Markar ESAYAN

O çavdar tarlasında o çocuklar hiç oynamadı
19.08.2012
2925

Masumiyete atfedilen nostaljik bir kayıp vurgusu vardır hep. Hani çocuklukta sahip olduğumuz, dolayısıyla sahip olmak için hiçbir şey yapmamızın gerek olmadığı bir oluş durumudur o. Kimi bebeğin masum doğduğunu söyler, kimi ise ilk günaha inanır. Yani masumiyetin nerede yitirildiği konusunda bir uzlaşı yok. Ama yitirildiği, demek ki bir zamanlar ona sahip olduğumuz gibi bir durum var. Dinî yorumların dışında da, çocukluk hâllerimizin masumiyetin kendisi olduğuna dair güçlü bir inanış var. Sanat eserleri bu tema ile dolu. Bu ilginç. Yani dört bir yandan gelip, hep beraber bir masumiyet hâlinin altında toplanıyoruz. Var olduğu, yitirilmiş olduğu, tekrar ele geçip geçemeyeceği, kim olursak olalım zihnimizi meşgul ediyor.

“Biz büyüdük ve kirlendi dünya” diyor ozan. İlginç.

Niye böyle özcü bir yaklaşımı bu kadar gönüllüce sahipleniyoruz acaba? Sürgün edebiyatı neden her kültürde bu kadar yaygın? Batı kanonu Kovulma-Sürgün ve Geri Dönüş pattern’ı üzerine kuruludur. Seküler edebiyatta da aynı tema, ama ideolojik bir amaca uyarlanmış hâliyle, ama nihilist bir tavırla da olsa işlenmeye devam edilir.


Jerzy Kosinski
’nin Bir Yerde (Being there) romanını bilenler bilir. Mr. Chauncey Gardiner, materyalist, hedonist, çıkarcı ve pragmatist Amerikan dünyasının ortasına bir peygamber gibi düşer, çocukluk çağını açar, yani masumiyeti hatırlatır, tüketmekten yorgun düşmüş Amerikan burjuvazisi ve üst sınıfına hayat öpücüğü verir.

Geçirdiği hastalık nedeniyle aklı az gelişmiş, sadece yaşamın temel edimlerini yerine getiren, az ve kısa cümlelerle konuşan Mr. Gardiner, koruyucusu öldükten sonra ilk defa sokaklara çıkar ve rastlantı eseri bir sürü önemli politikacı, zengin kudretli insanın hayatını etkiler. Evde kaldığı uzun yıllar boyunca onu eğiten şey odasındaki biricik televizyonu olmuştur. Kendisine sorulan soruları, televizyonda izlediği reklamlardaki sloganlar, dizi replikleri ve haberlerde kullanılan klişelerle cevaplamaktadır. Sistemin ürettiği diskuru, içindeki kötücül amacı boşaltarak çünkü kötücül olacak akla sahip değildir onu üretenlere yeniden yönelttiğinde, aslında onlara hayat öpücüğü vermektedir.

Kosinski, insan uygarlığının çöküşünü ve çaresizliğini bu harika buluşla kısa bir metinde anlatıverir. Onların Gardiner’da bulmaya çalıştığı kısa bir avuntudur, kökten bir yüzleşme değil. Aslında Elias Canetti de Körleşme’de soylu sinolog Kien ve aşağılık halk tabakasından Therese’nin, Fischerle’nin saf yönlerinde aynı şeyi göstermek için yapar bunu. Günter Grass’ın Teneke Trampet’inde Oscar Matzerah’ın, hiç büyümeyen bir çocuk olmayı seçmesi bir rastlantı mıdır? Büyümeyi reddeden bir çocuk, bedenen küçük kalan bir çocuk... Başına neler gelebilir diye düşünmüş olmalı Grass. Bir gün yüksek bir binanın çatısına çıkıp, tüm şehrin camlarını kıracak tiz bir sesle haykırır mı dersiniz? Şöyle bir tarih boyu yaptığımız tüm kötülükleri kusarcasına. Ve sonra ciddi bir tröste mi dönüşür bacak kadar boyuyla? Kaçamaz mı büyüklük hâllerinden boyu küçük kalsa da?

Kaçamaz. Ve bence bu müjdeli bir haberdir.

Çünkü bir, her insanın hikâyesi biriciktir. İki, tercihler biricikliğe koşut sonsuzdur. Üç, masumiyet diye en başta cebimize konan bir oluş yoktur. Öyle bir masumiyet yoktur. Aslında biz sahip olmadığımız bir şeyi yitirme duygusu içindeyiz. Ve bile bile bu oyunu oynuyoruz. Hiç sahip olmadığımız şeye öykünerek...

“Biz büyümüşüz de kirlenmiş dünya”, “Renkler hızla kirleniyormuş birinciliği beyaza vermişler...” Bu sözler bizi avutuyor. Çünkü bizi güvenli bir yere koyuyor. Hiç payımız yok olanlardan. Böylelikle büyümemeyi seçebiliriz. Sonsuza kadar akademinin güvenli duvarları arasında kariyer yapıyor görünürken aslında ölmeyi bekliyor olabiliriz mesela. Kendimizi çocuklarımıza onları boğacak kadar adayabiliriz. İşimize kapanabilir veya “Yoruldum ayaklarımdan, tırnaklarımdan işte” diyerek bir Ege kasabasına soylu bir kaçış hep aklımızdadır. Ama evet, masum değiliz hiçbirimiz. Ne yaparsan yap, kirlenmediğini iddia etme. İnsan olmak için kirlenmiş olman gerekir. Kana bulanmış hâlde çıkıyorsun rahimden, unutma. Kötü olacaksan da adam gibi bir kötü ol, en iyisinden, dürüstçe ve sarih, mıymıntılık yapma.

“Ne sıcaksın ne de soğuk, ılıksın! Ben de seni ağzımdan kusacağım!”

Eğer bir masumiyet varsa, belki inşa edilir olandır o. Belki mümkündür o. Ben buna inanmaya daha eğilimliyim. Yatılıda, askerde birileri tatsız bir görev için gönüllü aradığında, ortaya ilk atılan olurdum hep. Bunda da incelenecek bir sahtekârlık vardır tabii. Ama düşüncem şu oldu hep. “Tamam, şu hâlimi biliyorum ve artık sıkıldım. Belki bir macera yaşarım bu tatsız işi üstlenirken.” Gayet mantıklı.

Bir gün bir arkadaşım biz bir hayır işi organize etmeye çalışırken, Afrika’daki açlar için bir şey yapmayanların, bu şekilde kendilerini kandırdığını söylemişti. Tabii ona, sahile vuran denizyıldızlarını denize geri atan adamı veya “Ben sana vali olamazsın demedim, adam olamazsın dedim” anekdotunu anlatmadım, sustum ve işime devam ettim.

Arkadaşımı anladım sadece. Vermek zordur ve bunu kabullenmek daha zordur. Bunun için yüce gerekçelendirmeler bulmak iyidir. “Neden on bir ay durup da bir ay iyilik yapar insanlar, fitre zekât verirler, hep yapsalar ya?” Bu cümleye kim itiraz edebilir? Evet, bu ideal olan durumdur. Ama gerçeği, mümkünlü olanı idealin altında ezme ihtimali çok daha yüksektir. Böylelikle hiç kirlenmeden, hiç yorulmadan, kendimizden bir şeyler de vermeden yüksek tepelerden hakir dünyayı ve düşkün insanları yargılayabiliriz.

Hayır, ben insanların bir ay bile olsa değişme gayretlerini seviyorum. Bu bana ümit veriyor. Sonra, o bir ayda, yapılan yardımlarla doyan, giyinen insanlar olduğu gerçeği beni mutlu ediyor. Hangisinin riyakârlıkla ve gösteriş için yapıldığı benim bilebileceğim bir şey değil. Onu öyle yapan düşünsün. Somut olanı görüyorum, birileri mutlu oluyor, benim için bu yeterli.


Masumiyet, evet, o inşa edilebilir. Bir bir, insan insan.

“Catcher in the rye, catcher in the rye.”


Hadi artık kabul edelim; o çavdar tarlasında o çocuklar hiç oynamadı.


[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yorumlar (4)
  • Ad Soyad Giriniz...

    Ad Soyad Giriniz...

    4.01.2013 09:44

    Dogudan benim gordugum dag baslarinda oldurulmuslerin ceset kokusu yukseliyor. Cok hosunuza gidiyor kabul edin, ne de olsa sizin kaninizdan degiller, Silvandan degil Liceden geliyor!

  • Kaptan Derya

    Kaptan Derya

    4.01.2013 21:42

    Cengiz çandar yerine senin gibi bir belkemiği olmadığından dolayı Duruştan yoksun bir adamın sözlerinemi önem vereceğiz yani???

  • cengiz candar ve ırkçı takiyye

    cengiz candar ve ırkçı takiyye

    5.01.2013 08:34

    pkk yı, kaleyi sürekli saha dışına taşıma konusunda kışkırtarak, makul bir dengenin imkanları torpilleyen basındaki pkk cı ekibin onde geleni cengiz çandar, etnik damarı hakkında bin yıldır takiye yaptığını gercek kimliğini oluşan tepki üzerine açıkladı. çandarlı sülalesinden geldiği iddiası ile herkes kadar türklük konusunda gögsünü kabartarak konuşma yetkesine sahip olduğunu biyografisine yazıp, son kitabında ise çardarlı sulalesinin ve kendisinin de aslen kürt oldugunu örtülü açıkladı.

  • Onur Dinçer

    Onur Dinçer

    6.01.2013 14:03

    Çandarlı sülalesi (=Cengiz Çandarın sülalesi) yerli ve yabancı tarihçilerin geneli tarafından köklü bir Türk sülalesi olarak kabul edilir. Cengiz Çandar kitabında sülalesinin aslen Kürt olduğunu filan söylemiyor, sadece geç bir tarihe ait, Çandarlı sülalesiyle alakasız ve güvenilmez bir kaynak olan Şerefname adlı kitapta o yönde bir kayıt olduğunu söylüyor. Kayıt tatmin edicilikten uzak ve muhtemelen Cengiz Çandarın kendisi de onu ciddiye almıyor.

Yazarlar