Tanıl Bora
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kuruluşuna maya çalanların yazdığı veya anlattığı anıların sayısı, bir elin parmakları kadar değil. İki kurucudan Bülent Arınç’ın nehir söyleşisi,[1] 2002’den sonrasına pek girmez; Millî Görüş yaşam ortamının canlı bir tanıklığıdır. İhsan Arslan’ın muhasebesinde, eski Mazlum-Derli olmasının ve Kürt meselesinin ta içinden gelmesinin sevki ile, iktidara yönelik bir doz (öz)eleştiri vardır. (“Keşke çıraklık dönemi biraz daha uzasaydı…” der Erdoğan için. [2]) Nihat Ergün’ün anıları, anılan iki 1948’liden sonraki kuşakların (Ergün 1962’lidir) tecrübesini (ve Millî Görüş gömleğinin omuzdan düşmesine varan dönüşümü) yansıtırken, AKP iktidarının ‘yozlaşmasıyla’ ilgili hayli sarih konuşur.[3]
Beşir Atalay’ın Mart’ta yayımlanan otobiyografik anlatısı,[4] bu kıt literatüre önemli bir ilave oldu. Kitap medyada pek seda koparmadı; buna karşılık AKP’nin “kuruluş felsefesine” (pop siyasî tabirle “fabrika ayarlarına”) dönmesini ummak isteyenler tarafından ilgiyle karşılandı. Zira 2002’ye kadar gelen kitapta, “AK Parti iktidarının ilk dönemi”[5] bir altın çağ gibi özlemle yadedilirken, şimdiye dair memnuniyetsizlik imâları var. Kitap asıl, AKP’nin ön tarihi olması bakımından önemlidir. Arınç’ınki, AKP’nin, Millî Görüş’ün siyasî hikâyesindeki ön tarihiydi; Atalay’ınki, AKP’nin harcını karan kültürel-entelektüel formasyonun oluşum hikâyesidir.
***
Beşir Atalay’ın erken kaybettiği babasının imgesi, Rasim Özdenören’in Gül Yetiştiren Adam’ını çağrıştırıyor: Erken cumhuriyetin dönemini Mısır’a gidip birkaç yıl orada yaşayarak atlatmış, dinî okumalarla münzevi bir hayat sürmüş - ve “köyde bilinmeyen çiçekler” yetiştiriyormuş! Aile muhitinden gelen dinî terbiyenin ve tefekkürün Beşir Atalay’ın ömrüne hep refakat ettiğini; bunun okulla beraber her şeyi okuma-öğrenme merakına, bir kendini yetiştirme cehdine açıldığını öğreniyoruz. “Düşüncelerinin uyuşmadığı” hocalardan da, –mesela lisede öğretmeni olan, “kültür insanı” olarak sitayişle andığı Dursun Akçam-, hep istifade ettiğini, kütüphane müdavimliğini, “üç şehirde dört kitabevinin” kuruluşuna ve hayat etmesine önayak olduğunu anlatıyor.
***
1950’lerden 1990’lara dek birkaç İslâmcı kuşağa hiza veren rol modelleri, Beşir Atalay’ın anılarında da zuhur ediyor. Öncelikle, tabii hep “Üstad” diye andığı Necip Fazıl. Onun misyonunu, “dinamik, diri, dik,” veya başka bir yerdeki tarifle “cesaret, özgüven, dik duruş”la tarif ediyor. Zamanla, hiçbir yere sığmayan “Ben”inden ve siyasî savrulmalarından ötürü daha eleştirel yaklaşmış, ama hep hürmetini korumuş. Öteki kutup olan Sezai Karakoç’a atfettiği misyon ise –bermutad- “İslamî tefekkürde derinleşme, içte derinleşme…” Kutup yıldızı olarak Nuri Pakdil var bir de; Atalay onu –sanırım kalıp kırıcılık anlamında- “devrimci” diye vasıflandırıyor. Pakdil’in 1990’larda kendi arkadaşlarıyla bile konuşmayan, son yıllarında ise sosyalliğe iştahla açılan huy dalgalanmasına ilişkin gözlemi, Pakdil biyografilerinde[6] rastlamadığımız bir dikkattir. (Atalay’ın “Hangisi daha Nuri Abi idi?” sorusu, vecizdir.)
***
İslâmî muhafazakâr beşerî sermaye hakkında, müktesebat hakkında, habitus ve muhit oluşumu hakkında, ağ hakkında fikir edinmek için, Beşir Atalay’ın anıları billur bir pınar. Bu toplumsallaşma ve ‘kültürlenme’ ağının merkezinde, sohbet var. İlişkiler sohbet ağları üzerinden yeniden üretiliyor: sohbet meclisleri, sohbet halkaları, Kur’an sohbetleri, birinin sohbetinde bulunmak…[7] Hiyerarşileri, otoriteleri de yeniden üreten bir ağ bu: Bir yerde buluşup şehre gelen “büyükleri” dinlemek var; “müsait olursa” evine gitmek var; bir “büyük”ten (Şaban Karataş) haftada bir akşamını “görüşme için ayırması” ricasında bulunup bunu rutine bindirmek var. Önemli kararlarda veya diyelim seyahatler arifesinde “tavsiyelerini almak” var. Bazı hallerde onların bazı “hizmetlerini” görmek var. Bunun yatayları, eşitler arası cephesi de var: okuma sohbetleri, düzenli ev buluşmaları; dost grupları; dost gruplarının şehirlerarası ziyaretleri ve “ziyaretleşmek…” Kuşkusuz, özellikle bürokraside makam-mevki sahibi “abilerin” destekleriyle, referanslarıyla güç kazanan bir klientalizm söz konusu; fakat bunun zemininde, yoğun ve daimî ilişkilerle doğal seyri içinde gitgide sıkılaşan bir ağ var. Beşir Atalay’ın akrabaları için dile getirdiği “birbirimizin yakınında ve yardımında olmaya gayret ederiz” düsturunun, toplumsal-siyasal bir düstur olarak iş gördüğünü söyleyebiliriz.
***
Erzurum Üniversitesi’nde geçen uzun geç gençlik dönemi (1972-1985), bir yandan, İslâmcıların akademik alanda varlık ve iddia sahibi olmakta baş çeken bir kuşağının hikâyesidir. Aynı zamanda, kendini sağcı tasnifinin dışında görmek isteyen, 70’lerin büyük kavgasında kenarda durmaya çalışan, bu nedenle ülkücüler tarafından zaman zaman “yeşil komünist” diye suçlanan bir kuşak. Atalay’ın kendi konumunu, tarikat bağı olmayan, -hatta mürit olmasını bekleyen bir şeyhi de hayal kırıklığına uğratan!-, “bağımsız Müslüman” bir konum olarak tarif etmesi kritik. AKP’yi (veya “AKP’nin ilk dönemini”!) var eden kültürel sermaye teşekkülünde, bu konumdakilerin çaldığı maya önemliydi.
***
1960-1980 dönemini hayırla anıyor Beşir Atalay. 1961 Anayasası’nın “daha özgürlükçü bir anayasa” olduğunu söylemekte beis görmüyor. “Türkiye’de düşünce ve ifade özgürlüğünün en geniş ve rahat olduğu dönem 1962-1968 yılları arasıdır diyebilirim,” diyor. Sonra başka bir yerde 12 Eylül öncesinin mizanını çıkartırken, “çatışma ve terör boyutu felaket” olmakla beraber; “1965-1980 arası gelişen ve yaşanan düşünce hayatı, dergiler, yayınlar, ideolojik bakışlar, siyasi tartışmalar hepsi adeta durdu, bir daha öyle bir dönem ülkede yaşanmadı,” der. Gençlik Parkı’nın eski “atmosferini ve zenginliğini bozan yöneticilerinin büyük kötülük yapmış” olduğunu söylemek gibi, günlük hayata dair 60’lar/70’ler nostaljizmi de eksik değildir!
***
Anlatının 12 Eylül sonrası kısmına kısa kısa değinelim… 12 Eylül darbesinde “MGK bildirisinde yine irtica vurgusu en başta geliyor” tespiti, İslâmcılığın mağduriyet üstünlüğü söyleminin bir tezahürü olduğunu not edelim – insaf olsun, 12 Eylül’ün asıl meselesi “irtica” mıydı?!
İşkenceyi ve ihbar ‘müessesesini’ büyük ahlâkî zilletler olarak konu ediyor Atalay. Kendi İçişleri Bakanlığı döneminde işkenceye karşı kararlı önlemler aldığını, o ara AİHM’de bir tane bile işkence davası açılmadığını belirtiyor.[8]
Özal’a büyük hürmet ve muhabbet beslediğini görüyoruz. 90’lara geldiğimizde… Madımak katliamının hiç, hiç bahsi geçmiyor... 90’larda, “terörle mücadele adına oluşturulmuş illegal yapıların bir anlamda mafyalaştığını,” Refahyol hükümetinin bunun üzerine gitmemesinin stratejik hata olduğunu söylemesinin altını çizelim. 28 Şubat dönemini tahmin edileceği üzere, -mağduriyet üstünlüğü saikini tekrarlayalım-, geniş ve canlı anlatıyor.
***
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kuruluş hikâyesi, son ve en uzun bölümdür (kitabın dörtte biri). Atalay, “‘açık toplumcu,’ özgürlükçü, insanları iki yüzlülüğe teşvik etmeyen sistemlere” duyduğu özleme, “adalet toplumu” idealine cevap verecek bir partinin kurulması maksadıyla emek verdiğini anlatıyor. Burada arkadaşlarıyla beraber yaptıkları kritik hamleyi, Millî Görüş’te parti içi muhalefetini oluşturan Yenilikçi Hareket ile Tayyip Erdoğan etrafında şekillenen ‘oluşumu’ bir araya getirmek ve behemehal parti kurmaya teşvik etmek olduğunu anlatıyor. Bu iki siyasî vektörü, Yenilikçi Hareketin “siyasî müktesebatı” ve “Tayyip Beyin yakaladığı siyasî rüzgâr” diye vasıflandırmasının ve ayırt etmesinin de altını çizelim. Kuruluştaki ideolojik çizgiyi, “muhafazakâr, demokrat, liberal kavramlarını bir arada irtibatlandırmayı” amaçlayan “muhafazakâr demokrat” kimlikle tanımlıyor Atalay. Kuruluş sürecindeki ethos’u, ortak liderlik hukukuyla ve itidalle (“normallik”) tarif ediyor. Günümüzde “ortalıkta denge insanlarının yok olduğu” şikâyeti, bu ethos’un yitişinin satır arası ifadesidir. Zaten toplamda bu kuruluş döneminin anlatımında, bir “eski güzel zamanlar” özlemini sezmek mümkündür. Sivri söylersek: “müktesebat”ın, “rüzgâr”ın önünde kuru bir yaprak gibi sürüklenip gitmesi gibi…
Kitabın sunuşunda Beşir Atalay 2002’den sonrasını da yazacağını haber verirken, sonda söyleneceği başta söylüyor bir bakıma. Şöyle diyor: “Bazı İslâm ülkelerinde İslami kesimlerin (siyasi jargonda İslamcıların) son elli yılda siyaset ve iktidarla buluşmasının sonuçlarının çok da başarılı olmadığı, çağı etkileyecek iyi modeller ortaya koyamadıkları yönünde değerlendirmeler yapılmaktadır. Ben de şahsen büyük oranda buna katılıyorum…”
İkinci cildi bekleriz.
[1] Arınç - Küçük Erbakan. Söyleşi: Ömer Şahin. Nesne Kültür Sanat. Ankara, 2019.
[2] İhsan Arslan: Aklımda Kalan (Hazırlayan: Ayşe Karabat). Kapı Yayınları, İstanbul 2020, s. 463.
[3] Nihat Ergün: Adım Adım Siyaset. Alfa Basım Yayım, İstanbul 2015.
[4] Beşir Atalay: “Sadece Yaşayıp Yazdıklarım” - Dünden Bugüne Anılar. Kapı Yayınları, İstanbul 2025.
[5] Tırnak içinde olmasının mânâsı özetle şu: “ilk dönem”in kaçınılmaz olarak bugünkü vaziyete (2013 veya 2015 sonrası “yapı”) varacağına dair teleolojik bir zorunluluk varsayılamaz; bununla beraber, bugünkü vaziyetin “ilk dönem”deki bir kökünün, bir kaynağının varlığı da göz ardı edilemez.
Tırnak demişken, yazının devamında çift tırnak içine alınan ifadeler, kitaptan alıntıdır.
[6] Murat Turna: Nuri Pakdil. Lejand Kitap, İstanbul 2021; Atıf Bedir: Nuri Pakdil – Direniş Hattında Bir Devrimci. Hece Yayınları, Ankara 2020; Hüseyin Su: Entelektüel Öfke – Nuri Pakdil. Şule Yayınları, İstanbul 2018.
[7] Daha önce de konuşmuştuk üzerine: https://birikimdergisi.com/haftalik/9606/sohbet
[8] Önce iç hukuk yollarının tüketilmesi gerektiğinden, bu dönemin olası AİHM’lik vakalarını saptamak zor. Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın tedavi ve rehabilitasyon merkezlerine yapılan başvuru verilerine göre, Atalay’ın İçişleri Bakanı olduğu 2007-2011 kesitinde yıllık başvuru sayısı 400’lerde imiş (2010’da 363’le, 1999-2024 dönemi boyunca en düşük rakam). Başka dönemlerde, yıllık ortalama 600’ün üstündedir, çok daha yüksek olduğu yıllar da var. Bu verilerden, Atalay’ın bakanlığı döneminde işkencede görece gerileme olduğunu çıkarabiliriz – ama sadece görece…
Yazarlar
-
Mesut YEĞENOrtadoğu ve Kürtler CHP’yi Çağırıyor 29.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraAdalet ve Kalkınma Partisi’nin Ön Tarihinden 29.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolMHP umut olabilir mi? 29.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENSiyaset ırmağı kirlenirken… 29.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUMahkeme kararından bir parti ve bir iktidar çıkabilir 29.06.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKABD’nin “özeleştiri” yapacağı günlerden korkalım 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluTonlarca hurdanın akıbeti belirsiz, ihaleler tartışmalı, işlem yok: Karayolları kimleri zengin ediyo 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuKülliye ve mirasta eşit paylaşım… 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNBarışı savunmayayım da ne yapayım! 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKurultay kararı öncesi CHP… 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİOtoriterlik ve Medya 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanŞaka değil, Kılıçdaroğlu sahiden gelip CHP’nin başında kalmak istiyor! 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYZindanın kapıları açıldı ve muhalif lider serbest bırakıldı 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazKılıçdaroğlu, Erdoğan’a hizmet etmeye hazır 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA“Masada Milyonlar Var” 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluSiyasi belirsizlik rüzgarıyla, ‘erken’ seçime doğru… 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Sahur Pilavı… 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasTrump niçin İran’ı vurdu? 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERÖzgür Özel CHP’de neyi değiştirdi? 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
29.05.2025
10.05.2025
22.04.2025
9.04.2025
7.03.2025
5.02.2025
23.01.2025
9.01.2025
25.12.2024
11.12.2024