Yasin AKTAY
Hrant Dink davasında "örgüt bağlantısının bulunamaması" kötü, hatta haddi aşan bir şaka gibi algılandı. Birilerinin hâlâ Türkiye halkının zekasıyla "eskiden sıkça olduğu" gibi alay etmeye devam etmesi doğal olarak çok büyük bir şaşkınlıkla karşılanıyor ve bu kötü şaka hak ettiği tepkiyle karşılanıyor.
Adalet duygusunun ve standardının toplumda bir hayli geliştiği bir noktadayız artık. Perşembe Günü Hrant Dink'in katledilişinin 5. yıl dönümünde, adalet için yürüyen onbinlerce kişinin gösterisi bir davanın seyrinde artık toplumsal vicdanın da hiç bir şekilde gözardı edilemeyeceğine dair etkili bir uyarı oluşturdu. Bu uyarı etkisini hemen gösterdi. Olayın vahametini görmeyen hukukçusu, siyasetçisi, bürokratı, rutin bir dava olarak geçiştirilmek üzere olan davanın üstüne bir kez daha eğilmek durumunda kaldı. Mahkeme başkanının "ben de inanıyorum örgüt işi olduğuna ama elimdeki delillerle başka bir karar veremezdim" mealindeki açıklamaları hemen davanın savcısı tarafından güçlü ama zaten bilinen delillere tekrar dikkat çekilerek yanlışlandı. Savcının "zaten bilinen delillerinin" bir kez daha parlamasının, yaşanan atmosferle çok yakından ilgili olduğu açık.
Davaya hükümetin de "yargının bağımsızlığı" bağlamında yaklaşması ilke olarak doğru görünse de, adaleti yargının iliklerine kadar örgütlenmiş bir yapılanmanın insafına terk edecek şekilde "bitaraf bir müşahit" gibi yaklaşmakla yetinemeyeceği anlaşılmış oldu.
Açıkçası gerek Hrant Dink davası gerek Ergenekon davaları hususunda gerekse de KCK operasyonları ve davaları hususunda hükümet bazen gereğinden fazla "bitaraf bir müşahit" tavrına giriyor. Oysa bu davalar adaletin tecelli edeceği, hükümetin adalet iddiasının en yakından sınanacağı alanlar. Bu konuda Ak Parti tarafından yönetilen hükümetin müdahil görünmekten kaçınması bir yere kadar anlaşılabilir, ama bu davalara bitaraf müşahit kaldıkça başkalarının güdümüne girme ihtimalinin de çok yüksek olduğunu görüyoruz. Bu durumda hükümetin bitaraflığı tam tersi yönde bir tarafgirlik olarak anlaşılabiliyor.
Açıkçası, yargıda yapılan reformlar, belki yüksek yargı düzeyinde bir çok şeyi düzelttiyse de yargı bürokrasisinin eğitim, zihniyet, ideoloji, aşırı yük ve özensizlik sorunları hala orta yerde duruyor. Yargı bazen bunlardan dolayı bazen de yargı bürokrasisi içindeki eski örgütsel yapıların operasyonlarından dolayı hükümetin adalet siyaseti için halen en riskli alanlardan birini oluşturuyor. Hükümetin bu alanlarda ideal tarafsızlık konumunu mazeret olarak ileri süremeyeceği faturalarla karşılaşması her zaman muhtemeldir.
KCK davalarında verilen özensiz tutuklama kararları, "kurunun yanında yaşı da yakmayı" giderek bir norm haline getirmeye yüz tutmuş durumda. Oysa adalet ilkesi öncelikle "kuru ile yaşı" birbirinden ayırmaya odaklanmalı. Tabi bir de bu olaya özgü bir risk olarak, ateşi artırdıkça ortalıkta yaş odunun da kalmayacağını hesaba katmalı. Bu alanda sadece bir "Kürtçe ifade" konusunda mahkemenin sürdürdüğü inat yüzünden ne kadar yaşın kurumaya yüz tuttuğunu anlatmayalım daha.
Adalet ve Kalkınma Partisi'nin " kalkınma" alanında şimdiye kadar her düzeyde rekor sayılan başarılar kaydettiği bir gerçek. Türkiye'nin 10 yıl içinde nerden nereye geldiği ortada. Doğrusu "adalet" de partinin iddialı olduğu veya en azından kendine "yazdığı" en önemli diğer bir konu. Şimdiye kadar yargı alanında gerçekleştirilen reformlar, Ergenekon davalarında sergilenen irade ve yaklaşım, ekonomik anlamda gelir dağılımında sergilenen performans ve daha bir çok alandaki uygulamalar "adalet" konusunda da rakipsiz olduğunu gösteriyor. Sadece bu politikalarıyla da hükümet "adalet" alanında yeterince fark ortaya koymuş durumda. Ancak bu fark rakipleriyle karşılaştırıldığında büyük ve belki yeterli, ama asla "adalet" idealinin talep ettiği kadar büyük bir fark değil.
Aslında kalkınma alanında da öyle, ama bilhassa "adalet" konusunda AK Parti'nin kendisine rakip olarak şimdiki veya selefi pari veya hükümetleri görmeye hakkı da yok, lüksü de. Giderek en fazla sınandığı alanın adalet olduğunu görmeli. Ne yazık ki, yine giderek en fazla açık verdiği alan da oluyor adalet.
Bütün halkın gözünün önünde cereyan eden, üstelik çoğu insanın baştan sona "hükümet operasyonu" gibi gördüğü, sonucunda da kamu vicdanını yaralayan davalara "bitaraf müşahit" gibi yaklaşmasından kaynaklanıyor. Oysa adalet eksikliğinde insanların birinci dereceden sorumlu tuttuğu muhatap hükümetten başkası olamaz.
Yargı reformundan önce "millet adına karar veren" ama millete karşı hiç bir sorumluluğu olmayan yargı geride bırakılmış olmalı. Millet kendi adına karar veren yargının kendi talepleriyle örtüşüp örtüşmediğini daha fazla soruyor. Bu soruların daha etkili bir adalet adına sorulabilmesinde AK Parti'nin çok önemli bir rolü olmuştur. Ancak bu rolü oynamış bir partinin, hele ismine "adalet"i bilhassa yazmış bir partinin "adalet ideali" üzerine daha fazla titremesi beklenecektir.
Dipnot: "Bîtaraf bir müşahit" deyimi otuzlu yılların maarif vekili Reşit Galib'in Cumhuriyet devrimleri karşısında Darülfünun için suçlayıcı olmak üzere kullandığı bir deyim. Bu eleştirisi Cumhuriyetin şapka, harf, tarih, dil gibi politikalarına karşı lakayt davranmakla suçladığı Darülfünunun kapanmasıyla noktalanacaktı.
Yazarlar
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYargı niye böyle? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUÇevremiz çok bilinmeyenli bir denklem gibi, yoksa bilinebilir mi? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
3.06.2020
6.01.2019
16.10.2019
14.10.2019
9.09.2019
8.07.2019
8.07.2019
22.04.2019
1.02.2019
25.02.2019