Esat KORKMAZ

Hepimiz uykudayız: Yaşarken “dirildiğimizde” uyanırız
25.01.2014
2211

 Acı, sûfi gelenekte, “tuz” olarak algılanan ve manevi gelişim için yaşanması kaçınılmaz olan durumu anlatır; ötesinde, etken olarak algılanan gerçektir acı.


Dilerim sağlığımız, herhangi bir “acının saldırısına” uğramaz da “bedenimizin gölgesi keyfi içeriz”. Sağlıklı değilken ilaçla acıyı bertaraf ettiğimizde “hislerimizi körelttiğimizden” bedenimiz “keyif” denilen “gölgeyi” üretemez; zevk edemeyiz.

Demek ki acıyla aramıza ilaç girdiğinde “hislerimiz sağırlaşır”, duygusuzluğun sarhoşu oluruz: Acı artık hastalığımızın “kendisi değil, sırrıdır”.

“Zindelik” bedensel en büyük hazdır: Hastalığın “sırrı” harekete geçti mi bir kere, aldığımız zevkin-keyfin, doğamıza “aykırı” olup olmadığı hemen anlaşılır. Öyleyse acı “doğurmayacak” bir “hazzın” peşinde olmalıyız. İlaçla “örtülmeye gerek” göstermeyecek bir zindeliği beslemeye bakmalıyız: “Güzel bir vücut, erdemli bir ruhun çeyizidir” demiyor mu?,ThomosMore.

Yaşlanmak zamanı yavaşlatmak çabasıdır bir bakıma: Zaman yavaşladığında genellikle hasta olmak için “hastalık yaşanır” ya da yaşamak için hastalık “kovulmaya” çalışılır: Yaşamadığımız zamana bir “uyarlanma” çabasıdır bu. Geleceğe “çentik açmak” zorlaştığından “unutulan geçmişin” girintilerinde oyalanarak rahatlamaya çalışılır: Kalabalıklar yalnızlaşmıştır; anılar “yutulur”, ilgisizlik nedeni kinler “kusulur”; ilgi “mide kilitlenmesi” ile çağrılır; benlik dışarıda gezinirken “tedirgindir”; zaman biraz “tuhaftır”. Bu nedenle yalnızlaşan yaşlı, zihnini “zil eder” de kafasını sallayarak oynar: Onun için artık zaman hem “hapishane” hem de bir “özgürlük” alanıdır.

Hastalık dışında acı, “kalbin subasmanını aşıp boğaza kadar yükseldiğinde”(*) çağrılır. Hemen herkes çok iyi yaşamayı, her şeye sahip olmayı dilediğinde “kendi ayağına ateş eder”: Çünkü bu, acıyı “iptal etmenin”, yaşamı “duygusuzlaştırmanın” bir başka anlatım yoludur. Kendi iç sesiyle “konuşma” yetisini yitiren insan, aklın çöllerinde “mahsur” kalır: İçi fırtına olur da dışına “saldırır”: İçi sallanır, dışı sallanır, dünya sallanır. Şimdinin mahkemesinde, ceza yemiş, şimdinin “mahkûmudur” artık: Ömrünü “geriye” doğru uzatamaz. Umuda “insan biçimini” veremez ve umut, geleceği kuran bir “işçi” olmaktan çıkar. Böylesi bir insan için “mutluluk”, her şeyin “katilidir”. Yeri gelir “acıyı” da öldürür: Öğretmensiz bırakır bizi; kendimizi “hakikate” hazırlayamayız; yaşam bizden “uzaklaşır”.

Yine benzer biçimde, olanaksızdan sakınır da olağanın sınırları içinde gezinmeye başlarsak eğer, umudumuza “ayakbağı” oluruz; zulümle ortaklık kurmaya kapıyı aralarız; sıradan olmayanı sıradan yaparız; nefsin sırrını edebe aykırı bulmaya başlarız: “-Ben öyle değilim”, demeyin; her birimiz biraz “şöyle” ya da “böyleyiz”dir. Çünkü hepimiz uykudayız; yaşarken “dirildiğimizde” uyanırız: Her uyanışta kendimize baktığımızda, “şöyle” ya da “böyle” olduğumuza tanı koyarız. Tanının izinde, kendimizi “tedaviye” soktuğumuzda, bir başka “bilgeliğin”, yani “içgüdünün-sezginin-bilinçdışının bilgeliğinin” yönlendiriciliğinde, “gerçekçi olup olanaksızı” isteriz.

(*) Susam, Asuman; İstadiğimiz Sadece Adalet, Başka Bir Şey Değil-EmiraliYağan’ın Beyaz Dağda Bir Gün adlı kitabın değerlendirilmesi-; Radikal Kitap; 31 Mayıs 2013; s, 14)

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar