Akın ÖZÇER

Akın ÖZÇER
Akın ÖZÇER
Tüm Yazıları
Başkanlık, yarı-başkanlık
15.05.2012
2678

 Başkanlık veya yarı-başkanlık sistemleri, klasik parlamentarizme dayanan bir anayasa geleneğine sahip olan Türkiye’de, zaman, zaman bazı siyasetçiler tarafından ortaya atılıyor. Amerikan tipi bir başkanlık rejiminden yana olduğu bilinen merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal’la, Fransa’dakine benzeyen bir yarı-başkanlık sistemini en azından bir dönem savunmuş olan eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel bu siyasetçilerin başında geliyor. Son olarak Başbakan Erdoğan yeni anayasa çalışmaları vesilesiyle “illa olacak diye bir iddiamız yok ama tartışalım” diyerek konuyu yeniden siyasi gündeme dâhil etmiş bulunuyor.

Başkanlık veya yarı-başkanlık sisteminden yana siyasetçiler kamuoyumuzda genellikle başkanlıkta gözü olan ve seçildiklerinde kendileri için daha fazla yetki isteyen despot devlet adamları olarak algılanageliyor. Eski cumhurbaşkanlarının bu sistemleri savunmuş olmaları belki bu algılamayı güçlendirirken, Başbakan Erdoğan’ın 2014’te yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olacağı senaryolarına da esin kaynağı oluşturuyor. Bu konuda bir değer yargısında bulunmadan önce bu sistemlerin devlet başkanlarının yetkilerini ne kadar ve nasıl arttırdığını görmekte yarar var kuşkusuz.

Amerikan tipi başkanlık sistemini, öncelikle devlet başkanının doğrudan halk tarafından seçildiği, dolayısıyla halka karşı sorumlu olduğu, buna karşılık başında bulunduğu yürütme erkine ilişkin tüm yetkileri kullandığı bir devlet sistemi olarak tanımlamak mümkün. Parlamenter sistemden farklı olarakbu sistemde devlet başkanı ve hükümetinden oluşan yürütmenin yasamaya karşı sorumluluğu yok; dolayısıyla hükümet gensoruyla düşürülemiyor. Buna karşılık, halkın iradesiyle oluşan yasama erkinin de devlet başkanı tarafından feshi mümkün değil. O bakımdan başkanlık sistemini, erkler ayrılığı ilkesinin katı biçimde uygulandığı rejimlere örnek göstermek yerinde olur.

1787 tarihli ABD Anayasası’nın özgün örneğini oluşturduğu başkanlık sistemi, sanıldığının aksine güçlü bir yürütme ve güçlü bir devlet başkanı öngörmüyor. Aslında anayasayı yapan liberallerin güçlü yürütmeden yana olmadığının ve keskin bir erkler ayrılığıyla yürütmeyi yasamayla işbirliğine zorladığının altını çizmek gerekir. Amerikan başkanlarının yasamayı durduracak “veto” yetkileri bulunuyor ama yasamanın da bütçe vetosuyla başkanları bloke etmesi mümkün. ABD’de yürütme ve yasama arasında olası kutuplaşmaların siyasi partilerde mevcut uzlaşı kültürü sayesinde krize dönüşmesi önleniyor; ama aynı rejimin ihraç edildiği Latin Amerika ülkelerinin birçoğunda en azından geçmişte darbelere neden olduğu göze çarpıyor. O bakımdan,başkanlık sisteminin özgün biçiminin, erkler ayrılığı ilkesinden çok “erkler arası işbirliği” temeline dayandığını vurgulamakta yarar var.

Başkanlık ve parlamenter sistemlerin karışımı yarı-başkanlık sistemine gelince, özgün biçimiyle Fransa’da uygulanan bu sistem, başkanlık rejiminde olduğu gibi doğrudan halkoyuyla seçilen cumhurbaşkanına, parlamenter sistem devlet başkanlarının sahip olduğu sembolik yetkilerden fazlasını tanıyor. Örneğin 1958 Anayasası dış politika ve savunma alanlarını cumhurbaşkanına rezerve etmiş durumda. Meclis çoğunluğundan çıkan ve parlamenter sistemde olduğu gibi Meclis’e karşı sorumlu bulunan başbakansa daha çok iç politikanın yürütülmesini sağlayan siyasi aktör konumunda. Fransa’da yaklaşan genel seçimlerle ilgili bir önceki yazımda belirttiğim gibi, sistemin öngörüldüğü şekilde uyum içinde işleyebilmesi için yürütmenin cumhurbaşkanı ve başbakandan oluşan bu iki başının aynı siyasi aileye mensup olması şart. Bunun için de hem cumhurbaşkanlığı seçimlerini hem de genel seçimleri aynı siyasi partinin kazanması gerekiyor.


Yürütmenin iki başı farklı siyasi ailelere mensup olduğunda, cumhurbaşkanının Meclis’i feshetme, dolayısıyla başbakanı değiştirme girişiminde bulunma yetkisi var.
Ancak geçen yazımda izah ettiğim gibi, Fransa’da cumhurbaşkanları bu yetkilerini daha çok kendileri yeni seçildiklerinde kullanıyor; genel seçimler yenilendiğindeyse “cohabitation” olarak adlandırılan birlikte yönetim uygulamasını yeğliyorlar. Çünkü cumhurbaşkanının mensubu bulunduğu siyasi aileye muhalif bir çoğunluğun kazanması halinde genel seçimlerin yenilenmesi sandıktan muhalefetin bir kez daha çıkması riskini beraberinde getiriyor. Bu olasılıkta isecumhurbaşkanının artık halkın desteğine sahip olmadığı ve istifa etmesi gerektiği sonucu doğuyor.

Kabul etmek gerekir ki “cohabitation” uygulamasıyla sistemin özgünlüğünü oluşturan yürütmenin bir elde toplanarak güçlendirilmesi imkânını ortadan kalkıyor. Cumhurbaşkanları politikalarını atadığı hükümetinkiyle uyumlu hale getirirken, parlamenter sistem devlet başkanlarına özgü bazı yetkilerle yetinmek zorunda kalıyor. Hükümetler de yasamanın çoğunluğunu arkalarına almalarına karşın, başka bir siyasi partiye mensup cumhurbaşkanıyla kendi programlarını uygulayamıyor. Bu durumda sistem bir yerde iki siyasi partinin yaptığı bir tür koalisyona dönüşüyor.

Yeni anayasa çalışmaları çerçevesinde Türkiye’ye hangi devlet sisteminin daha uygun olduğu tartışılabilir elbette. Ama herkesin öncelikle evrensel demokrasi ve temel hak ve özgürlüklere dayalı bir anayasa yapılması noktasında birleşmesi gerekiyor. Bu özelliklere sahip çağdaş bir anayasa olmayacaksa, parlamentarizm, başkanlık ya da yarı-başkanlık tartışmasının bir anlamı kalmıyor.


[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar