Erol KATIRCIOĞLU

Erol KATIRCIOĞLU
Erol KATIRCIOĞLU
Tüm Yazıları
Bir yol ayrımına doğru: DEM ve CHP
13.12.2023
254
Siyasetin “seçim yoluyla işbaşına gelen yönetir” prensibine uygun olarak yürümesi gerek Siyasal İslamcıları ve gerekse de Laikleri Kürtlere bir ölçüde mahkum bırakmaktadır.

Bir soyutlama yapalım ve diyelim ki Türkiye’nin kaderini üç büyük kimlik grubunun
aralarındaki ilişkiler belirliyor. Siyasal İslamcılar, laikçiler(sekülerler) ve Kürt-Aleviler. Çok mu iddialı bir soyutlama olur bu? Belki de!

Her ne kadar Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana bu durum çoğu kişiye böyle
görünmemişse de toplumun dip akıntılarında bu üçlü arasındaki ilişkiler her zaman ülkenin
kaderini belirleme potansiyeline sahipti. Geriye dönüp yakın tarihimize bu gözle bakıp
değerlendirmeler yapabiliriz. Ama ben bu yazıyı sadece bugünkü resme bakarak bir
değerlendirme yapacağım.

Çok partili hayata geçtiğimizden bu yana kurulmuş partilerin çoğu bu üçlü sacayağı üzerinden kuruldular. Adlarını ve tarihlerini saymıyorum. Bu üç kimlik grubunun dışındaymış gibi duran partiler olduysa da onlar da son tahlilde bu üçlü sacayağının ayaklarının etrafındaki oluştular.

Bugün baktığımızda bu üç kimlik grubu siyaset alanında, Siyasal İslamcılar AKP’de, Laikler
CHP’de, Kürtler ve Aleviler ise HEDEP, ya da yeni kısaltma adıyla DEM’de vücut buluyorlar.
Tabii ki sosyolojik yapıları böyle mutlak sınırlarla ayrıma tabi tutmamız doğru değil. Bazı
kişilerin kimliklerinin dışındaki siyasi partilerde yer almaları olasılığı da ciddi bir olasılıktır.
Ama özellikle siyasal talepler düzeyinden baktığımızda bu partilerin tıpkı sınıf partileriymiş
gibi dayandıkları kimliklerin talepleri üzerinden siyaset yaptıklarını görüyoruz. Bu nedenle de bugünün Türkiye’sinde de bu üç kimlik grubunun aralarındaki ilişkiler Türkiye’nin nasıl bir geleceğe doğru yol alacağını belirleyecektir.

Siyasal İslamcılar, laiklerin kurduğu bu ulus-devletin tümüyle kendilerine ait olmasını
istiyorlar. Dahası her ne kadar bu devleti kuran laikler olsa da gerçekte bunun, neredeyse
kazaen olduğunu, asıl Osmanlı toplumun İslamcı karakterine sahip çıkan kitlelerin kendi
kitleleri olduğunu ve savaşı da bu inanların kazandığına inanıyorlar. O nedenle de
Cumhuriyeti bir parantez olarak görüp zamanı geldiğinde bu parantezin kapatılacağına ve
tabii ki 20 küsur yıldır iktidarda olmalarını, toplumun İslamcı karakterinin bir sonucu
olduğuna inanıyorlar.

Laik kesimler ise ulus-devleti kendilerinin kurduğuna ve o nedenle de bu devletin tümüyle
kendilerine ait olduğunu düşünüyorlar. Kimileri İslamcılara haksızlık yapılmış olduğunu kabul etse de ulus-devletin “muassır medeniyetler seviyesine” çıkartılması görevinin kendilerine ait olduğunu o nedenle de ulus-devleti kendilerinin yönetmesinin gerektiğine inanıyorlar.

İlginçtir! Üçüncü kimlik grubu olan Kürtlerin ise diğerleri gibi devletin sahibi olmak gibi bir
dertleri yoktur. Devleti, toplumun bütün farklılıklarıyla birlikte yaşamayı mümkün kılacak bir
kurum olarak görmeyi yeğliyorlar. Bu nedenle de farklılıklar arasında gerilim ve çatışma
politikalarını değil aksine birlikte yaşama fikri etrafında barışçı politikaları gündeme
getiriyorlar.

Dolayısıyla, Türkiye siyasetinin dinamiğinde Siyasi İslamcılarla Laikler arasında devletin asıl
sahibi biziz bağlamında bir çatışma var. 20 yıldır bu ulus-devleti yöneten Siyasal İslamcılar iktidarı bırakmak istemeyip Cumhuriyet parantezini kapamak gibi bir amaçla siyaset yaparlarken, Laik kesimler ise 80 yıldır yönettikleri devleti yeniden ele geçirme mücadelesi içinde siyaset yapmaktalar.

Durum bu olmakla birlikte gelin görün ki, siyasetin “seçim yoluyla işbaşına gelen yönetir”
prensibine uygun olarak yürümesi gerek Siyasal İslamcıları ve gerekse de Laikleri Kürtlere bir ölçüde mahkum bırakmaktadır. Her iki siyasi parti, gerek Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinde ve gerekse mahalli seçimlerde Kürtlerin tercihlerini dikkate almak ve mümkünse etkilemek zorunda kalıyorlar.

Bir zamandan beri AKP ve tabii Erdoğan bir taşla birden fazla kuş vurmak amacıyla böyle bir siyaset izledi. Bu siyasetin amacı; bir yandan (ahlaki sınırları zorlayarak) HDP’yi terörle ilişkili bir partiymiş gibi göstererek bu partiyi Kürtler arasında daha az desteklenen bir parti  haline getirmek, diğer yandan da CHP’nin HDP ile birlikte davranmasının önünü kesmekti. Erdoğan bu siyasetinde belli ölçüde başarılı da oldu. Özellikle CHP’nin, HDP’ye çekingen yaklaşması, işbirliğine girmemesi ve mümkün olduğunca da birlikte görünmek istememesi bu yüzdendi.

Yukarıdaki analizin gelmekte olan mahalli seçimler bağlamında ima ettiği gerçek ise CHP’nin, Erdoğan’ın bu politikasını boşa çıkarmaya yönelik HDP ile yani HEDEP’le, yani kısaltılmış ismi olan DEM partiyle açık ve şeffaf bir işbirliğine gitmesidir. CHP bunu yapabilir mi?

Yeni Başkan Özgür Özer böyle bir adım atabilir mi?

Bilmiyoruz!

Ama Cumhuriyet parantezinin kapanmaması ve demokratik bir cumhuriyetin kurulması
isteniyorsa ancak böyle mümkün!

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar