Ümit Fırat
Konumuz, modern Türkiye’nin kuruluşundan bu yana kesintisiz olarak devam eden ve bol miktarda örneği olduğu için, hukuk dilinden günlük kullanıma da yerleşmiş faili meçhul cinayetler mevzusu. Daha basit bir ifadeyle devlet içerisinde cezasızlık zırhına sahip olarak bilinen, sorumsuz ve görünmeyen bir takım “yetkililerce” örtbas edilmiş cinayetler.
Bu cinayetler, bazı dönemlerde seyrek olarak icra edilmiş olsa da, 1990’lı yıllarda tavan yapmıştı. Zaten bu nedenledir ki, demokratik ve normalleşmiş toplumlarda pek fazla kullanılmaya, kullanırsanız da, çoğu zaman şaşkınlıkla karşılanabilecek ve aslında hukuki bir ifade olan bu “faili meçhul cinayet” ifadesi, bizim günlük hayatımızda sıklıkla kullanılan ve hemen herkesin kolaylıkla anlayabildiği, hatta devletin normal bir icraatı gibi görülebilmekte.
1976-1983 yılları arasında iktidara el koyan darbeci askerlerin yönetimindeki Arjantin’de, 30 bin civarında sol görüşlü insan kayboldu. 2 kişiden fazla insanın bile yan yana bulunmasına izin verilmeyen cunta yönetimine karşı 30 Nisan 1977 tarihinde, yakınlarını kaybeden, beyaz başörtülü 14 kadın, Devlet Başkanlığı sarayına 100 metre mesafedeki Plaza de Mayo Meydanı’nda (Mayıs Meydanı) kayıp çocuklarının akıbetini sorgulamak için bir araya geldiler. Sayıları hızla artan Mayıs Anneleri ve onlara destek veren insan hakları savunucuları hakkında davalar açıldı, işkencelere maruz kaldılar, hatta kendileri de kaçırılıp kaybolarak aynı kadere mahkûm oldular, ama yılmadılar. Arjantin'de düzenlenen 1978 Dünya Futbol Kupası ile seslerini dünya kamuoyuna da duyurmayı başardılar.
O tarihten bu yana 41 yıl boyunca her perşembe düzenli bir şekilde adalet arayışını sürdüren Mayıs Meydanı Anneleri, Türkiye'deki Cumartesi Anneleri gibi, faili meçhul ve kayıp kişiler için yürütülen çok sayıdaki adalet mücadelesine örnek teşkil etti.
Türkiye’de faili meçhul cinayetler ve Birleşmiş Milletler’in, insanlığa karşı işlenmiş suç olarak gördüğü zorla kaybedilme uygulamaları, 1995 yılında hala yoğun olarak sürmekteydi. İlk defa 27 Mayıs 1995'te, gözaltında kaybolan yakınlarının akıbetini sormak için 15-20 civarındaki katılımcıyla İstanbul Galatasaray Meydanı’nda toplanan Cumartesi Anneleri, bu eylemlerini 23 yıldır sürdürerek, zaman içerisinde büyüdü ve genişlediler.
O dönemin Başbakanı’nın, hükümetinin ve diğer yöneticilerinin bu cinayetlerin doğrudan sorumlusu olduğu da ortadaydı. Çünkü kurulduğu 1991 yılından beri, şahsen benim de birçok dostumun katledildiği faili meçhul cinayetler, neredeyse rekor düzeyde artmıştı. Dolayısıyla, zamanın hükümetinin bu eylemin gelişmesinden rahatsız olmasında bir anormallik görmüyorduk. Çünkü sorumlu olan ve hesap sorulması gereken en büyük sorumluluk bizzat kendisindeydi.
Türkiye’de veya demokratik olmayan, hukuk dışı uygulamaları gelenek haline getirmiş bütün diğer devletlerde, faili meçhul cinayet derken, herhangi bir psikopatın durduk yerde işlediği ve faili bulunamayan cinayetler akla gelmez ve bu tür cinayetler siyasi amaçlı cinayetlerdir. Bu ülkede faili meçhul dendiğinde de, istisnasız hemen herkesin devlet içi bazı odakların eylemleri akla gelir. Yani bu cinayetler gerçekte kimsenin failini bilmediği cinayetler değildir ve hepsinin de faili bellidir. Devlet içerisinde yapılanmış ve cinayet işleme tekeline sahip bu yapılara, kimi zaman kontrgerilla, kimi zaman özel harp, kimi zaman derin devlet ve son olarak da Ergenekon denildi.
Bazen olayın niteliği ve toplumda yarattığı infial nazara alınarak birkaç tetikçi ve suç ortağı yakalansa da, kesin olan bir şey var ki, o cinayet asla aydınlanmaz. Bu nedenle, bu tür cinayetlere faili meçhul denildiği gibi, aydınlanmamış cinayetler de denilir.
Sayısız eziyete ve baskıya rağmen, eylemlerine devam etmekte olan bu insanlar, çocuklarının, kardeşlerinin, babalarının veya yakınlarının hangi dönemde ve hangi güçler tarafından öldürüldüğünü biliyorlar. Bir kısmı, öncelikle kaybedilen evlatlarının hiç değilse mezarı olsun isterken, bir kısmı da öldürülen evlatlarının cinayetlerinin aydınlanmasını talep ediyor.
Cumartesi Anneleri, son olarak geniş bir katılımcı desteğiyle 25 Ağustos günü, 700'üncü kez aynı meydanda oturma eylemi için toplanacağını duyurdu. Diğer haftalardakinden biraz daha fazla bir sayıyla ve destekle toplanmak, dertlerini anlatmak, ölmüşlerini anmak istiyorlardı. Ne var ki, İçişleri Bakanı tarafından eyleme konulan yasak sonucu, adeta bir savaş düzeni alan polis, hiçbir savunma ve karşı koyma gücü olmayan insanlara karşı, biber gazı ve copla müdahale etti.
Bir insan polis tarafından evinden alınan ve yıllardır bir daha da evine dönmeyen evladının akıbetini sorma hakkına, kaybettiği bir yakınının yasını tutma hakkına sahip olamaz mı? Bir insan yıllardır her türlü baskıya ve zorluğa rağmen, her hafta sonu aynı meydanda oturup kaybettiği veya cinayete kurban gittiğini bittiğini bildiği evladının, buna niçin maruz kaldığını kınama ve protesto eyleminde bulunma hakkına sahip olamaz mı, ne isteniyordu bu insanlardan?
Acaba Sayın Dâhiliye Vekili, kimsenin bilmediği ve vatanı tehlikeye sokacak çok ciddi bir istihbarat mı almıştı? Bu bilinmeyen istihbarata binaen mi, bu masum eylemi tehdit olarak algılayıp yasakladı ve polislerine saldırı emri verdi? Bir grup insanın hiç kimseye ve çevreye bir zarar vermeden, yıllardır sürdürdüğü ve haftada bir gün yarım saatliğine şehrin küçük bir meydanında toplanıp ölmüşlerini anması, acaba nasıl bir vatani tehlike veya ülke bütünlüğüne yönelik bir tehdit olabilirdi ki?
Sakın medya, akademi ve siyaset dünyasındaki birçok insan gibi bu hadiseden ötürü, Türkiye’nin uluslararası camiada zor duruma düşme ihtimalini veya dışarıdaki imajını bozacak bir hadise olduğunu düşündüğüm sanılmasın. Türkiye’nin dışarıdaki imajı veya itibarı beni şimdiye kadar hiç ilgilendirmedi ve hiç de umurumda olmadı. Nasıl yönetiliyor ve neyi hak ediyorsa o kadar itibar görür ve bunlar benim hiçbir zaman ne ilgilendiğim, ne de dert edindiğim konular olmadı.
Benim asıl derdim; yıllardır yaşanmış bunca siyasi deneylere, darbelere, karşı darbelere, kayıplara ve ödenmiş ağır bedellere rağmen, hala insanların bir değerinin olmaması. Devletin daha fazla hukuka bağlı ve demokratikleşmesi beklenirken, gittikçe artan, insanlık ve hukuk dışı bir vahşete başvurmakta bir beis görmüyor olması.
İnsanların masum protesto eylemlerinin korumak ve için görev yapması gereken polisin, tam tersine, o çaresiz ve savunmasız insanların üzerine kimyasal gazla, copla, tekmeyle, tokatla girişerek, gözüne kestirdiklerini gözaltına alması, tam da savaşılan düşmana dönük bir tavır gibiydi. O acılı insanlara yaşatılanlar hem yürek sızlatıcı, hem de insanı insan olmaktan utandıran kahredici bir tabloydu.
En vahimi de, Cumartesi Anneleri’nin eylemlerinin hiç sona ermeyeceğini ve adalet arayışının hep süreceğini sanki hiç bitmeyeceğini düşünmek. Yani bu ülkenin geleceğine dair hiçbir umut ve ışık görememek.
*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir..
Yazarlar
-
Hakan AKSAYZindanın kapıları açıldı ve muhalif lider serbest bırakıldı 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA“Masada Milyonlar Var” 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUBu çağda harita böyle değişiyor 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluSiyasi belirsizlik rüzgarıyla, ‘erken’ seçime doğru… 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERÖzgür Özel CHP’de neyi değiştirdi? 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasTrump niçin İran’ı vurdu? 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazKılıçdaroğlu, Erdoğan’a hizmet etmeye hazır 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Sahur Pilavı… 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
9.02.2019
26.12.2018
18.12.2018
15.12.2018
29.11.2018
20.11.2018
14.11.2018
6.01.2018
30.10.2018
23.10.2018