Zülfikar ÖZDOĞAN
Cemil Koçak, “Tarihçinin Eleği”(Timaş Yayınları, Haziran 2012, İstanbul) başlıklı yeni kitabında, geçmiş yirmi yıl içerisinde yazdığı bazı makaleleri derlemiş. Kendisinin de sunuş yazısında belirttiği gibi bunların ortak noktaları‘yakın tarihimizle ilgili araştırma ve yayınların kritiğine ayrılmış olmaları’dır. Batı’da ‘review’ olarak bilinen bu tarzın Türkiye’de fazla gelişmemiş olmasını yazar birçok etkene bağlıyor. Onları tekrar etmek istemiyorum, isteyen kitabı alır okur. Ne var ki tüm etkenlerin çıktığı ana noktanın Türkiye’de demokrasinin ve bu bağlamda eleştiri kültürünün gelişmemesinin oluşturduğu bir gerçektir.
Bizde eleştiri hâlâ hasmane bir tutum olarak algılanıyor ve olumsuz karşılanıyor. Eleştirenlerin hoyrat tutumları da bu konuda rol oynamıyor değil, ancak esas nedenin yine de eleştiri kültürünün gelişmemiş olmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Otoriter, muhafazakâr ve hiyerarşik toplum yapımız eleştiri yazınının oluşmasının önündeki engellerdir. Bunlar yadsınamaz. Ama esas nedenin Türkiye’de kapitalizmin ve buna bağlı olarak toplumsal bilimlerin geç gelişmesi olduğunu da kabul etmemiz gerekir.
Kitapta birçok bilimsel yayın ele alınmış, irdelenmiş ve eleştirilmiş. Ancak bunlardan bir tanesi oldukça ilgimi çekti. Koçak, tarihçi Erik Jan Zürcher ile ilgili ilginç bazı saptamalarda bulunmuş. Bilindiği gibi, Zürcher, Türkiye tarihi konusunda tanınan bir simadır. “Modernleşen Türkiye’nin Tarihi” başlıklı çalışması yanılmıyorsam otuza yakın baskı yaptı ve birçok üniversitede yardımcı ders kitabı olarak okutuluyor. Olaylara objektif olarak yaklaşması –ki bu Türkiye kökenli tarihçilerin en büyük eksikliğidir- ve bilinen tezlerin ötesinde farklı ve şaşırtıcı çıkarsamalarda bulunması Zürcher’i yaşayan tarihçiler arasında ön plana çıkardı. Cemil Koçak ise Zürcher’in başka bir yönüne, çok fazla dikkati çekmeyen ‘bilimsel yöntemine’ dikkati çekmiş.“Zürcher, eski tezleri sorgular ve yeni tezlerini ortaya koyarken, ilk akla gelenin aksine, yeni belge ve bilgiler üretmiyor. Zürcher’in buna ihtiyacı yok. Tam tersine, yıllardır okunan ve okutulan ve göreli olarak da az sayıda basılı kaynağa dayanıyor. Ne yeni ‘bulunmuş’ kitaplara, broşürlere ya da anılara, ne de bir türlü kapısından içeri adım atılamayan yerli ve yabancı arşiv merkezlerinde saklı kalmış ve fark edilmemiş belgelere ihtiyacı var Zürcher’in…” (age. Sf. 30).
Koçak’ın bu yazısını okuyanlar Zürcher’in arşiv kuruluşlarının kapısından hiç içeri adım atmadığını düşünebilirler. Bilmeyenler için bir hatırlatmada bulunalım: Erik Jan Zürcher, kısa bir süre önce görevinden ayrılmakla birlikte Amsterdam’da bulunan Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsü’nün (USTE) yaklaşık beş yıl direktörlüğünü yaptı. Ayrıca 90’lı yıllarda da on yıla yakın söz konusu kuruluşun Türkiye bölüm başkanlığını yürüttü. Elbette bu görevlerde bulunması arşivlerden yeteri kadar yararlandığını göstermez. Ancak bu arşiv dünyasından uzak olmadığını, aksine tam da merkezinde yer aldığını gösterir.
Ne var ki buna rağmen Cemil Koçak’ın bu değerlendirmesine kısmen katılıyorum. Kaynaklarının daha çok basılı eserlerden oluşması Zürcher’in eserlerinin karakteristik özelliğidir. Kaynak notları dikkatlice gözden geçirilirse arşivlerin çok az yer tuttuğu görülür. Yıllar önce USTE’de kendisiyle aynı odada çalışırken ‘neden yeni çalışmalar yapmadığını’sormuştum. Buna yanıt olarak “Türkiye’de arşivlerin kapalı olduğundan”söz etmişti. O zamanlar Türkiye’deki arşiv kuruluşlarının çalışmaları konusunda olumsuz bir kanaate sahip olduğum için yanıtı bana makul gelmişti. Ancak daha sonra arşiv dünyasını iyi tanıyınca bunun gerçeği tam yansıtmadığını görmüştüm.
Evet, Türkiye’de kaynaklara, özellikle devletin denetimindeki arşiv belgelerine ulaşmak kolay değildi, ama hiç olanaksız olduğu da söylenemezdi. Gerekli başvuruları yaparsanız ve sabırlı olursanız en azından bazılarına ulaşmak mümkündü. Ayrıca, engeller tümüyle aşılamamakla birlikte arşivlere ulaşmak konusunda son yıllarda olumlu gelişmeler oldu. Ancak buna rağmen Zürcher’in eserlerindeki bilgi kaynaklarında fazla bir değişiklik olmadı. Koçak’ın haklı olarak işaret ettiği gibi bilinen basılı eserler Zürcher’in kaynakçasının hemen hemen tümünü oluşturuyor. “Sonuçta tuhaf bir durum ortaya çıkıyor: Yıllarca aynı kaynakları kullanarak ve okuyarak yazılagelen bir târih, sâdece bu kaynaklara dayanılarak sorgulanabiliyor ve eski tezlerin temellerinin çürüklüğü gözler önüne serlirken, bir yandan da aynı kaynaklar, tam aksi sonuçlara varan yeni tezlerin de temel kaynakları hâline geliviriyor. Zürcher’in her iki kitabında da bunu başarabildiğini görüyoruz” (age. Sf. 31).
Sadece basılı eserlere dayanılarak tarih çalışması yapmak konusunda Zürcher yalnız değil. Başkaları da bu yönteme sıkça başvuruyor. Bunun en son örneği Ayşe Hür’ün yeni çalışması ‘Öteki Tarih’tir. Kitabın başlığının bende bıraktığı ilk izlenim, bilinen mevcut tezlerin ötesinde yeni tezler ileri sürüldüğü biçimindeydi. Çünkü başlık son derece çarpıcı, vaat edici, hatta iddialıydı. Bu başlıktaki bir eserin ancak uzun yıllara dayanan zahmetli arşiv çalışmasıyla ortaya çıkarılabileceğini düşünmüştüm ve bu nedenle oldukça ilgimi çekmişti. Ancak eseri elime alıp kaynakçasına göz atınca yanıldığımı anladım. Kaynakçada bilinen basılı eserlerin dışında yeni bir şey yoktu. Üstelik işlenen konular açısından belirtilen kaynak sayısı o kadar sınırlıydı ki şaşırmadım desem yalan olur. 9-10 kaynak göstererek son derece çetrefil tarihsel konuları tabir-i caizse özetlemek herhalde kolay bir iş olmasa gerekti. Ama Ayşe Hür bunu becermişti!
Elbette bu sözlerimden basılı eserlere dayanılarak asla tarih çalışması yapılamayacağı sonucu çıkarılmamalıdır. Tabiatıyla yapılabilir ve bilinenin ötesinde ortaya yeni tezler de atılabilir. Ancak bu tarih çalışmasında birinci derecedeki kaynağın arşivler, yani tarihsel dokümanlar olduğu gerçeğini göz ardı etmemelidir. Özellikle akademik disipline sahip olan tarihçilerin bu konuda daha titiz olmalarını beklemek hepimizin hakkıdır.
Yeri gelmişken bir başka konuya da değinmeden geçemeyeceğim. Son yıllarda Osmanlıca arşiv belgelerinin transkripsiyonunu yapıp olduğu gibi yayınlamak bir hayli yaygınlaştı. Osmanlıca okuyanların sayısının azlığı düşünülürse son derece olumlu bir girişim olduğunu kabul etmek gerekir. Ne var ki birçok konuda olduğu gibi bu konuda da yanlış bir gelenek oluşuyor. Şöyle ki: arşiv belgelerinin transkripsiyonu birilerine yaptırılıyor ve belgeyi eline geçirmiş olan zevat sanki kitabı kendisi yazmış gibi bir önsöz yazıp adına bastırıyor. Komintern arşivinin başına gelenler bunun tipik örneğidir. Belirli ve küçük bir çevrenin eline geçen bu belgeler şimdi aynı yöntemle bir-iki kişinin adı altında piyasaya sürülüyor. Ayrıca sadece eski komünistler değil, ne yazık ki çok tanınmış bazı tarihçilerimiz de bu yola başvuruyorlar. Böylesi bir geleneğin yerleşip yaygınlaşmasını onaylamak kesinlikle doğru değildir.
Arşivcilikte bunun adı kaynak ya da belge yayıncılığıdır. En doğrusu konunun uzmanı bir kurulun bu tür çalışmayı yapmasıdır. Osmanlıca gibi zor bir yazı dili için bu kesinlikle olmazsa olmazdır. Erzurum Üniversitesi’nin yaptığı ‘Albayrak’ gazetesinin tıpkıbasımı ve transkripsiyonu çalışmasındaki hatalar bu konuda çarpıcı bir örneği oluşturuyor. Her sayfasında onlarca hatanın olduğu bu çalışma gazeteci Murat Bardakçı tarafından ortaya çıkarıldı ve konunun ne denli önemli olduğunu gözler önüne serdi. Sadece dile hâkim olmak yetmez, dönemi ve konuyu iyi bilen uzmanların da katılımıyla bir kurul oluşturup belge yayıncılığı yapmak hataları en aza indirgeyebilecek en doğru yöntemdir. Dünyadaki örnekleri de bunun böyle olması gerektiğini gösteriyor. Elbette bu çalışmayı yapanların isimlerinin eserde yer almasına kimsenin itirazı olamaz. Bu onların en doğal hakkıdır. Ancak bunun yerine belgelerin transkripsiyonunu birilerine yaptırıp, sonra bir önsöz yazıp yazarı imiş gibi kitabı kendi adına bastırmalarını son derece sağlıksız ve çirkin buluyorum.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEYüzdük yüzdük 22.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayPax Americana sonrası Almanya: Yeşil dönüşümden askeri Keynesçiliğe 21.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasAK Parti hariç herkes CHP 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarThank you Ahmed 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKüfürbazlar ve ötesi 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselPara politikasında sınav zamanı 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakNüfusumuz dibe vururken! 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN"O Yıl", hangi yıl? 15.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKANBahis oynayan bakan kim?.. CASUS KİM?.. 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHakim sınıfın iki zümresi 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞCHP programı halka ne vadediyor? Nasıl bir parlamenter sistem? 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpHissedilemeyen büyümenin anatomisi 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKİmralı için CHP’yi sıkıştırmaya gerek var mı? 5.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYTürkiye İçin Irak Peşmergeleri Sorun Olmuyor da Rojava neden Sorun! 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRPOLEMİK SENDROMDA 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrta Doğu, Trump Amerika’sına Uyum Sağlıyor 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYŞu meşhur “İznik Konsili” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunDağıstan Cumhuriyeti ve Ayna Gamzatova 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKEve siyaset için dönüş öncesi bir mıntıka temizliği gerek 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMABD’de bir şeyler oluyor: Nick Fuentes 30.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaAK Parti çekingen 26.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerÇÖZÜM, BARIŞ VE KARDEŞLİK GETİRECEK Mİ? 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİCHP modernizmi ve faşizmi... 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KURÇOCUK HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ 19.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları








































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
15.11.2013
26.09.2013
11.08.2013
15.06.2013
8.01.2013
11.12.2012
26.11.2012
15.11.2012
3.11.2012
15.10.2012