Ali BAYRAMOĞLU
Davutoğlu’nun partisini yarın resmileştirmesi bekleniyor. Babacan ise kuruluşu yeni yılın ilk haftalarına bırakmış görünüyor. Önlerinde önemli bir sınav var. Bu sınav, Erdoğan’ın yeni muhafazakâr anlayışıyla karşılaşma ve çarpışmadır.
Yeni siyasi partilerin karşındaki ilk viraj siyasi aidiyetleriyle ve bu konuda oluşturacakları algıyla ilgili olacak. Davutoğlu, Babacan, Özdağ, Atalay, Ergin gibi isimlerin belli bir geçmişleri var. Bu geçmiş, iyi ya da kötü evreleriyle, başarıları ve başarısızlıklarıyla AK Parti’li, daha doğrusu AK Parti’nin toplumsal ve siyasi projeleriyle bağlantılı bir geçmiş. Diğer taraftan, bu yeni aktörler AK Parti’nin tashih edilmiş bir “devamı” ya da ilk döneminin “tekrarı” olmak istemiyorlar. Sahaya, yeni bir siyasi okuma, yeni siyasi öneriler, yeni bir vizyonla çıkmayı arzu ediyorlar.
Merkeze ilerlemek, merkezde yeniyi temsil etmek, bu çerçevede siyasi yelpazeyi etkilemek ya da merkez sağ siyaset dilini yeniden kurmak gerçekten kritik bir husustur. Yeni siyasi aktörlerin başarılarının ön koşulunu oluşturan önemdedir.
MUHALİF ALAN
Ancak bugünün Türkiye koşullarında merkeze yönelmek, orada tutunmak bir çırpıda gerçekleştirilebilecek bir iddia değildir. Bunun, yeni siyasi partilerin kurucular kurulu terkibiyle, programlarıyla, ilk sözleriyle ve yaratacağı ilk akislerle bir anda oluşmayacağı ortadadır. Tersine bu, bir süre, bir süreç gerektirir. Bu süreç, siyasi yelpaze ve algılarda yer tutmak, siyasi gelişmeler karşısında alınacak tavırlar, farklı siyasi aktörlerle kurulacak ilişkiler, gündem oluşturma kabiliyeti gibi birçok unsur iç içe girerek bir bütün oluşturacaktır. Bu süreci belirleyecek biçimsel hususlardan birisi, belki en önemlisi, bence, yeni aktörlerin girecekleri siyasi alanlarda “oyun kurucu” olma kapasiteleriyle ilgili olacaktır.
Babacan ve Davutoğlu aynı anda iki siyasi alana birden girmek durumundalar. Bunlardan ilki muhalif alan, diğeri AK Parti’nin neredeyse tekelindeki muhafazakâr alandır.
Yeni siyasi partilerin muhalif alanda izleyecekleri siyasetin, yapacakları tercihlerin belirleyici önemini geçen yazıda belirtmiştim. Ancak oyun kuruculuk bundan fazla bir şeydir. Hem muhalif alandaki siyasi partiler arasında (genel olarak ya da Kürt sorunu, NATO meselesi gibi tekil siyasi konularda) bağ kurmayı, bu alanın örgütlenmesinde aktif olmayı, ona renk veren taşıyıcılardan biri haline gelmeyi gerektir. Ülkenin kritik sorunları, örneğin dış politika, örneğin Kürt meselesi söz konusu olduğunda ya da yeni toplumsal talepler bakımından, örneğin çevre meselesinde, örneğin aktif katılımcılıkta böyle bir rol, Babacan, Davutoğlu ve arkadaşlarının bugüne kadar benimsedikleri kimi sınır ve tanımların ötesine geçmelerini talep eder.
Bu, mümkün olabilir mi?
Zaman içinde verecekleri sınav gösterecek.
MUHAFAZAKAR ALAN
Davutoğlu ve Babacan’ın daha ilk günden itibaren AK Parti ve Tayyip Erdoğan’la karşı karşıya gelecekleri muhakkak. Muhafazakâr alanda oyun kuruculuğun odak noktasını bu karşılaşma oluşturacaktır. Söz konusu karşılaşma, şüphe yok ki, muhafazakâr dünyada dil ve anlayış tartışmalarına yol açacak ve “hangi muhafazakârlık” sorusu etrafında dönecektir.
Babacan ve Davutoğlu’nun bu çerçevede ilk yapmaları gereken, muhtemelen yapacakları işlerden birisi, Erdoğan’ın “Büyük Türkiye” siyasetinin karşısına dikilmek, onun alternatifini üretmektir.
Nedir Erdoğan’ın son yıllarda izlediği muhafazakâr siyaset?
Bu siyaset bir yanıyla, disipliner bir düzeni öngören, güçler birliği fikrine vurgu yapan, kutuplaşmacı ve kimlikçi bir eğilimden oluşuyor.
Ancak aynı siyaset diğer yanıyla, Türkiye’nin kendi bölgesinde Akdeniz’den Ortadoğu’ya kadar izlediği, “sert bir güç” ve “bağımsız bir değişken” olma arayışına, bu yolda aldığı mesafeye dayanıyor. Erdoğan iktidarı bu çerçevede, diplomatik gelenekleri altüst ederek, uluslararası çelişkileri kullanarak, askeri imkanları devreye sokarak, ABD, AB gibi güçleri dinlemeden hareket ediyor, bunun ürettiği “kabadayı bir milliyetçilik” ve alan kontrolü iddiasıyla yol alıyor, içerideki siyasi dengeyi de buradan besliyor.
Davutoğlu ve Babacan’ın bu siyasetin ilk ayağına, otoriterliğe ve kimlikçiliğe alternatif üretmeleri daha kolay. Zorluk ikinci yönde bulunuyor.
Zira bu yön, “meydan okuma, büyük devlet, Batı’ya karşı dik durma, başarılı kuvvet politikaları” gibi imalarıyla Türkiye’deki sağ muhafazakârlığın, (hatta seküler ulusalcılığın) önemli damarlarından birisine tekabül eder. Bugün Erdoğan’ın seçmen gücünü hâlâ korumasındaki tılsım biraz da burada yatmaktadır. Türk siyasal sistemindeki geleneksel antagonist tarafların (muhafazakârlar ve kemalistlerin, devlet ve siyasetin) konjonktürel bir işbirliği içinde bulunmasını, Erdoğan’ın bu açıdan yaşadığı siyasi rahatlığı da bir ölçüde burada aramak gerekir.
Davutoğlu ve Babacan işin bu yönüyle nasıl, hangi dille, hangi araçlarla yüzleşecektir?
Örneğin Babacan ve arkadaşları, geleneksel sağ seçmen karşısında zora düşmeden sağ muhafazakâr damarı yenileyecek cihazlar üretebilecek midir? Unutmamak gerekir ki, Akdeniz’deki veya Suriye’de bir çatışma ya da operasyon ihtimali hiç beklenmedik anda, onlar için beklenmedik bir sınava dönüşür.
Örneğin Davutoğlu, kendi döneminin dış politik arayışlarıyla bugünün dış politik duruşunun temellerini birbirinden nasıl ayıracaktır? Bir hatırlatma yapalım.
2013 yılı Mart ayında, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, o günün siyasi havasını tam yansıtan şu sözleri söylüyordu: “Orta Doğu’da herhangi bir mesele Türkiye olmadan tartışılamaz. Bizi nesneleştirmek isteyenlere karşı bu millet her zaman özneydi, özne olmaya devam edecek. Artık 10 yıl önceki başkalarından yardım isteyen bir Türkiye yok (…) Türkiye’deki restorasyonun üçüncü ayağı aktif dış politikadır (...) Artık hattı diplomasi yoktur sathı diplomasi vardır. Sathı da bütün dünyadır.”
Üç yıl sonra, Ekim 2016’da Cumhurbaşkanı Erdoğan’nın ağzından ise şunlar çıkacaktı: “1914 yılında 2.5 milyon kilometrekare olan topraklarımızın büyüklüğü dokuz yılda Lozan’ı imzaladığımızda 780 bin kilometrekareye düşmüştü. Türkiye’yi 1923’ten beri böyle bir kısır döngüye hapsedenlerin amacı coğrafyamızdaki bin yıllık hafızayı bize unutturmaktır. 2016 yılında 1923’ün psikolojisiyle hareket edemeyiz. Cumhuriyetimizi kurduğumuzdan beri dünyada her şey değişirken, 1923’teki konumumuzu korumakla övünemeyiz. Cumhuriyetimizi hattı müdafaa anlayışıyla savunmaktan vazgeçmeliyiz.”
Orta Doğu’da dünün aktif, müdahil ve hami politikalarından, bugünün askeri operasyonlarla alan kontrolü ve alan genişletme hamlelerini birbirine bağlayacak çok kişi var.
Mesele biraz da buradadır. Mesele, muhafazakâr siyaseti yenilemek ve demokratikleştirmektedir.
Yeni siyasi aktörler, buna becerebilirlerse Türk siyasetine yeni bir ivme getirirler. Aksi halde bağımlı değişken olmanın ötesine geçemezler.
Yazarlar
-
Taha AkyolYenilikçi bir İslam düşünürü Gannuşi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Önerisiz veya bizzat öneriyle eleştiri” 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları






























































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
13.11.2025
8.11.2025
6.11.2025
1.11.2025
30.10.2025
25.10.2025
23.10.2025
28.09.2025
20.09.2025
18.09.2025