Akın ÖZÇER
Sitede yayımladığım ilk iki yazı, güncelliğinden dolayı Kolombiya barış süreciyle ilgiliydi. Bugün de Türkiye’deki çözüm sürecini ele alacağım. Ama önce Kolombiya ile ilgili şu tespiti anımsamakta yarar var. Diğer Latin Amerika ülkeleri gibi başkanlık sistemiyle yönetilen Kolombiya’da Başkan Juan Manuel Santos, 18 Kasım 2012’den bu yana yaklaşık 50 yıldır ülkeyi eylemleriyle yaşanmaz hale getirmiş olan terör örgütü FARC (Kolombiya Silahlı Devrimci Güçleri) ile Havana’da barış müzakereleri yürütüyor. Mayıs ayındaki başkanlık seçimlerinde olasılıkla yeniden aday olması beklenen Santos’un amacı altı gündem maddesi üzerinden yürütülen müzakereleri o tarihe kadar anlaşmayla sonuçlandırmak ve anlaşmayı ikinci bir sandıkta halka onaylatmak.
Son yazımda aktardığım gibi, barış müzakerelerinde ikinci gündem maddesi üzerinde uzlaşma sağlanmasının ardından Gallup’un yaptığı kamuoyu yoklaması, FARC ile anlaşma umudunun biraz artmasının bile yolsuzlukların üstüne yeterince gidemediği ve çeşitli ekonomik sıkıntılar nedeniyle halk desteği giderek azalan Santos’a puan kazandırdığını ortaya koyuyor. Öyle ki Santos, barış müzakerelerinin başarıyla sonuçlanması halinde başkanlık seçimlerini şimdiden ikinci turda rahatça kazanacak görünüyor.
Ülkelerin on yıllardır süregelen sorunlarının çözümü geleceklerini olumlu yönde değiştirecek kadar önemli kuşkusuz. O bakımdan dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar çözüme katkıda bulunan siyasi aktörlerin, Kolombiya’da olduğu gibi, bu katkılarının karşılığını halk desteği olarak almaları şaşırtıcı değil. Hem de başka konularda –varsa- bazı yanlış politikalarına ya da söylemlerine karşın. Barış ya da çözümün karşılığı halk nezdinde tam (12) puan kısacası.
Aynı şeyin Türkiye için de geçerli olmaması mümkün değil. On yıllardır süregelen ve içinde şiddet boyutunu da barındıran Kürt sorununun çözümü Türkiye’nin geleceğini olumlu yönde değiştirecek kadar önemli elbette. O bakımdan on ay kadar önce başlatılan çözüm sürecinin başarıyla sonuçlanmasının siyasi aktörlerine halk desteği olarak dönmesini doğal karşılamak gerekir.
Çözüm sürecinin teyidi
On aylık bilançosu çözüm sürecinin arzu edilen süratte ilerlemediğini ama en olumlu yönünün silahların konuşmaması olduğunu ortaya koyuyor. PKK’nın militanlarını öngörülen takvime uygun şekilde ve belirlenen oranda sınır dışına çekmediği, demokratikleşme paketinin yeterli olmadığı ve yeni anayasa çalışmalarının kilitlendiği bir ortamda kan dökülmemesi önemli bir kazanım kuşkusuz. Sadece can kaybı olmadığı için değil ayrıca şiddetten arındırılmış ortam ne kadar uzun olursa şiddete dönüş o kadar güçleştiği için de. Ama MHP’nin doğrudan hedef aldığı, CHP’nin de en azından desteklemediği bu sürecin canlandırılması gerekiyordu ki hafta sonu Diyarbakır’da Erdoğan-Barzani buluşması gerçekleşti.
Çözüm sürecine koşulsuz destek veren Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Barzani’yi ağırlamak için Diyarbakır’ın seçilmesi, Başbakan Erdoğan’ın yaptığı konuşmanın içeriğinden de anlaşılacağı gibi, AK Parti’nin çözüm yönündeki siyasi iradesini teyit ediyor. Diyarbakır’ın sürece sahip çıkmasını isteyen Erdoğan’ın “dağdakilerin indiğini, cezaevlerinin boşaldığını, 76 milyonun bir olduğu, beraber olduğu, birlikte (…) yeni Türkiye olduğunu göreceğiz. Hiç endişeniz olmasın” sözleri bu konudaki kararlılığını, somut demokratikleşme adımları atmaya devam edeceğini vurguluyor. Bunu bazı Batı haber ajanslarına yansıdığı gibi sürece ivme kazandırma girişimi olarak değerlendirmek de mümkün elbette.
Çözüm sürecinin başarısı için Türkiye’nin demokratik bir hukuk devletine dönüşmesi şart ama bunun için gerekli olan demokratik bir yeni anayasanın dört siyasi partinin uzlaşmasıyla çıkarılması mümkün görünmüyor. MHP Başkanı Bahçeli’nin Irak’ta seçilmiş bir siyasetçi hakkında hakarete varan ağır sözler sarf ettiği ve Diyarbakır ziyaretini “ikinci Habur rezaleti” olarak nitelediği dikkate alınırsa, bu pek de şaşırtıcı değil. Lideri olduğu KDP (Kürdistan Demokratik Partisi) ve PKK arasındaki siyasi rekabet, hatta çekişme tartışılırken, Barzani’yi PKK’yı silahlandırarak ülkemize saldırtmakla suçlayan zihniyetle Erdoğan’ın “her etnik unsurla, her mezheple birlikte inşa ettiklerini” söylediği yeni Türkiye hedefi bağdaşabilir mi?
Eski Türkiye’nin siyasi partileri
Bahçeli’nin” Türkiye’nin Kürt sorunu yoktur ve olmayacaktır” dediği ve silahların konuştuğu dönemlerde, kendi deyimiyle “terör ve bölücülüğün zirve yaptığı bölgeleri kuşatan yerlerde” sorunu körükleyen Olağanüstü Hal’i savunduğu anımsanırsa, bu sorunun yanıtının olumsuz olduğuna kuşku yok. Bu zihniyetle evrensel demokrasi ilkelerine dayanan yeni bir anayasa yapılması mümkün değil. MHP zaten bu görüşleri doğrultusunda koyduğu kırmızıçizgilerle demokratik bir yeni anayasa yapılmasına engel oluyor. Kürtlerin eşitlik sorunu yok sayılıyor, ana dilde eğitim gibi bireysel haklarından, “bölünürüz” yaygarasıyla vazgeçmeleri isteniyorsa, Erdoğan’ın bittiğini söylediği eski Türkiye’nin asimilasyon politikaları savunuluyor demektir.
Eski Türkiye ile ilgili olarak AİHM geçen hafta olağanüstü halin uygulandığı 26 Mart 1994 tarihinde Türk savaş uçaklarının Şırnak merkeze bağlı iki köyü bombalayarak 30’dan fazla kişinin ölümüne neden olduğu gerekçesiyle Türkiye’yi rekor (2 milyon 305 bin avro) tazminat ödemeye mahkûm etti. MHP’nin teröre çare olarak savunduğu olağanüstü hal rejiminde meydana gelen bu olayla ilgili olarak o zaman dava dahi açılmamış. Soruşturma yapılmış ama takipsizlik kararı verilmiş. Bu karara itiraz edilmiş ama sonuç alınamamış. Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi’nin dediği gibi, AİHM bu kararla Türkiye’nin, kendi topraklarında kendi halkına yönelik bir bombalama gerçekleştirdiğine ve 30’u aşkın kişinin yaşam hakkını ihlâl ettiğine kanaat getirmiş. Ne utanç verici değil mi?
Aslında utanılacak bir başka şey daha var. O da Türkiye’nin AİHM ile işbirliği yapmayarak, o tarihte o bölgeye yönelik bir hava harekâtı olmadığını savunmuş olması. Askeri makamlara soruluyor ve oradan ısrarla bu yönde bir yanıt alınıyor. Davacı taraf aradığı aranan belgeyi sivil havacılıktan sağlayarak AİHM’e sunuyor. Utanç verici gerçek bu kadarla da sınırlı değil. Ayrıca öldürülenlerden 25 sivil toplu mezara gömüldüğünden nüfus kayıtlarına göre hayatta görülüyor. Var olduğuna tüm saflığımızla inandığımız devlet ciddiyetinin eski Türkiye’de ne halde olduğunun acı örneklerinden biri bu, ne yazık ki.
Eski Türkiye’yi Silivri mahkûmlarına desteği ve yeni anayasadaki kırmızıçizgileriyle savunan ana muhalefet partisinin ise Barzani ziyaretiyle ilgili tepkisi ziyaretin iç politikaya malzeme yapıldığı ve Barzani’nin tuzağa düşürüldüğü şeklinde oldu. Kılıçdaroğlu bu tuzak nedeniyle olumsuz bir tablo olduğunu ve bu tablonun siyasete nasıl yansıyacağının önümüzdeki günlerde görüleceğini söylemekle yetindi. Barzani’nin iç politikaya malzeme olması –eğer öyle sayılıyorsa- çözüm sürecine verdiği güçlü destek. Sürece destek, siyasi aktörlerine destek anlamı da içeriyor elbette. Süreç nedeniyle AK Parti’nin oy arttırmasından kaygılanılıyorsa, bu etkiyi sıfırlamanın yolu bu sürece ve sürecin başarısı için şart olan yeni anayasaya destek vermek. Ama CHP bugüne kadar bunu yapmış değil. Belli ki bu dezavantajını AK Parti’nin hataları üzerinden seçmenin bilinçaltına “diktatör Erdoğan” algısını yerleştirerek gidereceğini düşünüyor. Ama Erdoğan’ın söylem ve politikalarıyla yaptığı hatalar bu algıyı destekleyecek ve çözüm bonusunu sıfırlayacak boyutta mı?
Erdoğan’ın hataları ve çözüm bonusu
Aslında Başbakan Erdoğan’ın bugüne kadar yaptığı hataların en vahimleri bürokratik elitlerin etkisiyle eski Türkiye’yi çağrıştıran söylem ve politikaları oldu. Bu kategorideki hatalarına örnek olarak Uludere’yi göstermek mümkün; Uludere’de olanlar AİHM’in yukarıda sözünü ettiğim Türkiye’yi mahkûm ettiği kararına temel oluşturan köyleri bombalama olayını andırıyor. Olağanüstü hal olmadığı için Uludere’yi Şırnak’taki olay gibi inkâr etmek ve ölenlerin ortadan kaldırılmak mümkün olmadı neyse ki. Ama Erdoğan’ın reformist kimliğine halel getirdiğine kuşku yok. Tıpkı çözüm sürecine kadar izlediği ve MHP’nin desteğini aldığı terörle mücadele politikası ve Gezi’deki başta olmak üzere bazı protesto gösterilerinde polisin orantısız güç kullanmasını mazur gören açıklamaları gibi. Eski Türkiye’yi savundukça, AK Parti’nin reformist kimliği ve buna bağlı olarak toplumsal desteği de azalıyor doğal olarak.
Erdoğan’ın diğer hatalarını ise iki grupta toplamak mümkün; birincisi muhafazakâr bir parti olarak örneğin kürtajın kısıtlanması gibi bu tür partilere özgü bir politika izlemesi ki bunu hata olarak nitelemek doğru değil aslında. Mesela İspanya’da Rajoy hükümeti de benzeri bir politika izliyor. Üç çocuğun sosyal önlemlerle teşviki de öyle sonuçta. Fransa gibi büyük bir AB ülkesinde de üç çocuk teşvik ediliyor. Ama siyasetçiler bununla ilgili olarak “pederşahi” söylemlerde bulunmuyor.
Başbakan Erdoğan’ın ikinci grupta yer alanlar hatalarını ise sadece kendi tabanını esas alan söylemleri oluşturuyor. Öğrenci evlerine ilişkin yaklaşımı mesela; Erdoğan’ın kız ve erkek öğrencilerin aynı evde kalmasının uygunsuz olduğunu söylemesinin kabulü mümkün değil. Çünkü farklı cinsiyetten öğrencilerin aynı evde kalmalarından aralarında özel bir ilişki olduğu sonucunu çıkarmak yanlış olduğu kadar onur kırıcı bir yaklaşımdır da aynı zamanda. Bu tür hatalar, “ılımlı İslamcı” etiketini üzerinden bir türlü koparıp atamayan bir partiyi kamuoyunda olduğundan çok daha olumsuz etkiliyor.
Kabul etmek gerekir ki AK Parti ve Başbakan Erdoğan tüm bu olumsuzluklarla kırılan notunu yeni Türkiye’yi kurmaya yönelik reformist adımlarla fazlasıyla telafi ediyor. Bugüne kadar ağır aksak da olsa yürüyen çözüm sürecinin arkasındaki siyasi iradenin Diyarbakır’da bir kez daha teyit edilmesi yeni Türkiye’nin inşasına yönelik önemli bir adım. Kolombiya’da olduğu gibi, altının doldurulması kaydıyla getirisinin de yüksek olmasını doğal karşılamak gerekir. 12 puan günümüzde barışa, çözüme, demokratikleşmeye gidiyor kuşkusuz; 2000’lerde 30’lu, 40’lı yılların politikalarını ısrarla savunanlara değil.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
24.05.2018
9.02.2018
24.04.2018
11.04.2018
28.03.2018
22.03.2018
15.03.2018
1.02.2018
7.02.2018
31.01.2018