Adil GÜR
Dünkü Milliyet gazetesinde ocak ayının son haftasında yaptığımız araştırma sonuçlarını okudunuz. Vatandaşların yüzde 85’i referandum sandığı önüne geldiğinde mutlaka gidip oyunu kullanacağını söylüyor. Geçmiş seçimlere ve halk oylamalarında baktığımızda katılımın ne zaman yüksek ne zaman düşük olduğu ile ilgili kanaatlere sahibiz. Türkiye’de sandığa katılım, batı demokrasilerine göre hep yüksek oluyor, hem de çok yüksek. Ülkemizde seçmenler oy kullanma hakkını sonuna kadar kullanmaya çalışıyorlar. Bunun birden çok nedeni var.
En önemli neden, sandıktan çıkan sonucun insanların hayatlarını olumlu veya olumsuz etkileyeceği yönündeki algı. Ve bu algı seçim takvimi sürecinde siyasiler eliyle oluşturuluyor. Batıda iktidarların değişmesi seçmene göre ekonomi veya dış politikada küçük bir takım değişikliklere neden oluyor. Yani İngiltere’de İşçi Partisi’nin veya Muhafazakar Parti’nin, Almanya’da Sosyal Demokratların veya Hıristiyan Demokratların hatta Yeşillerin, ABD’de Cumhuriyetçilerin veya Demokratların kazanması veyahut kaybetmesi, seçmene göre hayatlarını, gündelik yaşamlarını çok etkilemiyor. Seçmende bu algı hakim. Halbuki Türkiye’de “Sandıktan çıkan sonucun vatandaşın gündelik yaşamını etkileyeceği” düşünülüyor. Vatandaş bu refleksle sandığa gidiyor ve oyunu kullanıyor. Önümüzdeki halk oylamasında da seçmenlerin yüksek oranda sandığa ilgi göstereceğini gerek araştırma sonuçlarından, gerekse geçmiş sandık tecrübelerinden okumak mümkün.
Bugünden bakıldığında her 100 kişiden 85’i ‘sandığa gidip mutlaka oyumu kullanacağım’ diyor. Geçmişten bugüne yapılan referandumlara bakıldığında bu kez konu çok daha önemli. Türkiye’de Hükümet Sistemi değişikliği ile ilgili bir halk oylaması yapılacak. Vatandaşta, yapılacak bu değişikliğin kendisinin, çocuklarının ve ülkesinin geleceği ile ilgili çok önemli sonuçlar doğuracağı algısı hakim. Gerek Evet, gerekse Hayır kampanyasını yürütenlerin işte tam da bu noktada algılar üzerinde etkili olacak kampanyalar yürüteceğini ve bu nedenle katılımın yüksek olacağını düşünüyorum.
Katılımı etkileyen ikinci neden “Mevsim”. Örneğin, yaz aylarında okulların kapalı olduğu tarihlerde nüfusun yüksek oranda yer değiştirdiğini biliyoruz. Bu nedenle katılım diğer seçimlere göre daha düşük oluyor. Çünkü, okullar tatil olduğunda hali vakti yerinde olan tatile, kıt kanaat geçinenler ise memleketine köyüne gidiyor. Bu nedenle bir bölümü oy kullanamıyor veya kullanmıyor. Önümüzdeki halk oylamasının nisan ayının ortasında yapılacağını varsayarsak, yüksek katılım bekliyorum. Referandum konusunun hassasiyeti ve önemi katılımı daha da artıracaktır.
Katılımı düşürecek belki de en önemli etken, “Evet” veya “Hayır” oylarından birinin açık ara önde algısının oluşmasıdır. Yani ben olsam da olmasam da bu sonuç çıkar düşüncesi, seçmenin sandığa gitme motivasyonunu düşürüyor. Örneğin 2014 Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’ın %54 ile %60 arasında bir oranla seçimi kesin kazanacağını gösteren anketler ve algı AK parti seçmeninin bir bölümünü rehavete itti, sandığa gitmedi. Ve seçim %51.8 ile tamamlandı. Özetle, benim oyum seçimin sonucunu değiştirmiyor algısı, katılımın düşmesine neden oluyor.
Bu nedenle,“Evet” veya “Hayır” kampanyasını yürütenlerin taraftarlarını iyi motive etmeleri gerekiyor. Katılım düşük olduğu takdirde, taraftarlarını iyi motive edip sandığa götürmeyi başaranların daha avantajlı olacağını söylemeye gerek yok. Bugünden bakıldığında Evet veya Hayır oyu vereceğim diyenlerin eşit oranda motive olduklarını görüyoruz. Bunun temel nedeni, kamuoyunda referandumda Evet veya Hayır oylarının birbirine yakın, başa baş, bıçak sırtı olduğu algısının yüksek olması.
Önümüzdeki süreçte Evet veya Hayır kampanyasını yürütenlerin, “Oyumuz şu kadar!”, “Açık ara kazanıyoruz!”, açıklamalarının en çok kendi seçmenlerinin motivasyonunu olumsuz etkileyeceğini unutmamaları lazım.
Sandıktan ne çıkarsa çıksın; Evet diyenlerin de, Hayır diyenlerin de, hepimizin, aynı geminin içinde olduğumuzu unutmadan; birlik, beraberlik ve kardeşliğimize en küçük bir zarar getirmeyecek bir referandum süreci dileğiyle…
Yazarlar
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUÇevremiz çok bilinmeyenli bir denklem gibi, yoksa bilinebilir mi? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYargı niye böyle? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.04.2017
9.02.2017
3.02.2017
21.03.2017
13.03.2017
6.02.2017
28.02.2017
26.02.2017
21.02.2017
14.02.2017