Gökhan BACIK
Kimin devri olursa olsun Türklerin isteyerek veya istemeyerek Batıcılık yaptığını iddia etmek abartılı olmaz. Hatta Türkleri “tarihsel olarak yönünü Batı'ya çevirmiş bir kavim” olarak tanımlamak da kısmen de olsa doğru olur.
Kendi jargonuna göre Batı'ya karşı bir Milli Mücadele veren Kemalizm daha sonra şiddetli bir Batıcılık yapmıştır. Yeryüzündeki en son Roma varlığı olan Bizans İmparatorluğunun köküne kibrit suyu döken Fatih Sultan Mehmed de kendisine en çok “Roma İmparatoru” denilmesinden mutluydu. 2. Abdülhamid de baleye, romana kişisel olarak “kendini kaptıracak” kadar Batıcıydı. Tabii bu arada Batılı güçlere karşı Hindistan'daki Müslümanların desteğini kazanmak için türlü kararlar almaya devam ediyordu.
Her devirde sokaktaki adam da Batıcıdır. En Batı karşıtı çocuğunu ABD'de olmadı İngiltere'de bir okulda okutmaya çalışır. Bütün siyasi hayatında açık veya örtülü İslamcılık yapmış beş kişinin “ideal hayat budur canım” diyerek çocuklarını Tahran'a gönderdiği duyulmamıştır. Mesela güya Şeriat'ın uygulandığı bazı Arap ülkeleri İslamcı seçkinlerin ve iyi eğitim almışların “ikinci kötü seçeneğidir”. Yani Batı'da “dikiş tutturamayan” ancak bu ülkelere gider. Sokakta bu tartışmadan habersiz futbol peşinde koşturan taraftar ise takımının en çok Batılı bir ülke takımını yenmesine sevinir. Türkiye-Gürcistan maçı bütün zamanlarda mesela Türkiye-Fransa maçlarından daha az ilgi çeker.
Hal böyle olunca isteyerek veyahut istemeyerek Türklerin “tarihsel tecelli aynası” Batı olmuştur. Başka türlü yazarsak kimisi “Batı'ya kızarak” kimisi de “Batı'ya hayran” olarak Batıcı olmuştur.
Rusya ile ortaya çıkan son siyasi krizden sonra Türkiye şiddetli bir Batıcı/NATO'cu dönüş yaptı. Rusya ile yaşanan kriz süresince bir dönem Türkiye vatandaşı bir kişinin genel sekreterliğini yaptığı İslam İşbirliği Teşkilatı başta olmak üzere bugüne kadar “Elbette her şartta Müslüman kardeşimiz Türkiye'nin yanındayız.” diyen bir İslam ülkesi ortaya çıkmamıştır. Her türlü siyasi ikircilikliği, daha sonra “bak biz onu demek istemedik” anlamına gelecek dilsel mayınları içerse bile en açık Türkiye lehine tepki NATO'dan gelmiştir. Neden? Çünkü Türkiye'nin pek çok uluslararası örgütle ilişkisi vardır ancak Türkiye'nin dış politik karakterini belirleyen örgüt NATO'dur. Yani Türkiye bir NATO ülkesidir.
Biraz provokatif olmakla birlikte daha açık görülsün diye yazmak isterim: Türkiye ilk önce bir İslam ülkesi değildir, Türkiye ilk önce bir AB adayı ülke değildir, Türkiye ilk önce dünyada bir İslam İşbirliği Teşkilatı ülkesi olarak da akla gelmez… Türkiye ilk önce bir NATO ülkesidir.
Burada kritik olan şu: İktidardaki İslamcı elitler uzun bir süredir Batı'ya alternatif bir adres arıyorlardı. Önce İslam dünyası denendi. Sonuçta Türkiye'nin neredeyse yakın olduğu bir Ortadoğu Müslüman ülke kalmadı. Siz bakmayın “Katar ile kader ortağı olduk” laflarına. Katar toplasan iki milyon kişilik bir ülkedir ve bu ülke ile bir bölgesel düzen filan kurulamaz. Aslında İslam dünyasının ne kadar perişan olduğunu en iyi bilen Türk İslamcı elitleridir. İç siyasette İslam dünyasına yapılan yoğun gönderilerin sadece Türk iç siyasette işe yaradığını onlar da biliyor. Daha sonra Şanghay Beşlisi gibi bazı diğer alternatifler denendi. Çin ile ortak savunma sistemi gibi aslında normal şartlarda hiç olmayacak şeyler dahi denendi. Ancak bütün bunların hiçbiri kısmı bazı ticari getiriler sağlamak dışında bir sonuç üretmedi.
Sonuç olarak İslamcılar istemeseler de kızarak bile olsa Batıcı hatta NATO'cu çizgiye dönmek zorunda kaldılar. Tarih boyunca bu böyle olmuştur: Türkler bazen isteyerek bazen istemeyerek Batıcı olmuştur. Dolayısıyla “zorunluluk” Türk Batıcılığının tarihsel motorudur. Erzurum'da “Amerikan mandasına hayır” dedikten sonra keskin Batıcılık yapan Kemalistler ile “Almanya bizi yıkmak istiyor” deyip Alman askerlerine ve füzelerine ülke topraklarını açmak ve onlara güvenmek zorunda kalmak üç aşağı beş yukarı aynı şeydir.
Burada kritik soru şudur: Bizler yani Türkiye bazen isteyerek bazen istemeyerek ama zorunlu olarak Batıcıyız. Peki, Batı neden Türkiyeci? 1940'ların sonunda yolun olmadığı, doğru dürüst bir altyapının olmadığı otoriter bir ülke neden NATO ile ilişkiye girmiş ve birkaç yıl sonra üye olmuş? Bu nasıl mümkün olmuştur? Cevap yine aynı: Batı da zorunluluk nedeni ile Türkiyeci olmuştur. 1950'lerde Soğuk Savaş bağlamında SSCB'ye karşı Türkiye'ye zorunlu bir ihtiyaç vardı. Yoksa Batı birkaç istisna kişi dışında Türkiye'yi ikna olarak ve isteyerek hiç düşünmemiştir. Bugün de aynı faktörler etkili: Eğer Suriye krizi ve bundan doğan Rusya ile güç mücadelesi ve mülteci sorunu olmasaydı büyük olasılıkla bugünkü AB ve Batı elitleri Türkiye aleyhine tüm zamanların en keskin insan hakları ve demokrasi vaazlarını veriyor olacaktı!
Burada ilginç bir şey de gerçekleşiyor. Tipik Batılı (ABD veya AB fark etmez) bir siyasi elit İslamcılara karşı şüphe ile yetişmiştir. O nedenle “Ortadoğu'da İslamcılar ile biz iyi anlaşamayız” diye düşünür. Ancak son gelişmeler Batıcı elitler ile İslamcı elitler arasında takdire layık bir pragmatist uyum sağlandığını gösteriyor. Sanırım kendi başlarına kalınca hem Batılı elitler hem İslamcı elitler buna şaşırıyordur. İslamcı elitlerin pragmatist tavrı Batıcı elitlerdeki İslamcı korkusunu da yeniyor kanaatindeyim. Gerçi burada ne Batı'yı ne İslamcılığı suçlamak doğru olur. Kurumların ve değerlerin çöktüğü ve bir bit pazarına dönmüş küresel siyaset içinde artık ilke, ahlak aramak baştan yanlıştır.
Bütün bu hikayeden gördüğümüz şudur: Batıcılık tek başına demokrasi anlamına gelmiyor. İsmet İnönü de epey inanmış bir Batıcıydı ancak döneminde ülkenin pek demokratik olduğu söylenemez. O nedenle “Batılılaşma-demokratikleşme” denklemini sorgulamak gerekiyor. Mesele şudur: Türkiye, Batı ile girdiği ilişkide hep bir tür enerji kazanıyor ama bunun nasıl kullanıldığı önemli. Bu enerji içeride demokratikleşme için de kullanılabilir, Batı ile yakın olmanın meşruiyetini kullanarak içeride otoriterleşme olarak da kullanılabilir.
Yazarlar
-
Taha AkyolTrump Planı? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanS-400’leri ne yapabiliriz? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBeklenen Mesih: Kurtarıcı arayışının toplumsal anatomisi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÖcalan’ın özgürlüğü 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞ“Ortaklaşmacı demokrasi” örnekleri: Fransa-Yeni Kaledonya özerk bölgesi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURTrump’ın Gazze Planı’nın alternatifi ne? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHamas’ı kim silahsızlandıracak? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluYönetilenlerin özgürlüğü yöneteni de özgürleştirir 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünEleştirelim ama plana da şans tanıyalım… 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUGazetecilik bir kez daha tartışılıyor 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayArjantin’in çıkmazı: Şok terapi, bağımlılık ve ABD’nin gölgesi 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni Çözüm Süreci: Hakikatle yüzleşme 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanJet motoru sıkıntısı: Tek geciken Kaan değil 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasKendi uçağımızı kendimiz yaparken 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRMHP’li Yıldız’ın KON’u AK Partili Miroğlu’nun Roja Welat’ı… 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciAsgari ücret 30.000 TL 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalKirk ve ICE vakaları ile faşizme doğru mu? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKrallar ve ulus-devletler 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞSİYASETÇİ ZENGİNLEŞİRKEN VATANDAŞ FAKİRLEŞİYOR, NEDEN? 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYATürkiye’nin Demokratikleşmesi ve Kürt Sorununun Çözümü: Ciddiyetin Tarihsel Zorunluluğu... 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRZeytinlik yasasından Akbelen ve İliç'e; enerji ve maden hikâyesinde kaybolan gelecek 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANGazetecilik can çekişiyor! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRTÜSİAD isyan etmişti: Ciner’e kayyumun gerekçesi o madde! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSüreç Suriye’yi, Suriye süreci bekliyor. Peki bu kısırdöngü nasıl aşılacak? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSarkozy’nin tarihi mahkûmiyeti 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇZaferden hapishaneye 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Trump’ın verdiği meşruiyet” notları 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYMutlakiyetçiler ve Cumhuriyetçiler 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluTrump’a neler verdik, neler alacağız! 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın tercihleri 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTrump-Erdoğan görüşmesine hile karıştı mı? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuBoeing - Gazze ilişkisi nedir? 26.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNYetersiz bakiye! 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaŞimdi de Mansur Yavaş hedefte 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞBayrampaşa ve maskeli balo 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENKasabın bıçağını bileyen adam 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
7.09.2025
1.09.2025
24.08.2025
17.08.2025
3.08.2025
21.07.2025
14.07.2025
17.06.2025
27.05.2025
24.03.2025