Markar ESAYAN

Yeni Türkiye'yi Somalı yetimlere borçluyuz…
18.05.2014
1931

 Bir pazar yazısı böyle büyük bir acıya ayrılacakmış demek… Sisyphos gibi, bin bir zahmetle, bedeni kanayarak yalçın kayalıklardan aşırdığı kaya, tam tepeye ulaşacakken elinden kaçıveriyor ve her şey yeniden baştan başlıyor gibi hissediyor insan. Hrant ağabey öldürüldüğünde, Uludere faciasında, Suriye ve Mısır'daki katliamlarda hep aynı hisse kapıldım. Soma faciasında da çoğunun böyle hissettiğini biliyorum. İnsan kendi yakınlarının kayıplarında bile bu kadar sarsılmıyor sanki. Tabii ki ölenlerin yakınlarından daha fazla üzüntü hissedemeyiz; ateş düştüğü yeri yakar.

Ancak bu büyük acıların toplumu derinden sarsan ve birleştiren bir kimyası var. İnsanlar, ölenlere, onların kederli yakınlarına üzüldüğü gibi, bu acıların toplumsal ve siyasi anlamını da biliyor. Bu yüzden sorumluluk hissediyor. Hrant Dink'i hiç tanımayan insanlar, onu koruyamamış olmanın yakıcı hissiyle dolmuşlardı mesela. Nitekim Soma'da bu kardeşlerimizin hayatını önlenebilir bir kazada yitirmiş olmak, bizlere büyük acı veriyor. Kendimizi de sorumlu hissediyoruz ve bu iyi bir şey. Çünkü bir grup insan, sadece aynı coğrafyada yaşadığı için toplum sayılamaz. Komşusu aç yatarken dertlenmeyen, aslında o kişinin komşusu değildir. Bizi insan yapan haslet, sevinçleri paylaşabildiğimiz kadar, bu kederli zamanlarda da acıyı paylaşabilmek, sorumluluk hissetmek, elden geleni yapmaktır.

Bir toplum böyle olunur.

Uludere için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Ancak Van depreminde ve Soma'da halkın sergilediği yürek birliğinin önemsenmesini diliyorum. Tüm kışkırtmalara, eski merkez medyanın tüm gayrıahlaki ve 'üstün' çabasına rağmen coğrafya, mezhep, ırk fark etmeden acıyı paylaşmanın güzel örnekleri verildi. Bizler yaralı ve yaralı olduğumuz için travmaları olan bir halkız. Dolayısıyla, bu travmalarımız suiistimale açık. Ancak bu suiistimale karşı dünden daha bilinçli olduğumuz da bu son felakette ortaya çıktı. Sosyal medyadaki 'profesyonellerin' veya psikolojik sorunları olanların yarattığı Türkiye algısına takılmayınız. 'En azından son seçimlerde AK Parti'ye oy veren herkese Allah çocuğunun acısını göstersin. En acı şekilde' diye yazan avukat veya Yılmaz Özdil gibi daha ünlü insanlara verilecek en uygun cevap, onların iyileşmesi ve çocukları için hayır duası etmektir. Umarım bu şahıslar bir an evvel iyileşir, hatalarını anlar, çocuklarının ayağına taş dahi olsun değmez ve onların iyi günlerini görürler.

Çünkü bu insanlar bu noktaya rastlantı eseri gelmedi. Bir devlet, tüm olanaklarıyla insanları hasta etmek için uğraştı durdu. Dile kolay seksen yıl… Belki bu avukat bir provokatördür. Yılmaz Özdil ise bir 'profesyonel'. Ama ben bu türden 'normal' insanları da çokça tanıdım ve sürekli de karşılaşıyorum. Bâtılı tasvir etmek olmasın diye burada yazmayacağım ve beni çok üzen birçok örnek biliyorum. Bu türden insanlar için yapılabilecek en iyi şey, onların öfkesine kapılmamak ve ibret almaktır.

Sosyal ve malum medyada ciddi bir psikolojik savaş veriliyor. Bir içsavaş çıkarmak istediklerini dahi neredeyse açıkça yazmaya kadar vardırdılar işi. Hedef, toplumu ümitsizlik, öfke, şiddet, korku ve dehşet duygusu altında ezmek, siyasetin dengesini bozmaktır. Bu başarılırsa, kaosa teslim olunur ve kaostan her zaman menfi taraf yararlı çıkar. Böyle dönemlerin zorluğu, işçilerin veya bir haksızlığın hesabını sorarken, bu durumu suiistimal etmek isteyen akbabaların yemi olmamaktır. Başarılı olunamazsa, ne madenci kardeşlerimizin hesabını sorabilir, ne de daha iyi bir Türkiye için çaba gösterebileceğimiz bir ortama sahip olabiliriz.

Şimdi, bu noktada, herkes kendi 'mesleğini' yapacağına göre, şerden hayır beklemek veya provokatörlere laf anlatmakla vakit kaybetmek lüzumsuz. Bu bir egemenlik savaşı ve kurala tabi olan meşru kesimlerdir, egemenliği halktan ne pahasına olursa olsun çalmak isteyenler değil. Hükümete burada büyük sorumluluk düşüyor. Niçin 17-25 Aralık gerçekleşti, neden Soma'da böyle büyük bir kayıp verildi? Halkla ilişkiler konusunda neden basit ama çok hasar bırakan hatalar yapılıyor? Bundan sonra halkın vicdanını tatmin edecek, yeni kayıpları engelleyecek, sadece maden konusunda değil, riskli tüm alanlarda bir teyakkuz durumunda olmak için neler yapılabilir?

Panik duygusuna kapılmadan, bunun amansız bir mücadele olduğunu, yüzyıllık bir oligarşinin parantezini kapatmanın çok daha ciddiye alınması gerektiğinin farkına varmak gerekir. Demokratikleşme süreçlerinin 'yumuşak karnı' burasıdır. Toplumun beklentileri yükselir. Siyaset görece güçlenirken sorumlulukları ve yükleri artar. Hükümetler çok daha kurallara tabi hale gelir ve içindeki çelişkiler daha yıkıcı etki kazanırken, oligarşik kesimler ahlaksız doğaları gereği her yola başvurmakta özgürdürler. Yüzyılın birikmiş tüm sorunlarını hesabı da, yükü de üzerinizdedir.

Bu kritik fark, ancak akılla ve dersler çıkarılarak kapatılabilir. Rehavet felakettir. Acımız büyük; ama en çok da Somalı yetimler ve acılı aileler için diz çöktüğümüz yerden kalkıp, ümidimizi muhafaza edecek ve daha çok çalışacağız. Yeni Türkiye'yi artık en çok Somalı yetimlere borçluyuz. Psikolojik savaşa, melankoliye ve karamsarlığa teslim olmayacak, borcumuzu ödeyeceğiz.

Başta Somalı kardeşlerimiz olmak üzere tüm milletimizin başı sağolsun.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar