Akın ÖZÇER

Akın ÖZÇER
Akın ÖZÇER
Tüm Yazıları
Aynadaki görüntümüz
16.10.2012
3247

 Avrupa Birliği (AB) Komisyonu, aday ülkelerin Kopenhag ölçütlerini karşılamak ve Topluluk müktesebatına uyum sağlamak için kaydettiği ilerlemeleri yıllık raporlarla değerlendiriyor. Aday ülkelerin yıl içinde gerçekleştirdiği siyasi ve ekonomik reformların sıralandığı ve üyelik sürecini olumsuz etkileyebilecek faktörlerle birlikte değerlendirildiği ilerleme raporlarını o ülkelere tutulan bir aynaya benzetmek mümkün. Aslında Komisyon ve aday ülkenin yetkilileri arasındaki diyalog kanalları açık tutulduğu için aynadaki görüntü tümüyle olumsuz da olmuyor. Olumsuz gelişmeler yumuşatılarak ya da olumlu unsurlar ön plana çıkarılarak görüntü biraz rötuşlanıyor.


AB Komisyonu geçen hafta Türkiye ile ilgili son yılların en olumsuz İlerleme raporunu yayınladı.

Bu raporların yarıdan fazlasıyla bürokraside görevliyken, hatta üçüyle Dışişleri’nde tam da siyasi ölçütlerle ilgili dairenin başındayken karşılaştım. İçerik ve kullanılan ifadeler üstünde son âna kadar Brüksel’le “pazarlık” yapıldığını gördüm. Toplumun duyarlık gösterdiği konularda eleştirilerin yumuşatıldığına ve reform sürecinin devamı için hükümetlerin cesaretlendirildiğine tanık oldum.

Bununla birlikte, bugüne kadar yayımlanan 15 raporun birçoğunda aynadaki görüntümüz iç açıcı olmadı. Bu nedenle Komisyon’u ve AB’yi suçlamak yerine, bizden kaynaklanan ve kökleri derinlere giden şu gerçeğe parmak basmakta yarar var: bürokrasinin hâkimiyetindeki devlet başından beri, sürece nasıl uyum sağlanacağıyla ilgilenmiyor aslında. Bu süreci en az değişimle statükoya uyarlamanın peşinde koşuyor ne yazık ki. Bu acı gerçeği Ulusal Program çerçevesinde reform çalışmalarına katılmış bir bürokrat olarak ve gözlemlerime dayanarak söylüyorum.

Bu konuda Newsweek Türkiye ’de ve Taraf ’ta yeri geldikçe ayrıntılara girmeden yazmış olduğum gibi, üçlü koalisyon hükümeti döneminde sivil bürokrasinin hazırladığı raporda (DPT AB İhtisas Komisyonu’nun siyasi kriterler raporu/ 2000) yer alan reformların yaklaşık yarısı o zaman asker ağırlıklı olan MGK Genel Sekreterliği’nce tırpanlanmıştı. Bu nedenle ilk Ulusal Program orijinal listedeki reformların ancak bir bölümünü kapsamıştı. Bu reformların büyük bölümü AK Parti hükümetinin çıkardığı paketler sayesinde 2004’e kadar gerçekleştirilmişti.

AB Komisyonu o dönemde Türkiye’de olan bitenden haberdardı; Ankara’daki temsilciliği DPT raporunu incelemiş, hatta İngilizceye bile çevirmişti. Rapor Avrupa Parlamentosu’nda Türkiye’nin üyeliğini destekleyen parlamenterler tarafından da kullanılmıştı. O bakımdan AB Komisyonu, DPT raporunda bulunan ama ilk Ulusal Program’a girmeyen reformların (YAŞ kararlarına yargı yolunun açılması, azınlık vakıflarının mallarının iadesi vb.) neler olduğunu bilecek durumdaydı ve olasılıkla bunu yapanın MGK olduğunu da öğrenmişti. Komisyon ileriki yıllarda “tırpanlanan” konuları önümüze yeniden getirdi. Bunlardan azınlık vakıflarıyla ilgili sorun gibi çözüme kavuşturulanlar oldu ama daha hâlâ el sürülmemiş olanlar da var.

AB Bakanı Egemen Bağış dile getirdiği hayal kırıklığı nedeniyle son İlerleme raporu hakkında soğukkanlı bir değerlendirme yapmamış olmalı ki görüntüsünü beğenmediği aynanın kırık olduğunu söylüyor. Ben yeni anayasaya önem atfettiğinden kuşku duymadığım Sayın Bağış’ın AB’den çok reform sürecimizin yavaşlığından şikâyet etmesini beklerdim. Yeni anayasa süreci bir buçuk yıldır emekliyor mesela. Sonra eski bir DPT raporunda yer aldığı hâlde yıllardır gündeme gelmeyen reformların kimler tarafından sumen altı edildiğini bilmek isterdim. Öyle inanıyorum ki kendini Türkiye’nin sahibi gören bir irade, Helsinki’den bu yana “AB bizi bölmek istiyor” düsturuyla başlattığı üyelik karşıtlığını “büyüyen Türkiye’nin kriz içindeki AB’ye artık ihtiyacı yok” safsatasıyla sürdürüyor.

Kabul etmek gerekir ki AB’ye üye olmak ya da olmamaktan çok, AB’nin temsil ettiği evrensel demokratik değerleri benimsemek önemli. AB karşıtı görünen bürokratik irade aslında AB’ye değil, bu değerlere dayalı demokratik bir düzen kurulmasına karşı. Başka bir deyişle itiraz AB üyeliğine değil, Kopenhag ölçütlerine. Öyle olmasaydı aynanın öbür yüzünü oluşturan AB’nin bazı üyelerinin Türkiye’nin üyeliğine olumsuz yaklaşımına bakılmadan bu ölçütler karşılanırdı. Kaldı ki Kopenhag ölçütleri kurucu üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi’nin ölçütleriyle de birebir örtüşüyor.

Bana öyle geliyor ki Türkiye’nin asıl sorunu demokratik değerleri sulandırmadan kabul etmek istememesinden kaynaklanıyor. Keşke Uzlaşma Komisyonu demokratik bir anayasanın ilkeleri üzerinde anlaşsa da bu söylediklerimin hepsi yanlış çıksa.


[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar