Esat KORKMAZ

YURTSEVERLİK / BÖLÜM: III
2.02.2016
2120

 BÖLÜM: III

MAHŞERİN ÜÇ ATLISI

(Milliyetçilik-Ulusçuluk-Yurtseverlik)

YURTSEVERLİK

Günümüz Türkiyesinde “milliyetçilik-ulusçuluk-yurtseverlik”terimleri, kendilerine ilişkin “genel” ve “özgül” bağlamlarından soyutlanarak ele alınıyor. Oysa bu terimlerin hem tarih içinde anlamları vardır hem de Türk siyasal ve toplumsal bilincinde zaman zaman kazandığı “özel”,“özgül” anlamları oluşmuş durumdadır. Özünde günü-zamanı geldiğinde her terim “anlam kayması”na uğrar: Yanlış ve sakıncalı olan bunun “politik bir dürtü” ile yapılması ve “gözlerden saklanması”dır.

Yurtseverlik, milliyetçiliğin doğrudan doğruya “Amerikan modeli”dir. Anglosakson dünyasında, Fransızca’da olduğu gibi “vatan” anlamına gelen bir “patrie” sözcüğü yok. Buna karşın Amerikan siyasal kültüründe bir “patriotism” var ki bunun Türkçe karşılığı “yurtseverlik”tir. Türkçede yurtseverlik, 1970’lerde “sol kesim” tarafından kullanılan bir terimdi.

Antiemperyalist, Kemalist ve “sağ” anlamında milliyetçilikten uzak, milliyetçiliğin içerdiği “etnisite” algılamalarından arındırılmış, ondan özenle kaçınan bir ifade biçimi olarak toplumsal yaşamda yerini aldı. Bugün ise “mikro-milliyetçiliğin” ya da “derin devlet” bağlantılı “ulusalcı çetelerin” yarattığı baskı karşısında insanların “orta yol” arayışına rehberlik eden “zararsız” bir terim olarak çıkar karşımıza. Sanki Buddha’nın Nirvana’ya giden “orta yolu” bugün yurtseverlik. Bütün kötülüklerin kaynağı olarak algılanan “milliyetçiliğin” ve olumlu kazanımlarına karşın yetersizliği anlaşılan, bir yanıyla milliyetçilikle buluştuğu için tehlikeli görülen “ulusalcılığın” terk edilmesiyle varılan “iyi” yer.

Bâtınilikte bir algı var: Kendinden yana tavır alırsan “olumlu her şeyi tersine dönüştürürsün”, yaşamdan yana tavır alırsan, yaşam denen şeyi en büyük öğretmen olarak bellersen “olumsuz olan her şeyi tersine çevirirsin”, diye. Türkiye’de zaman yine “hızla akmaya” başladı: Bize “koşan” zamanı nasıl karşılayacağımıza bir türlü karar veremiyoruz. Kendisini zamanın “uzmanı” görenler, her davranışımızı “ölçmeye”, kendi tutumlarını yaşanan halin “bilimsel doğrusu” görmeye kalkışınca “yurtseverlik” de “ne oluyor?”, demeye fırsat bulamadan “kirlenmeye” başladı. Bir örnek verelim; MHP’yi öven İlhan Selçuk gelen eleştirilere yanıt verdi. 9 Temmuz 2007 tarihli Vatan’dan olduğu gibi aktarıyorum:

Geçen hafta MHP için yazdığım yazıda bilimsel bir gerçek vurgulanıyordu;ama bizim medya gerçeğin özünü bırakıp işi şamataya dönüştürmek istedi.Konuyu saydamlaştıralım: Bush yönetiminin desteğini almak için AKPnin PKK terörüne teslimiyetçi yaklaşımı,bölücülere göz kırpması,Talabani ve Barzani ile aşna fişnesi,ülkeyi yabancılara parça parça taksit taksit satması artık açık seçik ortalıkta sergileniyor.Yalnız MHP mi? AKPnin teslimiyetçi satılmışlık politikasına CHP,DP,GP,SP de karşı çıkıyorlar.Sonuç: AKP teslimiyetçilik satılmışlık siyasetinde yalnızdır.Hem bunca gürültüye ne gerek var? Vaktiyle Ecevitin DSPsi ile Devlet Bahçelinin MHPsi koalisyon yapmadılar mı?

Takiyeci ve dönek solcu kesimdeki telaş boşuna.

Türkiye tehlikenin farkındadır.Tüm sağcılar,solcular,ilericiler,gericiler,vaktiyle birbirlerine diş bilemiş ve can yakmış olanlar Cumhuriyet Türkiyesini yaşatmakta buluşacaklardır.Geçmiş geçmişte kaldı,dünden kalma kin güdüleri bugün eskimiş bakkal defterinde veresiye hesabının değerinde bile değil.

Kan davası aydınlık ve çağdaş insana yakışmaz.Ben laik Atatürk Cumhuriyetinin varoluşu ve bütünlüğü için,dün bana işkence etmiş olanlarla bugün el ele vermeyi yurtseverliğin doğal ve sade gereği sayıyorum.”

Bu yorum ve bu tutum, beklentileri bir türlü karşılanmamış, kendilerini “devleti yönetmenin ve düzeni korumanın” seçeneği gören “zinde güç bağlantılı geleneksel aydınların kirli çıkmazıdır”. Yaşamın içinde gözüküp “sınıf ilişkilerinden sakınan” her türlü sorunun çözümünü kendinde gören, en verimli tarla olarak algıladıkları yurtseverliğe yatırım yapan “cunta kafalı devrim uzmanlarının” sınıflar-ötesi değerlendirmesine/ tepkisine çok çarpıcı bir örnektir İlhan Selçuk’un durumu. Kabarmaya başlayan toplumsal muhalefeti, bu potada eriterek, “her toplumsal bunalımda harekete geçme geleneğini sürdüren zinde güçleri” iktidara taşımak mı istiyorlar acaba diye düşünmeden geçemiyor insan. Yurtsever olmak ile cuntasever olmak “özdeşleşti” ne dersiniz?

Tanrısız bir insana ve tanrısız bir doğaya ulaşmaya çalışan, insanı Konuşan Tanrı, doğayı Sessiz Tanrı olarak algılayarak insanı ve doğayı özgürleştirmeye çalışan Aleviler-Bektaşiler açısından “yurtseverlik” daha bir kapsamlıdır.

Sûfi yorumda yurt dendiğinde bu iki biçimde anlaşılır: a) Yurt, canın gölgesi ile gezindiği yerdir; bu anlamda bir toprak parçasıdır. b) Yurt, doğrudan doğruya canın “gölgesi”dir; canın gölgesi “beden” olduğuna göre, örneğin bu toprakta yaşayan 70 milyon insanın bedeni yan yana getirildiğinde elde edilen “büyük beden” yurttur.

Demek ki yurtsever olmak “topraksever ve insansever” olmak anlamlarına gelir. Anlaşılacağı gibi bedene “işkence” edilerek topraksever-yurtsever olunamaz; bunan tersi de doğrudur, toprağa “işkence” edilerek de insansever-yurtsever olunamaz. Toprağı ya da bedeni yurt edinmek, topraksever ya da bedensever olmak anlamında “yurtsever” olmak, kan akıtılarak- bedel ödenerek elde edilen bir “sevgi”yi taşıyor olmak demektir. Bu sevgiyi, mazlumlar, sıkıntı içinde olanlar, ezilenler geleceğe taşıyabilir; çünkü, bedeli ödeyenler onlardır Gerçek yurtseverler onlardır. Sağ siyaset zemininde örgütlenen ya da orada kimlik edinen hiçbir parti bâtıni anlamda yurtsever olamaz; onlara el uzatarak, onlar desteklenerek yurtseverlik giysisi giyilemez. Böyle davranırsak kendimizi, temsil ettiğimiz toplumsallığı ve siyaseti “sınıflar üstüne” ya da “ideoloji-ötesine” taşımış, şu ya da bu cuntaya yem oluruz. Her şey anlamsızlaşır.

Sonuç

Çeşitlenemeyen, güncel ideolojiler üretemeyen, kendisini o ideolojilerin “çoğulcu” yanıyla bütünleştiremeyen bir toplumla karşı karşıyayız. Bu durum, “siyaseten özürlü” olmak anlamına gelir. “Özrü kapatmak” için “en ucuz,en kolay ve en tehlikeli yolu”, yani “sosyolojik formasyonları” kendisine ortak payda ediniyor. Böylesi koşulda “milliyetçilik ve onun çeşitleri” palazlandıkça kendisini liberal, demokrat ya da sol diye tanımlayan “siyaset” hızla tükeniyor. Cehenneme “mahkumiyetimiz” kesinleşmiş, biz “mahşerin üç atlısı”ndan (milliyetçilik-ulusçuluk-yurtseverlik) hangisinin bizi kurtuluşa çıkartacak onu tartışıyoruz.

Milliyetçilik bize bugün “iki seçenek” sunuyor: 1) ya yaşamımızı bir “içgüdüye” teslim edeceğiz ya da 2) yalnızca başkalarını değil bizi de tahrip edecek bir “şiddet dilinin” içine taşınacağız. Bu iki seçeneği de yadsımak; Türklüğü, “aşırı gelişmiş bir milli kültür bilgisi”nin “tasallutundan” kurtararak, “adaletin-vicdanın ve politikanın” diline taşıyıp “barış içinde yeniden kurmak”tır. Eğer “demokratik bir Türklüğün” inşası amacımızsa hiç zaman yitirmeden “Ne mutlu Türküm diyene” ile “Ne mutlu Ermeniyim” sloganlarını birleştirecek bir “toplumsal barışı” kurmak zorundayız.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar