladığının da gayet farkındaydı. O gün onu yapmak, ona destek vermek ya da ses çıkarmamak siyaseten doğruydu ve şıktı.
Sözleşmenin içeriği üzerine yapılan tartışmalar kadar iktidarın zayıf ve güçlü olduğu dönemlerde değişen siyaseti açısından da kritik bir tartışma bu.
İstanbul Sözleşmesi’nin ahlaksızlığa neden olduğunu iddia edenler, kınından çıkarılan kılıçlar gibi zamanı geldiğinde sandıklardan çıkarılan hakiki fikirlerin toplumda muhafazakarlara karşı nasıl bir güvensizlik yarattığını, güç ilişkilerine göre bu pozisyon değişimlerinin kamusal ahlaka nasıl kalıcı zararlar verdiğini pek umursamıyor.
Aslında mesele İstanbul Sözleşmesi’nden daha çok, uzlaşma, denge, birbirini göz etme üzerine kurulan ve bir arada yaşamamızı sağlayan toplumsal sözleşmemiz...
Esas yara alan da çekirdek aile değil, içinde yaşadığımız büyük ailemiz...
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERYeni Bir Çözüm Süreci Ne Kadar Mümkün? 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİNSANLIĞIN ÖLÜMÜ 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrtadoğu’nun ‘Yeni Dönemi’ 9.12.2021 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
-
Osman CAN24 Nisan 1915: Kardeşimin Cenazesini Kaldıramadım Hala! 29.04.2021 Tüm Yazıları
-
Verda ÖZERBırak artık eski normali 28.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYAN24 Nisan’ı anmak 24.04.2021 Tüm Yazıları
-
Kurtuluş TAYİZPandemide Erdoğan'ı devirme planı çöktü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali Saydam23 Nisan ‘Çocuklara Hürmet’ Günü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Vedat BilginSistem değişti de ne oldu! 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali TarakçıZEVZEK'in asıl amacı Montrö değilmiş! 17.04.2021 Tüm Yazıları
-
Burak Bilgehan ÖzpekVesayet Nedir, Nasıl Kurulur, Niçin Çöker? 16.04.2021 Tüm Yazıları
-
Firuz TÜRKERDARBE GİRİŞİMİNE HAZIR OLMAK 4.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız RamazanoğluYeni metin ne söyleyecek? 25.03.2021 Tüm Yazıları
-
RAGIP DURAN'Bir tek kişinin otoritesi suçtur!' 22.03.2021 Tüm Yazıları
-
Sevilay YALMANMesele Gergerlioğlu meselesi değil! 19.03.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKBACAKİZMİT KÖRFEZİ YAKIN, DENİZ BİZE ÇOK UZAK! 17.03.2021 Tüm Yazıları
-
Ural ATEŞERANADİL... 21.02.2021 Tüm Yazıları
-
Demir Küçükaydınİki Devrimci – Türeci ve Şahin 4.01.2021 Tüm Yazıları
-
Perihan MAĞDENHayaller: ETHOS, Gerçekler: BİR BAŞKADIR BENİM MEMLEKETİM 18.11.2020 Tüm Yazıları
-
Talat ULUSOY9 Eylül 1922, İzmir’in “KURTULUŞ” Günü’nde… 9.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mahmut ÖVÜRAK Parti mi “İhvan’cı” siz mi operasyon çekiyorsunuz? 8.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mustafa Yurtsever2010 YILI REFERANDUMU’NUN BİTMEYEN HİKAYESİ 29.08.2020 Tüm Yazıları
-
Hilâl KAPLANİstanbul Sözleşmesi yaşatır mı? 7.08.2020 Tüm Yazıları
-
Eşref ÇAKARKonca Yazışmaları... 5.08.2020 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunOsmanlı Kudüs’ü 4.06.2020 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANÜmitliyim, çünkü… 26.05.2020 Tüm Yazıları
-
Kadri GÜRSELTürkiye’de darbe mi olacak gerçekten? 16.05.2020 Tüm Yazıları
-
Sinan ÇİFTYÜREKTürbülanstan mayın tarlasına dalış yapan AKP! 13.05.2020 Tüm Yazıları
-
Yaşar YAKIŞTürkiye’nin iktidar partisi yardımlaşmayı da tekeline almak istiyor 25.04.2020 Tüm Yazıları
-
Orhan PamukEski salgınlar ve bugün biz 24.04.2020 Tüm Yazıları
-
Bejan MATURÖlüm hangi boşluğu doldurur? 12.04.2020 Tüm Yazıları
-
Umut ÖZKIRIMLIKorona ve milliyetçilik 8.04.2020 Tüm Yazıları
-
Raffi Hermon Araks‘ARTSAX (Dağlık Karabağ) MESELESİ, NEDİR VE NE DEĞİLDİR? 1.04.2020 Tüm Yazıları
-
Serdar KAYAİslam, Bilim, Virüs, Kumaş 24.03.2020 Tüm Yazıları
-
Markar ESAYANKarantina günlerinde yalnızlık... 20.03.2020 Tüm Yazıları
-
Eyüphan KAYACorona Virüs bir musibettir 19.03.2020 Tüm Yazıları
-
Merve Şebnem OruçSürreel bir devrim: Gezi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Metehan DemirMoskovanın samimiyet testi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Tayfun AtayGoebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!" 18.02.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın AKDOĞANBirilerini suçlama yarışı 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Hüseyin GÜLERCECHP, şimdi de İlker Başbuğu alet ediyor 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Ufuk COŞKUNCemevleri için Cumhurbaşkanı’na Çağrı! 20.01.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın ERGÜNDOĞANGökdelen hançeri tam İzmir’in kalbine saplanıyordu ki… 16.12.2019 Tüm Yazıları
-
Nihat Ali ÖzcanOrtadoğu’nun karmakarışık halleri 22.10.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TenekeciDün ve bugün 11.09.2019 Tüm Yazıları
-
Haşmet BABAOĞLUİçerisini iyi anlamak için dışarıya bak! 9.09.2019 Tüm Yazıları
-
Esat KORKMAZYOLDAŞIM YAVUZ ÇANAK 29.08.2019 Tüm Yazıları
-
Ali KİREMİTCİDÜNYADA VE TÜRKİYE’DE SİYASET YENİDEN ŞEKİLLENİYOR 13.07.2019 Tüm Yazıları
-
Tayfun TURANAYILANA GAZOZ, BAYILANA LİMON. 11.07.2019 Tüm Yazıları
-
Mustafa DAĞCIÖTEKİLEŞTİRMENİN ÖTESİ= DÜŞMANLAŞTIRMAK 3.07.2019 Tüm Yazıları
-
Gürkan-Zengin23 Haziran seçimleri: Bir vak’ayi hayriyye 25.06.2019 Tüm Yazıları
-
Serdar ESEN"Herşey Çok Güzel Olacak" mı? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Celal DENİZIRKÇILIĞIN TEDAVİSİ VAR MIDIR? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet AY14 Mayıs güzellemelerinin anlamı 15.05.2019 Tüm Yazıları
-
Salih TunaZincir sesleri 23.04.2019 Tüm Yazıları
-
Beril DEDEOĞLUİflas eden tüccar, eski defterleri karıştırırmış 27.02.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TığlıBu ne iki yüzlülük!... 26.02.2019 Tüm Yazıları
-
Nermin ALPAYİNSAN VE EKONOMİK DEĞERİ 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKSUUDİLER UNUTMAK İSTİYOR AMA OLMUYOR 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Ümit FıratBir mahalli seçim hatırası 15.01.2019 Tüm Yazıları
-
Murat AKSOYUnutmayalım yerel seçime gidiyoruz 11.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ekin GÜNBİR… İKİ… İZMİR MARŞIYLA KOŞ! 4.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet SeverTürkiye bu kadar tehdit ve hakaret eden bir Cumhurbaşkanı görmedi 18.12.2018 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
21.06.2025
18.06.2025
16.06.2025
15.06.2025
11.06.2025
8.06.2025
4.06.2025
2.06.2025
1.06.2025
26.05.2025