Murat Sevinç
Yedinci yazı…
İlk altı yazıda başlıca üç hükümet sisteminin doğumunu ülkelerin tarihsel serüveni içinde özetlemeye çalıştım. Başkanlık sistemi Amerikalıların, yarı başkanlık sistemi Fransızların, parlamenter sistem Britanyalıların icadı. Bunlara, Almanya ve İspanya’nın hükümet tercihlerini de ekledim. Bu son iki parlamenter sistemin eklenmesinin nedenleri, ilgili yazılarda.
Bazı tekrarları sürekli yapacağımı, bunun yazı dizisinin hedefi için gerekli olduğunu bir kaç kez söylemiştim. Bir kez daha: Şu ana dek yalnızca üç ana ‘hükümet biçiminden’ söz edildi. Henüz o hükümet biçimlerinin, demokratik siyasal sistemle ilişkileri üzerinde durmadım. Bir ülkenin hükümet sistemi parlamenter, siyasal sistemi demokratik ya da anti demokratik olabilir. Her hükümet sistemi ve siyasal sistem eşleşmesi için geçerli bu ilke.
Dolayısıyla, hükümet sistemlerinin teknik niteliklerinin siyasal sistemlerin içeriği üzerinde belirleyici olduğunu, buna mukabil birinin diğerinin ‘zorunlu’ sonucu olmadığını hiç unutmamak gerekiyor. Türkiye parlamenter sisteme dönse de demokrasiye kavuşamayabilir; zira demokrasi için hükümet sistemi tercihinin ötesinde çok şeye ihtiyaç var. Bu iddia diğer tüm sistem tercihleri bakımından da geçerli. Ezcümle: Konuların ait oldukları düzeyleri birbirine karıştırmamak gerek. Konuşabilmek, tartışabilmek için son derece hayati bir ilke bu.
Bugünün konusu, ‘toprağımızdaki’ hükümet sistemi tercihleri. 1876’dan bugüne.
Türkiye’nin son derece zengin bir hukuk/anayasa birikimi var. Küçümsenecek, “Bizden bir şey olmaz” denilecek bir ülke değiliz. Osmanlı-Türk anayasal gelişmeleri hemen her zaman Batı’yı takip etti ve er ya da geç aynı standartlara ulaşmaya çalıştı. Hukuk alanındaki gelişme, diğer alanlardaki gibi ‘modernleşme’ çabasının ürünü. Osmanlı, trenin kaçmak üzere olduğunu ve bunun kendisi için yaşamsal bir sorun olduğunu fark ettiği andan itibaren o treni yakalamaya çalıştı. Bütün bir 19. yüzyıl, bir yandan batılaşmanın diğer yandan yarı sömürge haline gelmenin tarihi. İkisi iç içe ilerledi.
Anayasal belgeler ‘Senedi- İttifak’ (1808) ile başlatılır. 1839 tarihli ‘Tanzimat Fermanı’ ikinci ve ‘anayasal belge’ sıfatını ilkinden daha çok hak eden bir belge. En bilineni 1856 tarihli olan başkaca fermanlar da var.
İlk ‘anayasa’ ise 1876 tarihli: Kanun-u Esasi. Osmanlı’nın ‘meşruti monarşiye,’ yani ‘şarta bağlanmış sultanlığa’ geçtiği tarih.
II. Abdülhamit döneminin (pazarlıkların) ürünü. Aslında ‘şahsının’ tahta çıkma senedi de diyebiliriz! Destekleyenler kadar karşı çıkanlar da vardı. Anayasanın Şeriat’a karşı olduğunu ya da halkın henüz o gelişmişlikte olmadığını savunalar.
28 kişilik bir komisyon kuruldu, Sultan anayasa ile yakından ilgilendi, katıldı, belirledi ve sonunda ortaya sultanın parlamento karşısında çok güçlü olduğu bir anayasa çıktı. İki kanatlı bir meclis. Fakat adları meclis değil, heyet: Heyet-i Âyan ve Heyet-i Mebusan. Biri seçimle, diğeri sultanın keyfiyle belirleniyor. Ancak yasa yapma sürecinde dahi asıl sözü geçen sultan. Onun izin vermediği hiç bir metin yasalaşamıyor. Üstüne bir de ‘mutlak veto’ yetkisi var. Heyetlerin gerçek birer ‘meclise’ dönüşmesi ancak II. Meşrutiyet ardından mümkün olabildi.
Anayasa’nın temel haklar kısmı, yüzyılın başından itibaren elde edilen bazı kazanımların sayılmasından ibaret. Yargı konusunda ise modernleşme sürecinin ikili karakteri belirgin. Geleneksel alanlarda Şeriye mahkemeleri, yeni yasaların düzenlediği alanlarda Nizamiye mahkemeleri yetkili.
Ancak temel haklar rejimini neredeyse anlamsız hale getiren çok önemli bir yetkisi var sultanın. Meşhur 113. madde (sıkıyönetim-idare-i örfiye) ile hükme bağlanan ‘sürgün’ yetkisi. Polis soruşturması ile hükümet aleyhine çalıştıkları tespit edilenler, sultan tarafından sürgüne gönderilebilecekti! Öyle bir yetki ki, ‘kurucu babalar’ Namık Kemal, Ziya Paşa ve en önemlisi, anayasanın mimarı Mithat Paşa hemen sürgüne gönderiliyor!
Fakat 113. maddenin anayasada yer almasının tek sorumlusunun Abdülhamit olmadığı da söylenmeli. Anayasaya karşı olan bir grup ekim ayında eyleme geçince Sadrâzam Mithat Paşa konuyu Heyet-i Vükelâ’ya getirmiş ve eylemcilerin ‘yargılama olmaksızın’ sürgün edilmesini önermişti. Sultan ise görünüşte de olsa bir yargılama öneriyor. Mithat Paşa ve Namık Kemal (gazetesinde) sürgünde ısrar edince muhalifler sürülüyor. Tarık Zafer Tunaya’ya göre, “Böylece keyfî bir rejime son vermek için anayasalandırma hareketini gerçekleştirmek isteyenler, yargısız cezalandırma isteği ile kendi kendilerine ters düştükleri gibi, zaten bu akıma muhalif bir padişahın eline öldürücü bir silah vermişelerdir.” Tunaya, Sultan’ın bu ‘hatadan’ ustaca yararlandığını ve 113. maddeye sürgün fıkrasını son anda ekleyebildiğini belirtiyor. Bugün için de çokça ders çıkarılması gereken bir örnek bu!
1876’da bir parlamento var ama ‘parlamenter sistem’ yok. En güçlü makam meclis değil, sultan. Sultan aynı zamanda halife. Bakanlar sultana karşı sorumlu, onun tarafından atanıyor ve azlediliyorlar. Hükümetin meclise siyasal sorumluluğu söz konusu değil. Bakanların cezai sorumluluğu var, ancak işletilebilmesi için yine sultanın onayı gerekli. Ezcümle, çok güçlü bir yürütme ve hayli zayıf bırakılmış bir meclis söz konusu.
Uzatmamayım, II. Abdülhamit bu meclise dahi fazla tahammül edemedi. Son derece girişken davranan ilk meclise yalnızca 56 birleşim, ikincisine 29 birleşim dayanabildi. İlkinde meclisi ‘feshetmiş’, anayasaya göre yeni seçimler altı ay içinde yapılmıştı. İkincisinde aynı tuzağa düşmedi Abdülhamit! Bu kez feshetmek yerine ‘tatile gönderdi’ ve tam ’30’ yıl boyunca (1908’e dek) bir daha toplantıya çağırmadı! Uzun bir tatil oldu. Anlayacağınız, anayasayı askıya aldı. Günümüz iktidarı tarafından bunca sevilmesinin nedenlerinden biri de budur herhalde!
II. Meşrutiyet’in ilanı 1908. Sultan 30 yıl sonra meclisi toplamak zorunda kalıyor. Bizi asıl ilgilendiren ise 1909 anayasa değişiklikleri. Anayasayı bütünüyle değiştiren değişiklikler bunlar.
Toprağımızda parlamenter sistemin temel ilkeleri ilk kez 1909 değişiklikleriyle kabul edilmiştir. Yüz küsur yılda iyi kötü oturan parlamenter gelenek 2017 yılında çöpe atıldı. Göz göre göre, güle oynaya! Akıl alır gibi değil.
1909 değişiklikleriyle heyetler ‘meclise’ dönüşmüş, sultanın yetkileri sınırlandırılmış, meclisin yetkileri artırılmış, 113. madde yürürlükten kaldırılmıştır. Neydi parlamenter sistemin başat niteliği? Bakanların meclise karşı sorumluluğu. 1909 değişikliğiyle, bakanların meclise tek tek ve toplu sorumlulukları kuralı kabul edilmiştir.
Sonraki ilk anayasa Kurtuluş Savaşı yıllarında kabul edildi. 1921 tarihli Teşkilat-ı Esasiye.
Bu kısacık anayasa (23+1), yapılış mantığına uygun bir şekilde (savaş yürüten bir meclis) ‘meclis hükümeti’ sistemi kurdu. Ne demek bu? Yasama ve yürütme organları aynı elde, yani mecliste. Meclis, yürütme işleri için kendi içinden bir İcra Vekilleri Heyeti seçecek, meclis başkanı bu heyetin de doğal başkanı olacaktı. Yargı konusuna değinilmiyor. (ancak meclis gerektiğinde yargı yetkisi dahi kullanabiliyor; bakınız, İstiklal Mahkemeleri.)
Bu çok ilginç bir dönem. Aynı toprakta aynı anda iki anayasa var. 1876 Kanunu Esasi’nin yürürlükten açıkça kaldırılması ancak 1924 Anayasası ile gerçekleşti. Egemenliği gökyüzünden yer yüzüne indiren 1921 Anayasası (“Hâkimiyet milletindir” diyerek!), bir yandan ulusal hareketin temel ilkelerini belirlerken, diğer yandan çok gelişmiş bir yerel yönetim düzeni kurdu. İllere ve nahiyelere çok affedersiniz ‘muhtariyet’ (özerklik) tanındı! Anayasanın bu ve başkaca niteliklerine yazı dizisinin ilerleyen bölümlerinde değineceğim.
Cumhuriyet’in ilk anayasası 1924 tarihli. Bu anayasayı yapan, Mustafa Kemal’e muhalefetin büyük ölçüde tasfiye edildiği II. Meclis.
Hem parlamenter sistemin hem de meclis hükümeti sisteminin ilkelerine sahip görünen bu anayasa, tek partili ve çok partili yaşamda uygulanmış; tek parti devrinde sorun çıkarmayan bazı nitelikleri 1950’den sonra CHP ile DP arasında kavgaya neden olmuştur.
Nasıl bir hükümet sistemi kabul edilmişti?
Her ne kadar ‘meclis hükümeti’ sisteminin izleri olsa da, 1924 Anayasası ‘parlamenter sistemin’ temel kurallarını benimsedi. O dönem çok güçlü olan ‘meclis üstünlüğü’ ilkesinden ödün verilmedi. İki başlı bir yürütme organı var ve o başlardan biri olan ‘devlet başkanının’ yetkileri Büyük ölçüde sembolik. Bakanlar meclise karşı sorumlu. Haliyle, yetki hükümette. Bakanların cezai sorumluluğu da var tabii. Meclis tarafından Yüce Divan’a gönderilebilirler.
Yukarıda, II. Meclis’te muhalefetin tasfiye edildiğini söylemiştim. Doğru olmasına doğru da, o üyelerden oluşan meclisin dahi, cumhurbaşkanına meclisi fesih yetkisi vermediğini, şiddetle karşı çıktıklarını hatırlatmak gerekiyor! Oysa bu yetki 2017 yılında verildi.
1924-1960 arasında cumhurbaşkanlarının güçlü insanlar olmalarının nedeni anayasa değil, söz konusu liderlerin (Atatürk, İnönü ve Bayar) tarihi kişilikleri. Yürütmenin ‘siyasal sorumluluğu’ olmayan başı cumhurbaşkanı, dört yılda bir TBMM tarafından seçilecek. Yani her seçim sonrası meclis, devlet başkanını seçiyor. Yeniden seçilmesi için bir sınır yok.
Anayasa, 1946 sonrasında tartışma konusu oldu. DP’nin büyük başarısıyla adım atılan çok partili yaşamda burjuvazinin iki kanadının birbirine düşmesi ve DP’nin özellikle 1957 seçimlerinden sonra demokrasiyi büyük ölçüde terk etmesi, tarihimizde adetten olduğu üzere (!) Anayasa’nın bazı ‘eksiklikleriyle’ ilişkilendirildi. Bu belli açılardan doğru, ancak çok eksik bir açıklama olur.
DP, Anayasa’daki egemenlik ilkesini ‘çoğunlukçuluğa’ yol verir şekilde yorumluyordu. Özetle: “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletin ve o hâkimiyetin temsil edildiği tek organ meclis ise, ben o meclis sandalyelerinin çoğunluğunu kazandıysam, demek ki uygulamalarım kayıt ve şart altına alınamaz.” Bu yorumun, Türkiye sağına ‘milli iradeciliği’ miras bıraktığını söylemek yanlış olmaz.
27 Mayıs’a giden yolda olup bitenin asıl müsebbibi DP’ydi. Ancak, CHP’nin de öyle demokrasi meraklısı filan olmadığını ve konunun sınıf mücadelesi boyutunu hatırda tutmakta yarar var. Bunlar sonraki yazıların konusu. Sonunda işler iyice çığrından çıktı ve 27 Mayıs darbesi gerçekleşti.
1961 Anayasası ile hangi ‘hükümet biçimi’ tercih edildi?
Hani bugün ‘güçlendirilmiş parlamenter sistem’ deniyor ya, eğer tarihimizde bunun bir örneği aranıyorsa 1961 Anayasasına bakılmalı.
1961 Anayasası, 1924 Anayasası’nın neden olduğu ya da neden olduğu ‘iddia edilen’ sorunlarını çözmeye girişmiştir. Bizi ilgilendiren asıl konu, parlamenter sistemden ‘parlamenter demokrasiye’ geçiş için yer verdiği önlemler. Bunu, hem hükümet sistemini ‘saf parlamenter sisteme’ dönüştürecek, hem de o sistemi demokratikleştirecek düzenlemelere yer vererek hayata geçirmeye çalıştı anayasa. İkinci kısım bu yazının konusu değil.
Ne yapıyor saf parlamenter sistemin inşası için? (konu bu değil ama, son zamanlarda insanların ‘için’ yerine ‘adına’ sözcüğünü kullanması size de sinir bozucu geliyor mu?!)
Öncelikle, parlamenter sistemin mantığına uygun biçimde cumhurbaşkanını tam anlamıyla ‘tarafsız’ hale getiriyor. Örneğin, görev süresini meclis döneminden (dört yıl) ayırıp yedi yıla çıkarıyor. Eğer varsa partisiyle ilişkisini sona erdiriyor. Yetki ve görevleri de sembolik ‘devlet başkanı’ yetkileri. Kırk yaşını doldurmuş ve yükseköğrenim yapmış olmalı. Arka arkaya iki kez seçilemiyor. Tabii, siyasal sorumluluğu yok, tüm sorumluluk hükümette.
Bülent Tanör’ün ifadesiyle ‘siyasallaştırıcı, sosyalleştirici ve hukukileştirici’ etkileri olan ve hükümet biçimi olarak ‘saf parlamenter sistemi’ tercih eden 1961 Anayasası, günah ve sevaplarıyla anayasacılığımızın ve zirvesi. Fakat bu anayasa devrinde parlamenter demokrasi hakkıyla kurulabildi mi? Bunu söylemek çok güç. Kuşkusuz anayasanın bir büyük talihsizliği, 1965 sonrasında kendisine sahip çıkmayan iktidarların elinde kalmış olması.
12 Mart ardından yapılan değişikliklele demokratik niteliklerinin bir kısmı törpülendi. 12 Eylül 1980’de ise faşist cunta tarafından çöpe atıldı.
Suçlu her zaman olduğu gibi yine anayasa idi! Yenisi yapılmalıydı ve yapıldı.
12 Eylül Cumartesi günkü ‘sekizinci’ yazıda konu, 1982 Anayasası’nın tercih ettiği hükümet sistemi olacak…
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEYüzdük yüzdük 22.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayPax Americana sonrası Almanya: Yeşil dönüşümden askeri Keynesçiliğe 21.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarThank you Ahmed 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKüfürbazlar ve ötesi 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasAK Parti hariç herkes CHP 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselPara politikasında sınav zamanı 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakNüfusumuz dibe vururken! 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN"O Yıl", hangi yıl? 15.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKANBahis oynayan bakan kim?.. CASUS KİM?.. 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHakim sınıfın iki zümresi 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞCHP programı halka ne vadediyor? Nasıl bir parlamenter sistem? 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpHissedilemeyen büyümenin anatomisi 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKİmralı için CHP’yi sıkıştırmaya gerek var mı? 5.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRPOLEMİK SENDROMDA 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYTürkiye İçin Irak Peşmergeleri Sorun Olmuyor da Rojava neden Sorun! 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrta Doğu, Trump Amerika’sına Uyum Sağlıyor 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYŞu meşhur “İznik Konsili” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKEve siyaset için dönüş öncesi bir mıntıka temizliği gerek 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunDağıstan Cumhuriyeti ve Ayna Gamzatova 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMABD’de bir şeyler oluyor: Nick Fuentes 30.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaAK Parti çekingen 26.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİCHP modernizmi ve faşizmi... 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerÇÖZÜM, BARIŞ VE KARDEŞLİK GETİRECEK Mİ? 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KURÇOCUK HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ 19.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları













































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
7.12.2025
23.11.2025
21.11.2025
14.11.2025
30.10.2025
26.10.2025
12.10.2025
3.10.2025
14.09.2025
11.09.2025