Sezin ÖNEY

Sezin ÖNEY
Sezin ÖNEY
Tüm Yazıları
Davalaştırılan insanlar
14.02.2013
2501

 İsrail-Filistin meselesinin sembolü, kuşkusuz, yay gibi gerilerek, tüm benliklerinden gelen bir öfkeyle, büyük bir güçle zırhlı askerî araçlara taş atan çocuklar...

Bu görüntüler, ne yazık ki, aslında Türkiye’ye de uzak değil. “Yabancı değil” diyemiyorum; çünkü Kürt Sorunu’nun çocuklar ve gençler arasında yaşanan öfkeyle dışa vurulan ağırlığı, çocukların mağduriyeti dönem dönem üzerine konuşulsa da, hak ettiği ilgiyi gerçekten görmeyen bir konu.

Ne yazık ki, sadece bundan ibaret değil Kürt Sorunu çerçevesinde “İmralı” diye diye konuşmadıklarımız...


İnsanlar, mağduriyetleri ile baş başa kalıyorlar. Hatta “sahiplenildiklerinde” bile...


Dava sembolü olarak bir kesim tarafından yüceltilen, bir kesim tarafından aşağılanan/ nefret edilen insanların gerçekte ne yaşadıkları, neye maruz kaldıkları, kişisel acıları umurumuzda değil aslında.

BDP’li, Şırnak Belediye Başkan Yardımcısı Hanım Onur, neden iki yıl hapiste kaldı? Bu çocukların, babaları neden bulunamıyor? Neden, Hanım Onur’un hasta çocuklarından uzak kalmasına neden olundu? Lösemili Solin, taşbebek gibi sarışın ve mavi gözlü bir kız çocuğu olarak herkesin sempatisini kazanmasa, Onur ve ailesinin mağduriyetleri sürecekti belki de.

Zaten de, daha Onur tahliye edilmeden evlerine yapılan ve düzenlerini hallaç pamuğu gibi atan baskın, kişisel mağduriyetlerini arttırmayı amaçlıyordu belli ki...


Solin, barışın sembolü olsun deniyor. Oysa Solin ve ailesini, aslında onların kişisel acılarını, vicdanları çitileyen anlık/ geçici bir acımsama 
(acımak bile diyemiyorum çünkü)dışında, hiç de umursamadan oyuncak edip atıyoruz. Hepimiz bunu yapıyoruz.


Umursasak gerçekten, Türkiye bu gibi mağduriyetlerin yaşandığı bir ülke olmaz.


Dava insanı, barış sembolü olarak kullanılmadan Solin, çocukluğunu annesiyle, doya doya yaşasın.


“Onur”lu bir ülkeye bu yakışır.


Devekuşu misali

Türkiye, sürekli olarak sadece kendisini ve kendi meselelerini konuşuyor ama kendisini de, gerektiği gibi çok boyutlu düşünerek konuşamıyor; ne yaman bir çelişki bu...

Geçen hafta, Diyarbakır’da daha çocukluktan yeni çıkmış biri, 19 yaşındaki Şahin Öner öldü. Pek çok haber kanalı ve gazetenin de hiç sorgulamadan verdiği resmî açıklamaya göre, Öner, polise atmak istediği bombanın elinde patlaması üzerine yaşamını yitirdi. Ancak T24’ün görgü tanıklarına dayanan haberine göre, protestocu bir grupta yer alan Öner'i, bir “Akrep”, yani zırhlı polis aracı ezdi.

“Bazı Avrupa ülkeleri dökülüyor” diyen Başbakan Erdoğan’ın anımsaması lazım ki, Avrupa ülkelerinde böyle akrep zehri saçan, insanları devletin mağduru eden bir ortam yok.

Avrupa için Türkiye de, aynı Rusya gibi, “sınır ötesi vahşi dünyanın” başladığı bir egzotik bilmece; güzel ve korkunç.

Neden Türkiye, bu dış dünyayı kavrayamıyor? Türkiye’nin akademisyenleri, iş insanları, gezginleri, çalışanları, dünyanın her yerinde; ama Türkiye’nin kamuoyu olarak, aklı, yüzeysel bir alaka dışında ne onlarda, ne de dünyada ne olup bittiğinde.


Dış dünyadaki Türkiyeliler, ancak “vatana millete faydaları” varsa kale alınıyor.


Dış dünya ile ilgili haberler de, ancak Türkiye’yi ilgilendiren bir yanları varsa...


Üstelik dış dünya haberlerinin, Türkiye ile ilgisinin algılanamadığı bir de körlük sözkonusu.

Geçen haftalarda dünyada çok şeyler oldu; Tunus’ta bir “faili meçhul” gerçekleşti. Sol muhalifDemokrat Yurtseverler Partisi lideri Şükrü Belayid, evinin önünde öldürüldü. Arap Baharı’nı tetikleyen gösterilerin gerçekleştiği bir ülkede, sol bir lider, ülkenin en önemli muhalifi öldürülüyorsa; bu cinayet bir faili meçhulse, bu suikastın ardından kimse tutuklanmıyor, kimse de suçu üstlenmiyorsa...

Bu durum Türkiye’yi çok ama çok yakından alakadar eder.

İslamcı demokratlarla, laikliği ve buna bağlı olarak insan haklarını mesele eden sol demokratlar arasında bölünen, çarpışan bir Arap Baharı coğrafyası, ancak, “Dökülen Avrupa” kadar ilgilendiriyor Türkiye’yi.

Laiklik meselesi, eskiden Türk Silahlı Kuvvetleri’nin paravan olarak, tahrik ve istismar unsuru olarak kullandığı, toplumda karşılığı olmayan bir meseleydi. Şimdi de, toplum içinde sorun değil; ancak, yine devlet eliyle, bu sefer gene meseleye dönüştürülüyor.

Arap Baharı coğrafyasında da, laikliğin somut bir günlük hayat meselesi olduğu düşünülürse, bu yavan konu maalesef Türkiye’de daha çok kutuplaşma, ayrışma ve cefa kaynağı olur.

Yarısı dökülen, yarısına yakını “günü kurtaran”, küçük bir kısmı “uçan” Türkiye, kabarıp durmadan önce, dünyada olup bitenleri izlemeli ve eleştirmeli. Ancak, eleştiriyi aşağılık komplekslerini tatmin etmek için değil, insanlığın ortak sorunları için kafa yoran biçimde gerçekleştirmeli. Mümkün mü bu?


[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar