Sezin ÖNEY

Sezin ÖNEY
Sezin ÖNEY
Tüm Yazıları
Rusyalaşmanın bedeli
20.06.2013
2326

 Türkiye ve Rusya“Batı” ile olan aşk ve nefretleri bitmeyen iki ülke.

19. yüzyıldan itibaren, “kaçan modernleşme trenini” yakalama kaygısı içinde kıvranan iki büyük imparatorluğun mirasçıları.

Önce Avrupa, sonra da Batı’nın yükselen gücü Amerika ile ilişkilerinin tarihi, hem büyülenme, hem kültürel zıtlaşma, hatta kimi zaman da öfkeye varan tepkilerle dolu iki toplum.

20. yüzyıla savaşlarla ve imparatorluğu “koruma” arzusuyla girip, bu yüzyılı geçmişle bağlarını tamamen kesme iddiasındaki yeni devlet yapılarıyla sürdüren, kendi içinde iki kocaman dünya Türkiye ve Rusya.

Bugün de, benzer bir kriz içindeler; gittikçe derinleşen bir demokrasi krizi.

Her iki ülke de, Soğuk Savaş sonrası dönüşümü, farklı biçimlerde sancılı yaşadı ve yaşamaya da devam ediyor.

Hem Rusya, hem de Türkiye, geleneksellikle modernleşme arasındaki çatışmayı hâlâ çok şiddetli yaşayan toplumlara sahipler. Toplumsal çatışmanın odak noktası da aslında, “modernleşme”denince ne anlaşıldığı.

Modernleşme, sadece görüntüsel bir değişim mi, yoksa toplumsal zihniyetin de dönüşümü mü?


“Batı”
 seviyesinde kalkınmanın mümkün olabilmesi için, hak ve özgürlüklerden önce “ekonomik zenginleşme” mi gelir?

Ekonomik gelişmeden iki ülkenin de anladığı aslında, ana hatlarıyla, devlet ve devlet çevresinde kümelenen çevrelerin kalkındırılması. Devletin zenginliğinin de, kısmen ve bir nevi “ihsan” gibi görülerek halka, “bahşiş” gibi, bazı hizmetlerle geri dağıtılması.

Halkın satın alma gücünün de, krediler, kartlar, taksitlerle yüksek tutulması, “zenginleşme” algısını, toplum sathına yayıyor. Bir de üzerine, “büyük ülke, büyük güç” imgesi, gerek devletin gerçekleştirme vaadinde bulunduğu “büyük projeler”, gerekse de, özellikle uluslararası ilişkilerde benimsenen bazı politikalarla pompalanınca, “kanatlandık uçuyoruz” düşüncesi, toplumda hâkim oluyor.

Her iki ülkede de, iktidarı elinde sıkı sıkı tutmak isteyen, güçlü ve “karizmatik” olarak nitelenen liderler, devletlerinin adeta bir bedende somutlaşmış, can bulmuş yüzleri gibiler.

İkisi de, halklarından destek ararken, sık sık aynı vurguyu yapıyorlar; “nereden nereye geldik; benim iktidarımdan önce bu ülke neredeydi, şimdi nerede?”.

İkisi de, son dönemlerde artan şekilde, “muhafazakârlığı”, siyasi bir motif olarak kullanıyor.

İki liderin de çevresinde, saplantı boyutuna varacak bir katılıkla onları sahiplenerek “sevgi çemberi”oluşturan bir taraftar kitlesi var.

Başbakan Erdoğan’ın, temmuzda gündeme getirdiği ve altı ayda hemencecik “gerçekleşen bir düş”oluveren, “Şangay Beşlisi”ne diyalog ortaklığı konusu da, bu benzerliklerden dolayı aslında can alıcı bir öneme sahipti.

Erdoğan, Temmuz 2012’deki Rusya ziyaretinde Putin’e, “Bizi Şangay Beşlisi’ne alın, Avrupa Birliği’ni boş verelim” demişti. 2013 başında, bu söylemin, bir kısmının gerçekleşmesi yolunda önemli bir adım atılır ve Türkiye, Sri Lanka ve Belarus’un yanısıra, örgüte “diyalog ortağı” olurken, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun “bu bir kader ortaklığı” sözlerinin içeriği, ne yazık ki bugünlerde farklı bir anlam kazanıyor.

Şangay Beşlisi derken, tümünde de güvenlik güçlerinin insan hakları ihlalleri sicili epey karanlık altı üye ülkeden bahsediyoruz: KazakistanTacikistanRusyaÇinÖzbekistan ve Kırgızistan.

Diğer diyalog ortaklarından, Belarus’un, Avrupa’nın yegâne diktatörlüğü olması ve Sri Lanka’nın iseTamil Kaplanları ile olan “barış sürecini”, sivillerin de hedef olduğu, katliam derecesine varan askerî operasyonlarla gerçekleştirdiği gibi “detayları” da unutmayalım.

2007’de “Muhtıra” döneminde, ordudaki darbeciler, “Rusya’ya benzeme” arzusundan bahsettiklerinde, Türkiye’de demokrasi ve insan haklarına kıymet verenlerin tüyleri diken diken oluyordu; bugünse, iki ülke arasındaki ortak yönlerin arttığını inkâr etmek zor.

Bugünse, Putin’in Rusyası kadar sert bir otoriterleşme sözkonusu olmasa da Türkiye’de, o yolda hızla gidiliyor. Rusya’daki devlet baskısı da daha sert, siyasi iklim de; bu nedenle de, sıradan vatandaşın sokağa çıkabilmesi de daha zor; bedel ağır.

Gerçi, Türkiye de, eksik kalmamak için yoğun çaba içinde, Başbakan’ın polisin “müdahale yeteneğinin güçlendirilmesi” açıklamalarına, tükenen biber gazı stoklarını ivedilikle doldurma çabalarına, Çarşı Grubu’ndan kişilerin de arasında olduğu “Gezi rövanşı” son gözaltı ve tutuklama dalgalarına bakılırsa...

2011’de Rusya’daki seçimlerden sonra başlayan muhalif gösteriler, Moskova’daki Bolotnaya Meydanı’nda başlamasına atfen bu isimle anılıyor. Hâlâ da süren ve uluslararası basında “Kar Devrimi” olarak anılan bu kıpırdanmaya karşılık, Putin’in tepkisi, kendi taraftarlarını “Birleşik Rusya” destekçilerini sokağa dökmek ve onlara gövde gösterisi yaptırmak olmuştu. Özellikle de, Putin yanlısı gençlerin oluşturduğu “Naşi”ler bu “sevgi seli” gösterilerinde ön plandaydı. O gösterilerde kullanılan “milli irade” vurgusu da ayrıca manidar tabii.

Putin ve Erdoğan’ın, ortak trajedileri, değiştirdikleri ülkelerine uyum sağlayamamaları aslında. Eğer ki, Erdoğan da, Putin’in yolunu seçerse, daha uzun yıllar iktidarı ipotek altına alabilir tabii, ama ne bedelle?


[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar