Akın ÖZÇER
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, bu yılki Büyükelçiler toplantısının açılış konuşmasında, soykırımın inkârını cezalandıran Boyer Yasası’nı geçiren Fransa Milli Meclisi’ne yüklendi. Yasanın ifade özgürlüğüne getirdiği kısıtlamaya, “Fransa Ulusal Meclisi ve arkasındaki siyasi liderler Avrupalılara neyi düşünmeleri gerektiğini, neyi tartışmamaları gerektiğini dikte etmişlerdir” sözleriyle karşı çıkan Davutoğlu, konuşmasında diplomasi kurallarını bir hayli zorlayan ifadeler de kullandı. Bu kararla ifade özgürlüğünün bulunmadığı Esad, Kaddafi ve Bin Ali rejimleri gibi Ortadoğu’daki diktatörlüklerin uygulamaları arasında fark olmadığını söyledi; Avrupa’nın felsefi ve düşünsel olarak Orta Çağ’a döndüğünü öne sürdü. Daha da ileri giderek “Eğer demokrasi, seçimler yaklaştığında oyları alabilmek adına bütün Avrupa değerlerini ayaklar altına almaksa, işte o zaman AB’nin geleceği ve Avrupa demokrasisinin geleceği gerçek bir tehdit altında demektir” dedi.
Kabul etmek gerekir ki Ahmet Davutoğlu Dışişleri Bakanlığı’na bilgisi ve kendisine özgü yaklaşımlarıyla kaşesini vurmuş, uluslararası alanda takdir gören değerli bir şahsiyet. Ama birkaç alıntı aktardığım bu konuşmasının aşırı tepkisel olduğu ve bu konuda mevcut çifte standartları içerdiği açık. Bu yasaya tepki göstermekte ne kadar haklıysa, yasayla Avrupa değerlerinin ayaklar altına alındığını söyleyecek kadar abartması da yanlış. Geçen yazımda belirttiğim gibi, Yahudi soykırımını (Shoah) inkâr zaten Kıta Avrupası’nda birçok ülkede yasaklandığı gibi, bu yasak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kararıyla (Otto Ernst Remer) destekleniyor. Bu nedenle, Shoah’yı inkâr ettikleri için ifade özgürlüğünden dem vuran neo-nazilerin söylemiyle araya mesafe koymak kamuoyu diplomasisi açısından önem taşıyor.
Breivik’in Norveç’te gerçekleştirdiği katliamın, Almanya’da çoğu Türk vatandaşı olan yabancılara yönelik ırkçı cinayetlerle ilgili gerçeklerin belleklerdeki hatıraları tazeyken, eleştirilerimizde kamuoyunun bazı hassasiyetlerini dikkate almamız gerekiyor. Sonuçta 1915’te isyancı/ sivil halk ayırımı yapılmadan bir etnik/ kültürel topluluğa yönelik olarak uygulandığı hususunda tarihçilerin hemfikir olduğu bir tehcir var. Bu tehcirin soykırım olmadığını, en azından o dönemde böyle bir amaç güdülmediğini anlatırken Avrupa kamuoyunda tepki gören aşırı sağ akımlarla paralellik arz eden söylemlerden özenle kaçınmakta yarar var. Aynı şekilde İttihat ve Terakki’nin bu politikasının 2000’li yıllarda, değil Avrupa dünyanın hiçbir yerinde savunulamayacak olmasını da gözönünde tutmak gerekiyor kuşkusuz.
Kaldı ki Strasbourg’da ifade özgürlüğü için ses yükseltmekten söz ederken karşı karşıya olduğumuz temel bir çelişki var. O da Türkiye’nin, Avrupa Konseyi’nde AİHM tarafından en çok mahkûm edilen kurucu üye unvanına ve başta Ceza Kanunu ve Terörle Mücadele Kanunu olmak üzere ifade özgürlüğünü sınırlayan kapsamlı bir mevzuata sahip olduğu gerçeği. Bu durumda Daimi Temsilci Engin Bey ne diyebilir ki, Strasbourg’dan görünen Türkiye tablosu yıllardan beri maalesef böyle.
Bununla birlikte, Davutoğlu’nun konuşmasında bu konuda bir politika değişikliğini ima eden, bu nedenle altının çizilmesi gereken bir kavram var ki yazımın başlığını oluşturuyor. ABD’de Büyükelçi ve Başkonsoloslarla yaptığı toplantıda “diaspora” kavramını değiştirme talimatı verdiğini belirten Bakan diyor ki “Anadolu topraklarından göç etmiş her birey bizim diasporamızdır; dini ve mezhebi ne olursa olsun”. Türkiye’den gitmiş her Ermeni ile görüşmek ve “ortak geçmişimizin parıltılı yüzyıllarını konuşmaktan” söz eden Davutoğlu şöyle sonlandırıyor konuşmasını: “Ermeni dostlarımızın teker teker kalbini kazanacağız.” İşte altının biraz doldurulması gereken bu yaklaşım Türkiye’nin belki o dönemdeki tehcir politikasını savunmak yerine izlemesi gereken politikanın da özünü oluşturuyor.
Türkiye’den göç etmiş o insanlarla konuşulduğunda Anadolu’dan geldiklerini çok iyi ifade ediyorlar; hatta aralarından Türkçe bilenler de çıkıyor. Sorun bir sözcüğün veya hukuki kavramın kabulü veya reddi de değil aslında. Onların kalbini kazanmak için önemli olan, kendi hikâyemizi anlatmayıp onlarınkini dinlememiz, dededen toruna aktarılan o trajik olayları paylaşmamız ve o büyük acının anısına saygı göstermemiz. Bunu mevcut politikayı sürdürerek yapmak ne derece mümkün olur, etraflıca düşünmek gerekiyor.
Türkiye, Davutoğlu’nun deyişiyle dünyadaki “bizim diasporaya” sahip çıkmak durumunda. Bu yaklaşımın doğal sonucu, daha önce çeşitli vesilelerle dile getirdiğim gibi, dedelerinden kalan kimlikleri ibraz eden herkese olağanüstü telsik yoluyla vatandaşlık vermek; vatandaş olanlara Osmanlı’dan kalan tapuları varsa mülklerini ve çağdaş devletin vatandaşlarına tanıdığı hakları iade etmek. Özetle sorunu, Osmanlı’nın ardılı Türkiye’nin vatandaşları ile arasındaki bir konuya indirgemek ve insan hak ve özgürlükleri temelinde çözümlemek gerekiyor.
Türkiye’nin sayıları her geçen gün artan sayıda ülkeyle ikili ilişkilerini Ermeni sorununun ipoteğinden kurtarmanın yolu böyle bir çözümden geçiyor. Türkiye ve Ermenistan arasında mevcut sorunlu ilişkilerinin rayına oturtulmasının da öyle...
Yazarlar
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları



























Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
21.12.2025
13.12.2025
6.12.2025
1.12.2025
13.11.2025
6.11.2025
30.10.2025
19.10.2025
14.10.2025
8.10.2025