Sezin ÖNEY

Sezin ÖNEY
Sezin ÖNEY
Tüm Yazıları
Bir adım ötesi Tuna
31.01.2013
3341

 Bir adım ötesi Tuna...

Yaşam ve ölüm arasında, bir adım var.

Ayakkabılar dizili Tuna boyu.

Sahipsiz ayakkabılar...


Budapeşte
’de, eğer, benim orada olduğum zaman hep gidip biraz dünyadan mola aldığım“Magnolia” adlı hamamlı havuzlu yerin önünden geçip, Zoltán Sokağı’nın Tuna’ya kavuştuğu yere doğru ilerlerseniz, Gyula Pauer ve Can János Togay’ın eserini de görürsünüz.

Tuna kıyısında, kimi dağınık, kimi hafif bir umursamazlıkla eve adım atarcasına savruluvermiş, kimisi müthiş bir intizamla bırakılmış ayakkabılar sahipsiz duruyor.


İkinci Dünya Savaşı kâbusunun bitmesine dokuz ay kalmışken, Tuna kıyısına kurşuna dizilmek üzere götürülenlerden ayakkabılarını çıkartmaları istenmişti. Sonra da, sırtlarından vurulup Tuna’ya düşüverdiler; nehrin buz gibi sularına karışıp yitip gittiler.


Geriye ayakkabılar kaldı.


Sahipsiz ayakkabılar.


24 Aralık 1944.

O gece, Nazilerle işbirliği içindeki Ok ve Haç partisi milisleri, İsveçli diplomat Raoul Wallenberg ve İsviçreli meslektaşı Carl Lutz tarafından Budapeşte merkezinde bin bir diplomasi numarası ile korunabilen, 100 kadar “sığınak” binadan birine baskın yaptı. Wallenberg ve Lutz tarafından kiralanıp, “İsveç ve İsviçre toprağı” ilan edilen binalarda, Nazilerden korunan Yahudiler ve bazı diğer kaçaklar barınıyordu.


Camdan ev

Baskın yapılan bina, Vadasz (GeyikCaddesi 29 Numara idi. Yani, savaş öncesi, “Anadolu” değil ama “Macaristan” Kaplanı olan Weiss ailesinin şehrin merkezinde 1930’larda kurduğu cam üretimhanesi, Üvegház (Cam Ev).

Lutz tarafından “İsviçre toprağı” ilan edilen Üvegház’da, üç bin kadar Yahudi’nin barındığı olmuştu; sonuçta, iki katlı, çok da büyük olmayan bir mekândan bahsediyoruz. Bu kadar insan, balık istifi ne şartlarda yaşadı, bir düşünmek bile insanın içini titretiyor.

Ancak, dışarısı da, ölüm demek.

Üvegház’daki bir kişinin, Pinchas Tibor Rosenbaum’un hikâyesi, Walking with the Enemy(Düşmanla Yürümek) adlı bir filme konu oldu. Bu film, yakında gösterime girecek. Rosenbaum, “kusursuz Aryan” görünümüyle, kendisine Ok ve Haç Partisi’nde yer buluyor; tabii, Yahudiliğini gizleyerek. Ve bu sayede, sığınak evlerdeki Yahudileri koruyor, binlerce kişinin yaşamını kurtarıyor. Ancak, kendi ailesinin toplama kamplarına gönderilmesine engel olamıyor.

Rosenbaum gibi, “düşmanla” işbirliği yapıyor görüntüsü altında, yaşam kurtaran başkaları da var.

Mesela, Ok ve Haç’ın milliyetçiliğine kanarak onlara katılan ve yapılan mezalim karşısında dehşete düşen emniyet amiri Pál Szalai gibi.

Szalai ile beraber İsveç Büyükelçiliği’nde çalışan Károly Szabó da, dönemin “çift kimlikli” kahramanlarından. Szabó’nun siyah deri ceketi ile sert bir imaj çizdiği ve bu “ağır abi” görüntüsüyle, birçok Yahudi’yi ölümden kurtardığı anlatılıyor.

O kadar ki, Hollywood filmlerindeki deri ceketli Gestapo görüntüsünün gerçeklerden çok, Budapeşte’de korkunun kol gezdiği gecelerde, sokakları esip geçen Szabó’nun imgesine dayandığı da öne sürülüyor.

Szabó, deri ceketi özellikle, savaş öncesi görevi olan daktiloculuktan “kurtarıcılığa” geçerken, “korkutucu” bir portre çizmek için satın almıştı.

Sadece deri ceketi değil, asıl cesareti, Szabó’yu bir kahramana dönüştürmüştü. Ok ve Haç’ın Üvegház’a baskını sonrası, Nazilerle işbirliği yapan bu partinin merkezine karşı baskın gerçekleştirmek ve gözlerini kırpmadan insanları katleden infazcılara silah çekmek, herkesin harcı değildi. Szabó, gözüpekliğiyle Üvegház’dan götürülenlerin büyük bir kısmını kurtarmıştı.

Keza, Wallenberg’in de, Auschwitz Toplama Kampı’na yollanmak üzere trene bindirilmiş Yahudileri, sahte pasaportlarını göstererek kurtardığı esnada, Ok ve Haç milisleriyle Nazi askerlerinin bu cesaret karşısında ağızlarının açık kaldığı anlatılır. O kadar ki, Wallenberg’e doğru ateş ettikleri hâlde, onu bilerek ıskalamışlar; adeta bu deli cesareti, Wallenberg’in üzerine bir zırh gibi geçmiş.

Düşman: “Bizim dışımızda herkes.”

Sadece Yahudiler değil, Çingeneler, eşcinseller, muhalifler, Nazilerin yok etmek istediği daha niceleri; yaşam ve ölüm arasında bir adımda mücadele verdiler.

Tuna, bir adım ötesi.

Milliyetçi söylemlerden ırkçılığa geçiş de.

Bunu sadece, bugünlerde gündeme gelen Birgül AYMAZ Güler gibi isimler değil, son yıllarda artan dozda ayrımcı söylemleri savuran bakanlar, iktidar partisi milletvekilleri de, bir durup düşünsün; Tuna kıyısındaki ayakkabılar gibi sahipsiz kalan binlerce ayakkabı var Türkiye’de, sadece 1990’ları hatırlamak yeter.

Veya, “Samastyalaşan” Samatya’yı; çünkü, ayrımcılığın ucu bucağı yok aslında Türkiye’de.


[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yorumlar (1)
  • Hrac Madooglu

    Hrac Madooglu

    12.07.2013 16:42

    Basbakanin "Turkiyede 100 bin kacak Ermeni var, kafami bozarsaniz atarim disari" sozunu hatirlatmak isterim. Hem kacak Ermenileri rehin olarak goren bu zihniyeti, hem sayilari onla carpip abarttigi icin basbakani elestirmeniz gerekirdi.

Yazarlar