Sezin ÖNEY
Böyle yaşamaya alışmıştık aslında: demokratik alan daraldıkça daralıyor, ekonomik refah seviyesi kötüleştikçe kötüleşiyor. Hep bir tık aşağı yavaşça kaymanın sarsıcı olmayan, alıştıra alıştıra kayba uğratmasına alışmıştık. Bir şekilde, “yuvarlanıp gidiyorduk” işte...
Şimdi, son birkaç günde olanlar Türkiye gerçeklerini bize şok terapi ile hatırlattı. “Üç 24 saat” içinde, Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun vekilliğinin düşürülmesi ve kendisi ile tanıkların ifadesiyle abdest alırken, pijama-terlik halinde TBMM’den yaka paça derdest edilip götürülmesi; HDP’ye sert bir iddianame ile kapatma davası açılması, bol türbülanslı bir “fırtına” dönemine girdiğimizi düşündürdü.
Son 7-8 ayda, AK Parti ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesinden, Karadeniz’de gaz rezervleri bulunmasına, uzay programı açıklanmasından, ekonomi yönetiminin değiştirilmesine, dış politikada tansiyonun yükselmesi ve hatta Yunanistan ile savaşın eşiğine gelinmesine “tüm düğmelere bastılar”.
AK Parti’nin desteği %29-31 civarı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın görev onayı da %42-45 civarında takılı kaldı. En popüler politikacılar sıralamasında da, Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu ilk iki sırayı kalıcı biçimde paylaşır oldular. Bir yandan AK Parti ve Erdoğan, çekirdek oy ve desteklerini korudular. Öte yandan da, eski günlerin yüksek marjlı fark atmalarının mümkün olamadığı ve bir düşüş döneminin başladığı son derece açık biçimde gözler önüne serildi.
Son olarak şubatta Garê operasyonu, “normal şartlar” altında, hükümete desteği yükseltebilecek bir çıkıştı. Hiçbir ama hiçbir etkisi olmadı.
Son dönemde AK Parti’ye kazandıran yegane çıkışlar, kasımda ekonomi yönetiminin değişmesi ve kongreler süreci oldu. Partiden uzaklaşmaya başlayan, kararsızlara kayan veya DEVA-Gelecek-İYİ Parti gibi farklı kulvarlara meyledenler üzerinde, bu iki çıkış etkili idi. “Düğünümüz var” heyecanı verilerek gerçekleştirilen kongreler, tıpkı diğer partilerdekiler gibi yeni görevlendirmelerin getirdiği hevesle tabanı dinamikleştirdi, gevşeyen bağları bir nebze güçlendirdi, bıkkınlık havasını dağıttı. Ekonomi yönetiminin değişmesi ve dolar/döviz kurlarının sabitleşmesi de, yine partinin kendi tabanına AK Parti ile iyi kötü idare edilebileceğini düşündüren belirleyici bir gelişmeydi.
Ancak, AK Parti kendi tabanına kilitlenmiş ve çekirdek oy sınırını aşamaz vaziyette. Çekirdekten kaybedilecek her bir yüzdenin de, artık büyük etkisi var. Daha da önemlisi, başkanlık sistemi artık AK Parti’nin tek başına taşıyabileceği bir yapı değil; MHP’ye olan bağımlılık artık, sadece ve sadece başkanlık sistemi yüzünden hayati hale dönüştü. Bu durum da, MHP’nin bahar tomurcukları patlatmasına ve asıl patron imajının güçlenmesine neden oluyor. Özellikle de, HDP’nin kapatılması sürecini, artı hanesinde görecekler varsa, bu “krediyi” MHP’nin hanesine yazanlar olacak: yani, MHP tabanı ve AK Parti’ninki başta olmak üzere diğer tabanlardan radikalleşerek MHP’ninkine kayanlar.
AK Parti kongrelerinin tabanına enerji verdiğini söyledik ama “Devlet”in asıl sahibi algısını veren kongre, açıkçası MHP’ninkiydi. MHP’nin, tarihi boyunca bu kadar “iktidarda” olduğu ve devletin sahibi rolüne bu kadar rahatça oturduğu hiçbir dönem olmamıştı. Bu durumda, Erdoğan’ın da kendi tabanını toparlama hedefiyle Gezi Parkı’nı ziyaretten Taksim Meydanı ve Kanal İstanbul projelerine hız verilmesine, İstanbul Sözleşmesi’nden tepeden inme çekilmeye, Merkez Bankası başkanının piyasa beklentisi odaklı bir isimden anti-faiz bir “gölge”ye değiştirilmesi gibi dikkatleri kendi üzerine çeken girişimlerine şaşmamak gerek. Tabii, bu adımların tümü kendi içinde de tabanı toparlama ötesinde, siyaseti yeniden dizayn hedefine de odaklılar. Örneğin, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme, yeni anayasaya uzanacak “yerli ve milli hukuk” tartışmasının da başlangıcı olabilir. Polonya’da da, “Batı dayatması” hukuka karşılık, ülkenin kendi “gelenek ve görenek”, tarihine uygun “yerli ve milli” hukuka yönelmesi gerektiği tartışması; kürtaj yasağı, LGBTI+ fobisi pompalanması ve yine İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme gündeminin yaratılmasıyla beslendi, büyütüldü.
Avrupa Birliği, zaten Polonya ve Macaristan’ın “kendi hukukunu” yaratma politikaları ile boğuşurken, bir de Türkiye ile uğraşmak istemiyor. Macaristan ve Polonya, AB’nin özellikle kendilerine yönelik geliştirdiği “hukuk devleti denetimi mekanizmasına” karşı atağa geçmişti. Bu sebeple, 2020 sonunda, neredeyse AB’nin 2021-2027 bütçesinin onaylanması mümkün olamıyordu. 11 Mart’ta beklenen oldu ve Macaristan ile Polonya, AB’yi Avrupa Adalet Divanı’na götürdü. Polonya ve Macaristan, Avrupa Adalet Divanı’nın da, AB’ye karşı vergi uygulamaları konusunda götürdükleri iki ayrı davayı 16 Mart’ta kazandılar. Davalardan biri, Macaristan’ın Fox TV’si sayılabilecek (yani Türkiye’deki örnekte olduğu gibi dış kaynakla kurulmuş, yaygın kitleye ulaşan ‘muhalifimsi’ TV kanalı) RTL Klúb’a getirilen ağır yüküne ilişkindi. Diğer bir deyişle, basın ve ifade özgürlüğü boyutu da vardı. Macaristan Başbakanı Viktor Orbán da, gene bugünlerde İtalya’da sağ popülist liderler Matteo Salvini ve Giorgia Meloni ile ortaklığını AB eleştirisi-muhalifliği ve göç karşıtlığı üzerinden güçlendirmek üzere harekete geçti. Polonya da, bu fiili ittifakın doğal bir parçası.
25-26 Mart’ta AB Liderler Zirvesi’nde Türkiye’ye yaptırım gelmesini, ben zaten beklemiyordum. Reuters’ın ismini vermediği 4 AB’li diplomata dayandırarak yaptığı habere göre de, yaptırımlar konusu iyice rafa kalktı. Evet; zaten yaptırımlar, pozitif etkiden çok negatif etkiye sebep olabilecek bir araç ancak, asıl mesele Avrupa Birliği ve özellikle de AB’nin Türkiye politikasının belirleyicisi Almanya’nın Ankara üzerinde hiçbir şekilde etki, ağırlık kullanmaya niyetli olmaması. “Bizim işimiz görülsün de” veya “bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” AB ve Almanya’nın Türkiye politikasının net bir özeti.
AB’nin Dönem Başkanı Portekiz’in Avrupa İşleri Bakanı Ana Paula Zacarias, mart başında Birlik’in Macaristan ve Polonya’ya yaptırım uygulamasının pek mümkün olmayacağının işaretlerini vermişti. Yani, Türkiye’ye değil sadece bu “yasak savma” yaklaşımı. Yine de Portekiz, mayısta dönem başkanlığı bitmeden Macaristan-Polonya’ya karşı yaptırım konusunu AB’nin temel anlaşmasının 7. Madde’si çerçevesinde ele alacak bir toplantı gerçekleştirmeyi hedefliyor. Tıpkı Türkiye konusunda olduğu gibi, Polonya-Macaristan’a yönelik AB politikası ABD’nin ve Joe Biden’ın yaklaşımına endeksleniyor. Biden yönetimiyle AB’nin buluşması da temmuz civarı gerçekleşecek gibi gözüküyor.
Bu demek ki, temmuza kadar AB, Türkiye ile ilgili pek bir şey yapmaz.
Diğer bir deyişle, Türkiye ile yapılan Suriyeli mültecilere yönelik “Göçmen Anlaşması”nın da 5. yıldönümünde, bu anlaşma ile güncellenmesi gereken konular var; bunun üzerinde çalışılıyor ve AB, Türkiye ilgili başka hiçbir şeyle uğraşmak istemiyor. Yunanistan ile görüşmelerde masa yerinde durur ve Ankara, üç aşağı beş yukarı dış “sorun” yaratmazsa, AB de Türkiye’nin içerisinde olup bitene fazla karışmaz. Tabii, AB ve Almanya’nın bile kaldıramayacağı noktaya gelmezse işler...
Yazarlar
-
Ümit AkçayArjantin’in çıkmazı: Şok terapi, bağımlılık ve ABD’nin gölgesi 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalKirk ve ICE vakaları ile faşizme doğru mu? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKrallar ve ulus-devletler 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRMHP’li Yıldız’ın KON’u AK Partili Miroğlu’nun Roja Welat’ı… 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolDış politikada rasyonel zemin 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanJet motoru sıkıntısı: Tek geciken Kaan değil 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUGazetecilik bir kez daha tartışılıyor 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciAsgari ücret 30.000 TL 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel’e saldırı aydınlatıldı mı şimdi? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasKendi uçağımızı kendimiz yaparken 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni Çözüm Süreci: Hakikatle yüzleşme 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURKomisyon Suriye’yi, Suriye İsrail’i, İsrail Trump’ı…. 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYATürkiye’nin Demokratikleşmesi ve Kürt Sorununun Çözümü: Ciddiyetin Tarihsel Zorunluluğu... 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANGazetecilik can çekişiyor! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞSİYASETÇİ ZENGİNLEŞİRKEN VATANDAŞ FAKİRLEŞİYOR, NEDEN? 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRTÜSİAD isyan etmişti: Ciner’e kayyumun gerekçesi o madde! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRZeytinlik yasasından Akbelen ve İliç'e; enerji ve maden hikâyesinde kaybolan gelecek 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTrump-Erdoğan görüşmesine hile karıştı mı? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSüreç Suriye’yi, Suriye süreci bekliyor. Peki bu kısırdöngü nasıl aşılacak? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluTrump’a neler verdik, neler alacağız! 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYMutlakiyetçiler ve Cumhuriyetçiler 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇZaferden hapishaneye 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEYargı CHP’ye çalışıyor 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın tercihleri 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Trump’ın verdiği meşruiyet” notları 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSarkozy’nin tarihi mahkûmiyeti 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuBoeing - Gazze ilişkisi nedir? 26.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNYetersiz bakiye! 25.09.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
25.04.2025
3.02.2025
29.01.2025
17.01.2025
7.11.2024
6.11.2024
24.10.2024
27.06.2024
7.06.2024
26.05.2024