Markar ESAYAN

En tehlikelisi, eski zihniyet vesayeti...
10.09.2014
1702

 Mecidiyeköy'deki işçi katliamı, Siirt'teki baraj faciası ve Avcılar'daki damper felaketi ile birlikte dehşet üzerine dehşet yaşadık. Soma'daki akıl almaz 'kaza'da 301 işçimizi kaybettikten sonra, yok yere insanlarımızın ölmeye devam ettiğini görmek yeni ve büyük Türkiye idealleri ile ne kadar da çelişiyor değil mi? Çelişmeli zira, insanları bu kadar kolay ölen bir ülkenin bu parlak hedeflere ulaşması biraz zor olurdu. AK Parti hükümetinin önündeki en büyük meselelerden birisi de insanlarını özgürlüklere ve refaha kavuşturmanın yanında, onları hayatta tutmak da olmalıdır. Öyle görülüyor ki, Türkiye zihniyet olarak son 12 yıldaki hızlı büyümenin gerisinde kaldı. Bir yandan eski Türkiye'nin kabuğundan sıyrılmaya çalışırken, eksik kalan, yeteri kadar önemsenmeyen böyle önemli meseleler ülkeyi paçasından aşağı çekiyor.

Trafik, iş ve kadın cinayetleri ile 'bonzai' türünden felaketler gibi, yapılan tüm önemli siyasi reformları bir anda geri plana itecek riskler konusunda da bir eylem planı oluşturulmalı ve her biri hakkında ayrı ayrı 'Çözüm Süreçleri' başlatılmalı.

TÜİK'in verilerine göre -her yıl belirli bir azalma olsa da- sadece son 10 yılda trafik kazalarında ölen insanların sayısı 47 bin kişi... Yani, hem Kurtuluş Savaşı, hem de Devlet-PKK çatışmalarındaki insan kayıplarından daha fazla. Son beş yılda öldürülen kadınların sayısı beş bin civarında. Son on yıldaki işçi ölümleri ise 11 bin küsur olarak veriliyor. Bu rakamların sağlıklı olmadığı, özellikle kadın ve işçi cinayetlerinde kayıt dışılığın yüksek olduğu da akılda tutulmalı.

Ümraniye'de çöplük, Afyon'da cephanelik, Lice'de tanker patlıyor, düzinelerce insan ölüyor. Birkaç gün dövünüyor, ama aslında bunları kanıksadığımızı da biliyoruz. Medya çok üzerinde durursa birkaç günah keçisi seçilir, ama temel zihniyet değişmez ve ölümler devam eder.

Mecidiyeköy'deki lüks rezidans inşaatında yaşanan işçi cinayetinde, inşaat firmasından, asansörü yapan firmaya, denetleyici şirketten Çalışma Bakanlığı'nın 'İş durdurma' cezalarını askıya almasına kadar birçok düşündürücü eksiklik, hata ve ihmal mevcut.

Bir de bu konunun toplumsal veçhesi var.

Dünya ve Türkiye son yıllarda büyük bir değişim içinde. Bu durum devletin ve toplumun yapısını da etkiliyor, zorluyor. Adaptasyon eksikliğinin, değişimin getirdiği müsbet neticeler yanında özellikle kentleşmeyle birlikte menfi yönlerin de açığa çıktığı ortada.

Sadece bu da değil... Metropollerde yaşamaya başlayan insanlar artık küçük cemaatlerin koruyuculuğundan mahrumlar. Dayanışma yerini rekabete terk ediyor. Yine verilere göre her üç kişiden birinde 'öfke bozukluğu', her on kişiden birinde de 'border line kişilik bozukluğu' mevcut. Bu insanlar aynı zamanda birer eş, baba, anne, şoför, polis veya riskli bir işin teslim edildiği birer uzman. Unutmayalım ki yine bu insanlar uzun yıllar boyu ırkı, mezhebi, dini veya cinsiyeti nedeniyle şiddet görmüş. Yani eski ve yeni dönemin üstesinden gelinmemiş travmalarını üst üste giyinmiş bir toplumuz ve bu konuda radikal bir rehabilitasyon çalışması yapılmış değil. Hayatın her şeyi yerli yerine koyacağını umuyoruz. Ama öyle olmuyor.

Örneğin öfke bozukluğu psikiyatrinin 'çerez' tedavi konularından ama bu yapılmadığı için trafikte, evlerde veya sokaklarda insanlar birbirini koyun gibi boğazlıyor. Sokakta kendi hallerinde cips yiyip sohbet eden gençleri esnaf bir baba ve oğulun birlikte kurşuna dizmesinin mantıklı bir izahatı olabilir mi Allah aşkına!

Belli ki bu konuların hepsi seferberlik gerektiren ulusal politikalar gerektiriyor. Sanayileşen, kentleşen her toplum bu merhalelerden geçti. Bizim avantajımız ise dünyadaki tecrübelerin bolluğu ve bunu yapabilecek güçte bir ülke olmamız. Mesela tüm sürücü belgesi olan kişilerin psikiyatrik kontrolden geçirilmesi neden akla gelmez? Sürücülerin üçte biri silah taşıyor ve korna çaldığı veya kendisini solladığı için insan öldürebiliyor. Böyle kişilerin tesbiti psikiyatrlar için çok kolay ve tedavisi de öyle...

En büyük sorumluluk tabii ki hükümete düşüyor. Etkin yasalar, etkin denetim ve ağır cezalar şart. Türkiye aynı anda birçok sorunla uğraşmak zorunda olan demokrasisi inşa halinde bir ülke. Toplumun ciddi bir bölümü, ülke ahlaklı ve güvenilir bir muhalefetin güvencesine sahip olmadığından, iktidarı hoş görmeye meyilli. Çünkü her meselemiz egemenlik kavgasında araçsallaştırılıyor. Ama bu avans doğru değerlendirilmeli. Devlet üzerine düşeni eksiksiz yaparken, toplumun zihniyetinin dönüşmesi, sağlığını kazanması için de öncü, zorlayıcı ve örnek olmalı.

İLO'nun işgüvenliğini düzenleyen 167 numaralı sözleşmesinin Türkiye tarafından imzalanacağı, işçi güvenliğinin sağlanmadığı inşaatların mühürleneceği gibi birçok önlemin alınacağını okuyoruz gazetelerde. Peki, ülkede ilk kez mi işçi ölüyor da bu önlemler şimdi alınıyor?

'Kaza' sonrası sosyal medyada paylaştığım önerimi tekrar yineliyorum: Hükümet çalışma hayatı başta olmak üzere her alanı check-up'tan geçirmeli, AB müktesebatını rehber edinmeli ve sorunlu her alanı tıpkı Çözüm Süreci'nde olduğu gibi milli bir projeye çevirmeli, bir bakana zimmetlemeli.

2023 hedeflerine ulaşılmak isteniyorsa, sadece siyasi ve ekonomik değil, sosyal riskler de önemsenmek durumunda artık.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar