Erol KATIRCIOĞLU
Geçmişte nasıl ülkeyi yöneten, “Laik ve modern kesim” ülkedeki “İslami kesimin” derdini anlamadı ve onlara doksan yıl süren bir çeşit zulüm yaşattı, aynı şekilde bugün “İslami kesim” de ülkedeki diğer bütün kesimlere benzer bir zulüm yaşatmakta. Diyebilirsiniz ki eğer bugün yaşadıklarımız bir çeşit zulüm ise nasıl oluyor da İslami kesimden hiç kimse bunu görmüyor, anlamıyor. İşte sorun da burada! Kimlikler etrafında örülen siyaset ortamı insanların birbirlerinin ne yaşadıklarını anlamalarının önüne bir perde oluşturuyor ve bu perdenin arkasında yaşayan diğerlerinin ne yaşadıklarını anlamak bu nedenle de mümkün olmuyor.
O nedenle de birçok kavram ikili anlamlar taşımaya başlıyor. Örneğin geçenlerde olduğu gibi bir kadın, bir tv programına telefonla katılıp yaşadıklarını, daha doğrusu kendi yaşadığı bölgenin çocuklarının yaşadıklarından söz edecek oluyor, toplumun bir kısmı kadını öven konuşmalar yaparken, diğer kısmı da kadının terör örgütü üyesi olduğundan emin onu ve program yapanı kınıyor. Bu da yetmiyor, devlet o eğlence programını yapan kişiye soruşturma açıyor vs.
Bütün bunlar, bir toplum hayatında normal şeyler değil. Dün nasıl değildiyse bugün de öyle. O nedenle de, kimlik siyaseti ortamının bir toplumun hayatını zehirleyen en önemli etken olduğunu öncelikli olarak görmemiz gerekiyor.
Buradan bugünlerde Kürt illerinde olanların da her iki toplum gözünde nasıl algılandığına ilişkin bir değerlendirme yapmak mümkün. Bu illerde yaşayanlar örneğin “Hendeklerin” daha çok ölüm olmaması için gerekli bir önlem olduğunu söylerken, İslami kesimdeki insanlar ise “Hendekleri” devlete başkaldırının semboli olarak görüyor. Tabii daha da temelde Kürt halkı bu savaşı devletin çıkardığından eminken İslami kesim de PKK’nin çıkardığından o kadar emin.
Kimlik siyaseti yalnızca bize özgü bir durum da değil. Bugün bütün dünyayı etkisi altına almaya başlamış, sayısız ulus devlette gelişmekte olan bir siyaset. Nedeni de açık. Küreselleşmeyle bir taraftan toplumlarda bir özgürleşme talebi ortaya çıkarken diğer taraftan da göçlerle iç içe geçmeler artmakta. Sonuç her kimliğin güneşin altında bir yer edinmek istemesi.
Tabii bu çağdaş hareketlenmenin ulus devlet demokrasilerinin sınırlarının değişmesini gerektiriyor. Her kimliğin kendi yaşamak istediklerini yaşayabileceği ya da bu taleplerinin diğer kimliklerle müzakere edilerek ortak bir yaşam alanın oluşmasını sağlayacak yeni bir demokrasinin kurulması bu dönemin en önemli meselesi. Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye önerdiği, “Türkiyelileşme” yaklaşımı işte böyle bir yaklaşımdı. Ama İslami kesim bu yaklaşımı ya entelektüel kapasitesi yetmediği ya da çıkarları uymadığı için Öcalan’ın yalnızca Kürtlere yapmış olduğu bir öneriymiş gibi anlamayı tercih etti. Oysa bu öneri gerçekten çağdaş, özgürlükçü, birbirine saygılı kesimlerden oluşan bir toplum kurmanın hayaliydi.
Bu hayali yaşatmamız gerekiyor. Her şeye rağmen, İslami kesimin bütün duyarsızlıklarına, “Laik ve modern” kesimin bütün algılama sorunlarına rağmen bu birlikte yaşama düşüncesini ve hayalini yaşatmamız gerekiyor.
Unutmayalım ki “Hepimiz özgür olmadıkça, hiç birimiz özgür sayılmayız.”
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
- Raporlar ve demokrasimiz
23.12.2025 - Solun bölünmüşlüğü ve Öcalan
18.12.2025 - Öcalan’ın mektubu üzerine bazı gözlemler
13.12.2025 - Kıvılcımlı ve Öcalan üzerine
9.12.2025 - Haksızlık mı dediniz?
2.12.2025 - İmralı kararı bir semboldü! O kadar!
26.11.2025 - Dünya değişirken İBB İddianamesi!
20.11.2025 - Kürtler davete icabet ediyorlar
11.11.2025 - Zombileşmiş bir toplum
4.11.2025 - Trafik, yargı ve casusular
28.10.2025
Yazarlar
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları



























Hikmet Pala
Tamam, 1,350 kelimeyi okuduk ta nereye varacağız? Nesnel bir soru ile başlayıp sonra her yana dağılan, ipin ucunun bir sürü sicimin püskülüne dönüştüğü bu türden yazılara alışkınız ve hayra alamet değil! Artık Marx’ın “Din, Afyon” aforizmasının ne olmadığı ayağa kadar düştü. Ama bu kadar uzun ve henüz bitmemiş olan bu yazı bize sonuçta ne diyecek! Dini yeniden sahiplenmemizi mi öğütleyecek, ya da “Yaa kardeşim, din min boş işler... şunun şurasında tek bir hayatınız var. Onun da tadını çıkarın, çünkü öldüğünüzde sadece ölüyorsunuz ve geride tapınmaya harcadığınız zaman nesnel, gerçek yaşamdan çalınmış zaman oluyor! türünden makul ve nesnel bir tavsiye mi olacak? Kötümser olmak istemiyorum ama galiba sonuçta ketenpereye geleceğiz ve bize dine başka bir açıdan sarılmamız gerektiği öğütlenecek! “Tanrı’yı öldürdüğümüz gün vb ifadeler galiba buna işaret ediyor. Öyle ise okuma zamanımızı yine boşa ibadet ettik!