Sezin ÖNEY

Sezin ÖNEY
Sezin ÖNEY
Tüm Yazıları
Batı-Doğu ikileminin Türkiye’deki fay hattı
19.11.2015
1836

 IŞİD, bir saldırı gerçekleştirdiği zaman, o şiddet eylemi sadece can kaybına neden olmuyor; gerçekleştirildiği ülkenin sosyal ve siyasi fay hatlarını da bombalamış oluyor.

Türkiye’deki Diyarbakır, Suruç ve Ankara saldırıları, ülkenin siyasi rotasını sarsacak derece ciddi dönüm noktalarıydı; her biri farklı biçimlerde, ülkenin politik kaderini etkiledi, sosyal ve siyasi hatları gerdi ve bana kalırsa, onulması güç “güven yaraları” açtı. Sadece Suruç saldırısı ertesinde zembereğin yayının kırılması gibi Kürt Sorusu’nun şiddetle yanıtlanmaya çalışılması sürecinin dönüşü bile, tek başına Türkiye’nin siyasetini son dönemde en derinden etkileyen dönüm noktalarındandı.

Önceki Paris saldırıları, Charlie Hebdo üzerinden, Batı dünyası genelinde “ifade özgürlüğü” tartışmalarını tetiklemişti. Bu Paris saldırıları ise, Avrupa’nın yumuşak karnı “mülteciler” konusuna saplanan bir hançer gibi oldu. Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri başta olmak üzere, tüm Avrupa’da ayrımcılık ve “yabancı korkusu”; tabii özellikle de İslamofobi müthiş bir patlama yaşayacağa benzer.

Mültecilerin “salgın hastalık yaydığını” öne süren, Polonya’nın büyük destekle yeni seçilen partisiHukuk ve Düzen’in lideri Lech KaczyńskiMacaristan’ın “İslamlaşma tehlikesine karşı Hıristiyan değerlerine” vurgu yapan Başbakanı Viktor Orbán gibi örnekler zaten sözkonusuydu. Paris saldırıları sonrası, Polonya, ortak AB kararları çerçevesinde kabul edileceğini taahhüt ettiği mültecileri reddedeceğini açıkladı ve Orbán da, “mülteciler, orduya benziyor” diyerek “güvenlik tehdidine” bir kez daha dikkat çekti. Tabii bir de, saldırılar ertesi “Fransa’nın, özgürlüğün düşmanlarını yeneceğini” söyleyerek kendini “kurtarıcı kahraman” olarak ortaya atan aşırı sağ Front National’in lideri Marie Le Pen gibi örnekler var.

IŞİD, bu saldırılarla, Avrupa’nın aşırı sağa ve merkezdeki popülist- otoriter sağ çizgiye olan zaafını daha da artırarak, “düşmanı” Avrupa ve ötesinde gelecek nesilleri de etkileyecek bir zehri zerketmiş oldu.

Öte yandan, Avrupa ile Türkiye’nin gündem farkı, tıpkı Charlie Hebdo örneğinde olduğu gibi bir kez daha ve daha da keskin biçimde ortaya çıktı.

Dendiği gibi, “ayrı dünyaların insanlarıyız”.

Avrupa, hattâ, Çin’den Japonya’ya dünyada saldırılar, Fransa ile “Fransız sembollerini” kullanarak dayanışma akımı yarattı. Kırmızı, mavi, beyaz renklere büründürülen anıtlar, milli marş La Marseillaise’in söylenmesi gibi biraz da naif jestler, Çin’de bile kitlesel biçimde gözlendi de; Osmanlı İmparatorluğu’ndan bu yana Fransa ile büyük tarihî, duygusal, zihinsel bağları olan Türkiye’de gerçekleşmedi.

Bu durum, sadece siyaset ile de ilgili değil: Avrupa’nın başına gelene genel bir ilgisizlik, ayrılık hâli var.

Medyada da, dünya televizyonları, saldırılar ertesi Paris’in Saint Denis mahallesinde gerçekleşen, Fransız Ordusu’nun katıldığı büyük anti-terör operasyonunu canlı yayınlarken, Türkiye’de bambaşka konular gündem oldu; bu haber arada kayboldu gitti.

İlgisizlik, yabancılama, “uzakta olan bir şeyler” algısıyla sahiplenmeme ötesinde, bir de ret ve nefret hâli var.

Uzaklığı” da, “nefreti” de, iki “saygı duruşu” meselesi ortaya koydu. Deniz Baykal’ın Meclis Başkanlığı rolünü kısacık oynayabildiği “ikbal” anlarını, IŞİD saldırıları kurbanları için saygı duruşu teklifini reddederek (ve ayrı bir konu olarak Leyla Zana’nın yemin tavrını krize çevirmeyi başararak) değerlendirmesi, saldırıların travmasına “Fransız kalmanın” göstergesiydi.

Saldırılara duyulan üzüntüye nefret ve dolayısıyla örtülü destek de, kendini Türkiye- Yunanistan maçında saygı duruşu esnasındaki tekbir ve ıslıklarla ifade buldu.

Sonuçta…

İnsanlar arasında bazen bir olay olur da, arada açılan inanılmaz uçurumun farkına varıp, “kopmuşuz” dersiniz ya; Charlie Hebdo ve son Paris saldırıları, bu kopuşun iyice ortaya çıktığı anlar oldu.

Bir durup düşünüldüğünde, her kesimden ve düşünce çizgisinden olan 19. yüzyıl Osmanlı siyasetçisi, aydın ve yazarını, Paris kadar etkilemiş bir merkez var mıdır? Her Osmanlı düşünürünün “Paris büyüsü” altında olduğunu söyleyemeyiz, ama İmparatorluğun dört bir yanındaki “entellijansiya”, kendine Paris’i muhatap almıştır. Şimdi, Paris imgesinde vücut bulan, Avrupa’ya dönük, Avrupa ile beraber veya ilintili modernleşme yöneliminin noktalandığı yerdeyiz. Ama başka bir şey de başlamış değil; Türkiye, demokratikleşmesinden modernleşmesine kendiyle başbaşa kaldı ve bu durumdan bir değil, birçok yönelim ve sonuç çıkabilir.

Batı-Doğu ikileminin, Türkiye içi fay hatlarının daha hızlı çatırdayarak, hepimizi içine çektiği, iyice karıştırdığı ve çatıştırdığı; yepyeni ittifaklar ve ayrılıklar doğuran oldukça çalkantılı bir dönemin eşiğindeydik –şimdi o döneme giriyoruz.

[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar