Akın ÖZÇER

Akın ÖZÇER
Akın ÖZÇER
Tüm Yazıları
Yasama dokunulmazlığı ve ifade özgürlüğü (1)
11.12.2012
2821

 Yasama dokunulmazlığının kökeni 14. yüzyıl Büyük Britanya’sına dayanıyor. Parlamentonun“Yüksek Mahkeme” işlevini gördüğü o dönemde dokunulmazlık, Avam Kamarası’nı oluşturan halkın seçilmiş temsilcilerini, Kral ve Lordların müdahalelerine karşı korumaya yönelik bir dizi bağışıklık (immunity) içeriyordu. Avam Kamarası yasama organına dönüştüğünde bağışıklıklarını muhafaza etmeyi başardı. Böylelikle Türkçeye dokunulmazlık olarak çevirdiğimiz bağışıklıklar sistemi, parlamentarizme geçmek isteyenler için bir “esin kaynağı” ve nihayet Kral’ın mutlak iktidarını sınırlayacak bir “araç” oldu. Örneğin 1789’da Fransız devrimciler, Kral XVI. Louis’ye karşı yasama dokunulmazlığını savunurken, bu ilke tüm Fransız anayasalarında, ilkinden (1791) bu yana yer aldı.

Dokunulmazlığın tarihsel gelişimini kısa bir köşe yazısına sığdırmak kolay değil kuşkusuz ama bu ilkenin ana hatlarıyla muhalefeti ve azınlıkta olanları çoğunluğa ve iktidara karşı korumayı amaçladığını söylemek mümkün. “İşlevsel” tabir edilen dokunulmazlık ve “sorumsuzluk” ilkesimilletvekiline görevi süresince ve görevine bağlı olarak medeni ve cezai yargı bağışıklığı sağlıyor. Bu sorumsuzluk, görev süresi sona ermiş dahi olsa, geriye yönelik olarak “Meclis çatısı altında dile getirilen düşünceleri ve söylenen sözleri” de kapsıyor. “Kürsü bağışıklığı”(chair immunity) olarak anılan bu sisteme mevcut anayasanın 83. maddesinin ilk fıkrasında da ismi zikredilmeden yer veriliyor.

Kürsü bağışıklığı, görevle bağlantılı olmayan ve Meclis dışında dile getirilen sözleri ve özgürlük kavramıyla bağdaşmayan hakaret ve nefret söylemini kapsamıyor. Bu konularda seçilmiş kişi bir suç işleyecek olursa, hukuki sonuçları yasama döneminin sonuna erteleniyor ki buna da “usule ilişkin bağışıklık” (immunité de procédure) deniyor.

Kürsü bağışıklığının ifade özgürlüğünün gelişmiş olduğu demokratik bir hukuk devletinde önemini yitirdiği düşünülebilir. Kürsüde dile getirilen sözlerle sokaktaki adamın söyledikleri arasında ifade özgürlüğünün sınırları bakımından fark kalmadığı vurgulanabilir. Konuya zorunlu yargı yetkisini tanıdığımız AİHM optiğinden bakılırsa, ifade özgürlüğünün Handyside kararında (1976) altı çizildiği gibi, “devlete veya halkın bir kesimine ters düşen, şoke eden veya üzüntüye sevk eden fikirler” için de geçerli olduğu görülür. Bu durumda düşünceyi ifadede sadece hakaret, nefret söylemi ve şiddete çağrı suç unsuru oluşturuyor. Bu ölçüt, sokaktaki adamı olduğu kadar onun parlamentodaki temsilcisini de bağlıyor.

Bununla birlikte, AİHM’in dokunulmazlıkla ilgili içtihadına baktığımızda, bir yandan seçilmişin dokunulmazlığını koruma altına aldığını, diğer yandan ifade özgürlüğünü sokaktaki adamın özgürlüğüne oranla daha geniş değerlendirdiğini görüyoruz. Strasbourg Mahkemesi bu görüşünü, söz gelimi Cordova kararlarında (2003) olduğu gibi, siyasetçinin seçmenlerini temsil ettiği, kaygılarını dile getirdiği ve çıkarlarını savunduğu gerekçesine bağlıyor. Bu yaklaşımdan, AİHM’in seçilmişlerin hem yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına, hem de ifade özgürlüğünün ihlaline duyarlı olduğu sonucunu çıkarabiliriz.

Bu konuya bir sonraki yazımla devam edeceğim. Geri kalan birkaç satırı, Pınar Selek’in tartışma konusu davasının 13 aralık günü, saat 13:00’te Çağlayan Adliyesi’nde görülmeye başlanacağını anımsatarak noktalıyorum. Onun adaletten alacaklı olduğunu düşünenler, ona destek verenler duruşma öncesinde C kapısında buluşuyor. Adaletin yerini bulması umuduyla...

[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar