Sezin ÖNEY

Sezin ÖNEY
Sezin ÖNEY
Tüm Yazıları
Cadılar Bayramı
23.10.2012
3112

 Bir zamanlar, Türkiye’nin “uzak” bir yerlerinde, başrollerini, beyaz Renault’lar, işkencehaneler, “faili meçhuller”, devletin kaşeli elemanı “JİTEM” isimli zombilerin oynadığı gerçek korku filmleri yaşanırken... Biz, Türkiye’nin tam zıt coğrafyasında, ilkokullu çocuklar olarak, perdeleri sıkı sıkı kapalı odalarda, titreye zıplaya, korku filmleri izlerdik.

Aradan yıllar çekti; ilkokullu oğlumla, korku filmleriyle dalga geçen bir çizgi filmi izledik geçenlerde. Aslında bu filmde çok da “gerçekçi” bir durum vardı. “Zombiler”, günümüz insanlarından ürküyor, kendilerini onların tuhaf görüntü ve hâllerinden dolayı tehdit altında hissediyor ve ne yapacaklarını şaşırıyorlardı.

Gerçekten de, “canavarlar”“cadılar”“zombiler”; bütün o korkunç “şeyler”, Türkiye’ye gelip de, kapıdan geçmeyi becerirlerse, Meclis’e girseler mesela, bir de üzerine, partilerin “grup toplantıları”na katılsalar... Türkiye’nin parti liderlerinin birkaç konuşmasını baştan sona dinleseler; yetmedi, Burhan Kuzu gibi birkaç milletvekilinin, “anadilde eğitim istemek, şeytana uymaktır” gibi sözlerini işitseler...

Güncel “Türk Büyüğü” Ali Ağaoğlu’nun, her karede ayrı bir saatle gözüktüğü reklamı izleseler... Veya, bir A(lış)V(eriş)M(erkezi)’de, o sıcak, boğucu ve havasız mekânlarda, üzerilerine üzerilerine gelen mallarla birkaç saat geçirseler... Yetmedi, bir süper veya hipermarkete gidip her taraftan fışkıran“bayram şekerleri”nin aşırılığıyla ezilseler...

Hâlâ tahammülleri kalırsa, Türkiye’nin en “popüler” gazetelerini satır satır okuyup, haber kanallarındaki “tartışma” programlarını baştan sona izlemeye zorlansalar...

Tüm bunları yaparlarsa... Dünyanın “gerçek” kâbuslarından ürkmelerine gerek bile kalmaz. Mesela Türkiye’nin Hatay’daki güzelim ormanlarının son günlerde biri sönüp biri harlanan yangınlarla kül olmakta olduğunu görünce, kılları bile kıpırdamaz. Beyrut’ta 2008’den bu yana patlayan ilk bomba ile, Ortadoğu’nun bir radde daha yaklaştığı yok edici yangının şahlanan alevlerinden ürkmeye gerek bile duymazlar.


“Bizim dünyamız”
, o kadar ürkütücü ki aslında, “zombiler” “yerden fışkıran şühedalar” olarak dünyaya adım atsalar, kaçarlar gerçekten...


Süpürgeye binmeden

Yazının adı “Cadılar Bayramı”. Bu başlık, Kurban Bayramı’na bir atıf değil. Kastedilen, 31 ekim günü kutlanan “Halloween”. Ama gün gelecek, Kurban Bayramı kalmayacak, çünkü artık et yemek dünyanın tükenen kaynakları nedeniyle pek de mümkün olmayacak. Bir vejetaryen olarak, ben brokoli, ıspanak ve maydanozlarımla mutlu mutlu otlamaya devam edebilecek miyim, o da meçhul.

Halloween, kökenleri tek tanrılı dinler öncesine uzanan, bir halk kutlaması aslında. Kara kış öncesi“umudun” yaşaması için düzenlenen eğlencelerin envai türüne bugün verilen isim Halloween.


“Umudun yaşaması”
 demişken...

Ben “süpürgeme binip” uçmadan önce, bir imza metnini anımsatmak istiyorum.


Bu bayramı bazı insanlar açlık grevlerinde geçirecek.

İnsana zarar veren her eyleme, her siyasi tavra ben kişisel olarak karşıyım. İnsanlar, en çaresiz zamanlarında bile direnişlerini, yaşam için, daha güçlenerek yaşamak için yapıyor olmalı bence.

Ancak, kalbim Türkiye’nin tüm “siyasi mahkûmları” ile beraber; zaman, hep iyiye, ileriye gitmiyor. 21. yüzyılı hak ettiği gibi yaşayacaksak, Türkiye’de “siyasi tutuklular” diye bir kavram olmamalıydı zaten.

Açlık grevleriyle ilgili bir imza metnine dikkatinizi çekmek istiyorum. Bu imzalar, sadece, açlık grevleriyle yok oluşa giden insanlar için değil, Türkiye’nin her alanda içine girmekte olduğu buzul devrinden, yeni bir siyaset yolu, gerçek politikanın doğumuyla çıkmak için, çaba göstermenin zamanı demek için de atılıyor.

Metin şöyle diyor:


“Türkiye yine bir kâbusun eşiğinde... Binlerce tutuklu açlık grevinde... Bugünleri daha önce yaşadık. On altı yıl önce yaşadık; on iki yıl önce bir kez daha yaşadık. Şimdi bir kez daha böyle bir utancı yaşamak istemiyoruz.


Tutuklular, mahkemelerde anadillerinde savunma yapmak istiyorlar. Gerek Başbakan, gerekse değişik hükümet yetkilileri tarafından da dillendirilmiş olan İmralı ile müzakere sürecinin barışla sonuçlanabilmesi için Abdullah Öcalan’ın tecrit koşullarının kaldırılmasını istiyorlar.


Bu taleplerini toplumun gündemine getirmek için yaşamlarını ortaya koyuyorlar. Seçtikleri yöntemi onaylayıp onaylamamamız, karşı karşıya bulunduğumuz insanlık dramını değiştirmiyor. Bizi bekleyen kâbus ortadadır: Hükümet yetkililerinin duyarsızlığı devam ettikçe bini aşkın genç adım adım ölüme yaklaşıyor. Bu kâbusa sessiz kalamayız.


Önümüz bayram tatili! Oysa siyaset tatile çıktığında da cezaevlerinde hayat devam edecek. Bayram sonrasında, bu açlık grevi 7. haftayı doldurduğunda artık ‘geri dönülmez’ aşamaya ulaşılmış olacak. Henüz vakit varken, toplumsal tarihimize ve vicdanlarımıza başka bir kara lekenin daha sürülmesini engelleyebiliriz.


Hükümeti, öncelikle bu talepleri duymaya, çözümüne ilişkin iyi niyet göstermeye ve somut adımlar atmaya çağırıyoruz.”

Metin burada bitiyor. Ben de diyorum ki, durum her zamankinden vahim. Bunu da, Avrupa Birliği İlerleme Raporu ve son olarak, basın özgürlüğü konusunda dünyanın önde gelen kuruluşlarındanGazetecileri Koruma Örgütü’nün (Committee to Protect Journalists CPJ), Türkiye’nin basın özgürlüğü sicilini yerden yere vuran raporunda işaret edilen eleştirilerin ötesinde şu sebebe bağlamak lazım.


Türkiye’nin ilk kez, “sivil” bir hükümeti var. Ve eğer, bu ilk sivil hükümet, bu hataları ısrarla yapıyorsa, bu Türkiye demokrasi tarihinin gerçekten dip noktasıdır.


[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar