Bayram ZİLAN

Ortadoğu kilidini açacak anahtar: Türk-Kürt İttifakı
17.06.2014
2296

 Ortadoğu.. Kan ve gözyaşı coğrafyası..

Yüzyıllardır süregelen bir kader, toprağa düşen acı tohumlar, yeşeren ölümler, solan hayatlar.

Onların iki suçu var.Birincisi Müslüman olmaları, ikincisi ayaklarının dibinden fışkıran petrol. Bu iki suç, Ortadoğuluların kaderini tayin etti. Sömürüldüler, katledildiler, acı çektiler.

Batı’nın hiç unutmadığı, İslam dünyasının ise hiç hatırlamadığı Ortadoğulular.

Tunus'ta Muhammed Buazizi'nin kendini yakmasıyla başlayan, Arap halklarının özgürlük, demokrasi ve insan hakları talepleri için düzenledikleri protesto, miting ve gösteriler ile devam eden bahar, Mısır, Suriye, Libya, Bahreyn, Cezayir, Ürdün ve Yemen'e sıçramış, domino etkisiyle Ortadoğu ve Kuzey Afrika'nın tamamına yayılmıştı. Bu mücadelenin sonucunda bazı diktatörler devrilmiş, Baasçılık iflas etmişti.

Bir demokrasi ihracatçısı olarak Irak'ta ağzı yanan ABD ve onun distribütörü AB, bu coğrafyasındaki gelişmeleri bu defa tribün localarından izlemeyi tercih etti. Nasıl olsa ABD'nin elinde önemli kozları vardı. Bunlardan “biri ekonomik, diğeri asker güç”tü. Toz bulutu kalktığında yeni yönetimleri -İsrail güvenliği ve petrol yönetimi perspektifinde- kendi belirleyecek ve/ya yönetecekti.

Ne var ki, evdeki hesap çarşıya uymadı. Ortadoğu'nun en köklü hareketi olan İhvan'ın etkisi hissedilir derecede artmaya, İslamcı yöneticiler 'demokrasi' marifetiyle iş başına gelmeye başladı. Batı; en büyük korkusu olan İslam(cılık)ın demokrasiyi içselleştirmesi halinde Ortadoğu'daki hâkimiyetini kaybedeceğini anlayınca, kollarını sıvayarak tribün localarından çıkıp sahaya girmeye karar verdi. Ve karşı-domino sürecini başlattı.

Bu süreç aynı zamanda batı medeniyetinin ihraç fazlası demokrasisinin askıya alınmasını ima etmekteydi. Çünkü Batı demokrasisine göre sandık, ancak seküler/laik/uydu bir yönetimi iktidara taşırsa işlevseldi. Bunun dışındaki bütün sonuçlar anti-demokratikti. Bir başka deyişle Batı için demokrasi 'kontrol edilebilir' yöneticilerin 'seçilebildiği' sistemlerdi.

Hal böyle olunca, bu coğrafyasında domino etkisiyle 'kontrolden çıkan' bütün yönetimlerin karşı-dominoyla 'kontrol edilebilir' yöneticilerle değiştirilmesi gerekiyordu. Türkiye'yi de içine alan havzada “kontrol edilebilir” yöneticileri işbaşına getirmek için eş zamanlı bir operasyon başlattılar. Toplumsal tepkileri minimize etmek için mevcut yönetimlerin eski diktatörleri aratmadığı tezini tedavüle soktular.

Önce Mısır'da, ABD'nin belli kurumlarının oluşturduğu gazetelerden 'Firavun Mursi' 'Mursi diktatör oldu' manşetleri attırarak psikolojik zemin hazırladılar. Sonra aynı alt yapıyı, içki saatleri, kürtaj, basın özgürlüğü vb konular üzerinden Türkiye'de Erdoğan üzerinden hazırlamaya çalıştılar. Ardından Suriye karıştı, sonra Irak.

Asıl itibariyle bütün müdahalelerin ana nedeni yazının başında ifade ettiğimiz gibi bu coğrafyanın “Müslüman ve petrol coğrafyası” olmasıdır.

Öte yandan, Birinci Dünya Savaşı sonrası yeniden şekillenen ve sınırları cetvelle çizilen dünyada Kürtler dörde bölündü. Bir arada yaşamın arasına sınırlar, duvarlar, teller, mayınlar girdi.

Irak, Suriye, İran, Türkiye.

Kürtlerin makûs talihi olsa gerek, bağlı oldukları bu dört devlette anti-demokratikti ve Kürtler bu ülkelerde yıllarca kimlik ve var olma mücadelesi verdi. Suriye Kürtleri Şam'dan nüfus cüzdanı dahi alamadı, Saddam'ın Irak'ı en sert müdahale ve katliamları Kürtlere yaptı, İran, bugün hâlâ Kürtleri idam ediyor. Türkiye'de geçmiş yıllarda yaşanan acıları anlatmaya ihtiyaç yok.

Türkiye dış politikası, maalesef Cumhuriyetin kadim korkuları üzerine inşa edildi. Ve bu gelenek Dışişleri’nin monşer bürokratları marifetiyle –Ahmet Davutoğlu döneminde etkileri bir hayli azalsa da –günümüze kadar sürdürüldü.

Yeryüzünde İsrail hariç, etrafının düşmanlarla örülü olduğunu düşünen, sınırlarındaki bütün gelişmeleri 'tehdit' paradigmasıyla yorumlayan ve 'kırmızı çizgi'nin seri üretimini yapan tek ülke Türkiye olsa gerek.

Öyle ki, Irak dış politikasını 'Özerklik olmaz, Federasyon kabul edilemez' şiarıyla yürüten Türkiye, bugün Irak Kürdistan'ı ile 10 miyar dolarlık bir ticaret hacmine ulaştı. Bu rakamın 2014 sonunda 20 milyar doları aşması bekleniyor. Bu bölgede dolaşımda olan ürünlerin %80'i Türkiye menşeli olduğunu da not düşmek gerekiyor.

Diğer taraftan, Suriye’de Rojava faktörü, Irak’ta Kürdistan, İran’da Kürtlerin günaşırı idamı ve Batı politbürosunun taşeron dizayncısı IŞİD’in mukavemetle karşılaşmadan, elini kolunu sallayarak saldırdığı Musul, Türkmenlerin ve Kürtlerin yaşadığı kentleri tehdidi.

Tüm bu gelişmeler, Ortadoğu kilidinin ancak Türk ve Kürt ittifakı ile açılabileceğini ima ediyor. Aynı zamanda tarihsel ırmağın yeniden kendi mecrasında akması, birinci dünya savaşı sonrası masa başında çizilen anlamsız sınırların kaldırılması ve sınırsız bir kardeşliğin tesis edilmesi için Kürt ve Türk halkına tarihsel bir fırsat da sunuyor.

Şu bir gerçek, 21. Yüzyılda Ortadoğu’yu demokrasi, eşitlik ve özgürlük temelinde yeniden inşa edecek olan Türk ve Kürt ittifakıdır. Eğer 1923-2014 parantezinin dışına çıkarsanız bu tarihsel gerçeği görürsünüz.

1071 Malazgirt Savaşı’ndan 1919 Kurtuluş Savaşı’na, Musul ve Kerkük’teki Kürtlerin Lozan’a gönderdiği ilhak telgraflarına kadar, bütün kırılmalarda Kürtler, Türklerle bir olmuş, tercihlerini Müslüman Türklerden yana kullanmıştır. Ve tarihteki bütün zaferler Kürt ve Türk ittifakının bir sonucu olarak gerçekleşmiştir.

Şimdi, Yeni Türkiye için, 1.Cumhuriyet parantezini kapatmaya hazır mısınız?

Kuzey Irak, Kuzey Suriye ve daha sonra Batı İran’ın Türkiye ile bütünleştiği, Kürtlerin ve Türklerin egemenliğinin eşit olduğu, herkesin özgürce ve 1.sınıf vatandaş olarak yaşadığı yeni bir Cumhuriyet kuruluyor. İkinci Cumhuriyete ve sınırsız bir kardeşliğe var mısınız?

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar