Akın ÖZÇER

Akın ÖZÇER
Akın ÖZÇER
Tüm Yazıları
Siyaset mühendisliğinin son umudu ‘cohabitation’
28.08.2014
2224

 CHP ve MHP parti yönetimlerinin ortak çatı adaylarının başarısız olduğu seçimlerin ardından sandıktan çıkan cumhurbaşkanına yönelik saygısız söylemlerine ve oylarını Erdoğan için kullanmış seçmeni suçlamalarına bakılacak olursa, siyasi kutuplaşma genel seçimlere kadar geçecek önümüzdeki yaklaşık 10 aylık döneme de damgasını vuracağa benziyor.

Seçimlerde başarısız olan siyasi partilerin kendilerine çeki düzen vermeleri gerekirken, Çözüm Süreci’yle birlikte alevlenen Erdoğan üzerinden siyasi kutuplaşmanın devamından yana tavır almaları doğal değil. Gerçi CHP cephesinde kurultay ve Genel Başkan’a meydan okuyan bir başkan adayı var ama ana muhalefetin ayrı bir tartışma konusu olan başarısızlığını kişilerden çok bütünlük arz etmeyen çelişkili politikaları ışığında değerlendirmek gerekiyor.

Ana muhalefetin ayrıca desteklemediği cumhurbaşkanlarını boykot etme gibi anti-demokratik bir kötü alışkanlığı var. 1987’de Özal’ın, 2007’de Gül’ün yemin törenlerine katılmamış olan CHP bu defa da Erdoğan’ı boykot ediyor. Genel Başkanı’nın milletvekillerini serbest bıraktığı ana muhalefetten yarınki törene katılım olur mu kuşkulu belki, ama boykot kararının Erdoğan için oy kullanmış seçmene doğrudan hakaret niteliği taşıdığına kuşku yok.

Anlaşılan o ki, bu CHP’nin ve Genel Başkanı geçen hafta “demokrasi sadece sandıktan ibaret değildir” diskuru çekmiş olan MHP’nin seçmenin istediği politikaları üretmek gibi bir dertleri bulunmuyor. Kim bilir belki Erdoğan karşıtlığı üzerinden Batı medyasının katkısıyla yürüyen siyaset mühendisliğinin başarı kapısını kısa yoldan aralayacağına inandıklarından. Belki de bu şekilde seçmene hiçbir değişiklik yapmadan kendi politikalarını dayatma imkânı bulduklarını düşündükleri için.

Kabul etmek gerekir ki başkanlık ya da yarı-başkanlık sistemini yeğlediğini açıklamış olan Erdoğan’a “diktatör” sıfatını yakıştıran siyasi mühendislerin önünde 2015 genel seçimlerinde AK Parti’nin yeni anayasa yapacak çoğunluğunu engelleme umudu var. Hatta teorik olarak salt çoğunluğunu kaybettirme umudu da. Mevcut anayasanın klasik parlamenter sistemi benimsemekle birlikte cumhurbaşkanına tanıdığı “aşırı” yetkileri kullanacak olan Erdoğan’ın bu durumda tercih ettiği sisteme geçmek bir yana siyaset üzerindeki etkisini iyice yitireceğine kuşku yok. Fransa’daki “cohabitation” dönemleri bunun en büyük kanıtını oluşturuyor.

‘Cohabitation’ modeli

Anımsanacağı gibi, iki başlı yürütmenin cumhurbaşkanı ayağını güçlü kılan yarı-başkanlık sistemiyle yönetilen Fransa’da “birlikte yaşama” anlamına gelen “cohabitation” kavramını siyasi jargona kazandıran, cumhurbaşkanlığını en uzun süre (14 yıl) elinde bulundurmuş olan François Mitterrand oldu.

Cohabitation” General De Gaulle için oluşturulmuş bulunan ve ancak cumhurbaşkanı ile uyumlu hükümetlerle yürümesi mümkün olan yarı-başkanlığı değişen koşullarda geçici olarak törpüleyen fiili bir durumu ortaya koyuyor. 1958 Anayasası, cumhurbaşkanına beğenmediği başbakanı ve hükümetini değiştirme (madde 8) ve güvenoyu alamaması durumunda Meclis’i feshederek genel seçimleri yenileme (madde 16) yetkilerini tanıyor. Ancak yenilenen genel seçimlerden yine uyumsuz bir çoğunluğun çıkması durumunda cumhurbaşkanının bunu halkın kendisine yönelik güvensizlik işareti olarak kabul edip demokratik bir davranışla istifa etmesi gerekiyor. Nitekim General De Gaulle 68 olaylarından sonra referanduma götürdüğü Bölgeler ve Senato reformlarına “hayır” oyu çıktığında derhal istifa etmişti.

1981’de yedi yıl için cumhurbaşkanı seçilen Mitterrand, Sol’un sosyalist-komünist birliğine dayalı hükümetlerin başarısız icraatının faturasını 1986 genel seçimlerinde sandıkta ödemesi sonucu Meclis’teki çoğunluğundan yoksun kaldı. Kendisinin iki yıllık görev süresi daha vardı ve olağanüstü yetkilerini kullanarak Sol çoğunluk talebiyle seçimleri yenileyebilir ama Sağ’ın seçim zaferini yinelemesi halinde istifa etmesi gerekirdi. Böyle yapmadı; siyasi konjonktürün lehine olmadığını fark ederek doğrudan Meclis çoğunluğunun lideri Chirac’ı başbakan atadı. Böylelikle 58 anayasasının öngörmediği cumhurbaşkanı ile aynı partiden olmayan başbakanın birlikte görev yaptığı “cohabitation” dönemlerinin kapısını araladı.

Kabul etmek gerekir ki “cohabitation” yorumu Mitterrand’nın başarı hanesine yazıldı ve iki yıl sonra yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerini yeniden kazandı. Ardından konjontürün lehine olduğunu görerek olağanüstü yetkisini kullandı ve yenilediği genel seçimlerde arzu ettiği Sol çoğunluğu sandıktan çıkardı.

Fransa yakın siyasi tarihinde iki “cohabitation” dönemi daha var. Önce 1993-95 yıllarında Cumhurbaşkanı Mitterrand sağcı Başbakan Balladur, sonra da 1997-2002 yıllarında Chirac sosyalist Jospin ile “cohabitation” dönemleri yaşadı.

Cumhurbaşkanının Meclis çoğunluğundan kaynaklanan gücü

Bunları anlatmamın nedeni yarı-başkanlık sisteminin cumhurbaşkanı ve başbakan farklı siyasi ailelere mensup olduklarında, yani “cohabitation” dönemlerinde, parlamenter sisteme benzer şekilde işlediğini ortaya koymak.

Türkiye’ye bakıldığında, mevcut anayasanın yarı-başkanlık sistemi öngörmemekle birlikte, cumhurbaşkanını klasik parlamenter devlet başkanına oranla daha fazla yetkiyle donattığı görülüyor. Ancak bu yetkilerin anlam kazanabilmesi için yarı-başkanlıkta olduğu gibi, Meclis çoğunluğuyla desteklenmesi gerekiyor. Hatta keskin bir güçler ayrılığına dayanan başkanlık sisteminin de kilitlenmemesi için yürütme ile yasama arasında demokratik meşruiyete dayalı bir birleşme olması şart.

Bu itibarla, başkanlık ve yarı-başkanlık sistemlerine karşı olan muhalefetin önümüzdeki genel seçimleri kazanması gerekiyor. Ancak bunun için yukarıda belirttiğim gibi halkın istekleri doğrultusunda politika üretmeleri gerekiyor. Siyaset mühendislerinin Erdoğan’ı yıpratma ve AK Parti’yi bölme çalışmalarından sonuç almasını umarak, kendi politikalarını dayatmaya devam etmeleri değil.

Kabul etmek gerekir ki Erdoğan karşıtlığı üzerinden yürütülen ve son iki seçimde sonuç vermediği görülen güdük politikalarla Çözüm Süreci ve yeni anayasa gibi Türkiye için önemli dönüşüm projelerini savunan AK Parti’yi seçimlerde yenilgiye uğratmak pek mümkün görünmüyor.

Ama varsayalım ki genel seçimlerden her şeye karşın muhalif bir çoğunluk çıktı. Peki, böyle bir durumda boykot edilen bir cumhurbaşkanı ile “cohabitation” nasıl mümkün olacak, hiç düşünüldü mü acaba?

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar