Ümit KIVANÇ
Verili taraflara tâbî olmayıp üçüncü yolu aramak, eğer değişim yaratma gücün, perspektifin yoksa, kolayca "yeni bir ufka değil, konformizme" götürebiliyor insanı. "Bunu yapma!" dediğin insan dönüp sana "ne yapayım?" diye sorarsa ona verebileceğin bir cevap olmalı.
En etkileyici kullanımı: “belli bi duruşu var”. En yaygınlarından biri: “demokrat aydın duruşu”. Spiker hitabı: “tabiî sizin bu konuda bir duruşunuz olduğu için...” Filan...
1970'lerde, meşhur 68 Kuşağı'nın yarattığı altkültürü sağlamlaştırdığımız, zenginleştirdiğimiz dönemde, herhalde en sık kullanılan kavram, “tavır”dı. Her konuda “doğru devrimci tavır” aranır, tarif edilir, tartışılır, kapışılırdı. Çoğu zaman ifrata kaçardık. Siyasetin konusu olamayacak mevzularda bile “doğru devrimci tavır” arardık.
İfrat bir yana, böyle bir kavramın hayatımıza yön verir hale gelişinin altında şüphesiz her an her konuda “devrim için” çalışma gereğine inanmamız yatıyordu.
(Bunlar bugünün insanlarına komik dahi görünebilir; ancak sizi temin ederim ki, doğru devrimci tavrı bulmakla uğraştığımız günlerde hayatımız, bugün kavranması pek mümkün olmayacak tarzda, daha anlamlıydı. Neyse...)
Doğru'sunu, devrimci'sini şimdilik kenara koyalım, “tavır” arıyorduk yani. Nasıl davranırsak doğru ve devrimci bir iş yapmış olacaktık? Mesele davranmaktı; tavır almaktı. Her an başka bir mevzuda tavırlar almamız gerekiyordu. Her seferinde doğrusunu tesbit edebilmek, üstüne bir de değişik tavırlar arasında tutarlılık bulunmasını sağlayabilmek kolay değildi. Bu yüzden, “eylem kılavuzu” niteliğinde teorilere ihtiyacımız vardı. Teori, şuna şunu buna bunu demekten ibaret değildi.
“Duruş” kavramıyla ilk ne zaman karşılaştım, hatırlamıyorum. Elbette 1980 sonrasının bir türedisiydi; ama acaba tam ne zaman..?
İnanın, bu kelimeyi daha ilk duyduğumda kötü şeyler hissettim. Bu bir yenilgiye işaret ediyordu, belli; birşeyler kaybetmiş olmalıydık.
Nitekim bu sakil kavram müthiş pişkinlikle “tavır”ın yerine kurulduğunda, hepimizi her türlü tutarlılıktan azade kılan post-modern çağa girmiştik. Teoriler, felsefî bütünlükler gitmiş, yerine kimlikler gelmişti. Kimlik gibi bir tıkızlığa eşlik etmek için, “tavır” şüphesiz uygunsuz, “duruş” pek münasipti. Kimliklerimize bürünüp, duruşlarımızı takınıp öylece durabilirdik artık, kendimize en yakıştırdığımız yerde. Bizi “oluşturacak” olan tavırlara, eylemlere bağımlılığımız bitmişti; eylemimizden bağımsız olarak “duruş”umuzla vardık. Âdetâ bir “konum”duk her birimiz. Yani: her neysek, ne yaparsak yapalım, ne yapmazsak yapmayalım, yine oyduk!?
Tanıl Bora, bence bir klasik sayılması gereken “Sol ve Sinizm” yazısında (Birikim, Sayı 198, Ekim 2005), düzeni reddedişin, muhalifliğin bir tür yakınmacı, kendini sıyırmacı “sinizm”e dönüşmesini birçok boyutuyla ele almış, bu arada “duruş” kavramının bu gelişmeye eşlik edişine değinmişti.
“Kimlik”, demişti, “steril bir kap” gibidir; sinik muhalif, bunu korumak için “kasılır ve ahlâkçılığa savrulur. Dekadanlığa yatkın bir karamsarlık üretir”.
“Sol -veya sola açık- entelijensiyada,” diye yazmıştı sevgili arkadaşım, “toplumsal eleştiriyi ve analizi sanki aslen mesafe koymak, dışında durmak, kendini ayırmak ve kendini arıtmak için kullanmak, yaygın edâ olarak gösteriyor kendini. Eleştiriyi, analizi ‘üçüncü şahıslara’ iletme, bunun ilişkisini kurma, dilini bulma arayışları mahdut. Böyle bir çabayla ilgili şevk pek düşük, daha önemlisi, olabilirlik duygusu sanki yitik. Mağlup bir dildir bu. Biteviye teşhir ederken, hayret hassasını yitirmiştir. (...) Apolitikliğin zıddına, tutarlı bir tavrı, bir angajmanı ifade etmek üzere ‘bir duruşa sahip olmak’tan söz ediliyor ya... Kasıt o olmasa bile, pîrüpak durmayı yücelten bir çağrışım da yok mu bunda?”
Bütün bu ağır mevzuları bir gazetenin gündelik köşesine tıkıştırmaya çalışmak niye?
Çünkü hepimizin hayatı baştan aşağı siyaset oldu. Ve eğer siyasetle uğraşacaksak, bu mevzular çok gerekli. Çünkü bu memleketin muhaliflerinin esas olarak dönüp kendine bakması lazım. Çünkü uzun zamandır muhalefet -hele sol muhalefet- adına yaptığımız şey, politika değil; kimlik göstermek, “duruş” bildirmek. Güncel mi güncel bir meseleden sözediyorum.
Uzun süredir, siyaset, “durduğun” yeri bildirme anlamına geliyor. Oysa siyaset bir yerinden birşeyleri değiştirme eylemidir. Daha büyük hedeflerin doğrultusunda küçük, mevzî değişimler – siyasetin içeriği, işlevi budur.
“Tavır”ın yerini “duruş”un alması, siyaset yapmadan siyaset yapıyor görünmeyi kolaylaştırıyor.
Hükümet ile HDP’nin ortak açıklama yaptığı gün, buna memleket solunun en az yarısından yaygın tepkiler yükseldi. “Bu AKP ile mi barış yapılacak!” Tepkinin özünü böyle özetleyebiliriz sanırım. Böyle diyenlerden birkaçına, “Peki, dönüp savaşa mı devam etsinler?” diye sordum. Üç aşağı beş yukarı aynı cevabı aldım; en simgesel olanı şöyleydi: “Kimseye savaş-savaşma diyemem, sadece şu yapılanın yanlışlığını söyleyebilirim.”
Verili taraflara tâbî olmayıp üçüncü yolu aramak, eğer değişim yaratma gücün, perspektifin yoksa, Tanıl'ın haklı olarak işaret ettiği gibi, kolayca “yeni bir ufka değil, konformizme” götürebiliyor insanı. “Bunu yapma!” dediğin insan dönüp sana “ne yapayım?” diye sorarsa ona verebileceğin bir cevap olmalı.
Şimdi uzun uzadıya konu edemeyiz, ama “tavır”ın yerini “duruş”un aldığı sürecin daha derinde kökleri var: Eğitimli orta sınıfların statüce düşmesine, güvencesizleşmesine yolaçan yeni ekonomik mekanizmalar; dünya çapında “sosyalizmin yenilgisi” olarak algılanan süreç; bu algıdan istifade, hortlayan vahşi kapitalizmin güdümünde, her şeyi önüne katıp sürükleyerek ilerleyen globalleşme...
Bu gelişmeler, yarattıkları yenilgi haleti ruhiyesiyle, olan bitene kınayarak uzaktan bakmayı, değiştirmeye çalışmaktansa yalnız itiraz ve direnmeyi teşvik ediyor, muhalifleri, itirazı olanları aslında apolitikleştiriyor. “Ben buyum, şu nedenle şuna karşıyım!” diye haykırmak, kendi başına, siyaset yapmak değildir; niye karşı olduğunu, yerine ne istediğini, onun nasıl yapılacağını özellikle senin gibi olmayanlara anlatmak ve başkalarını bu sürece katmak üzere harekete geçtiğinde, bu siyaset olur. “Duruş” değil “tavır” olur.
Yıkıcı globalleşmeye tepkinin kolaylıkla ulus-devletçiliğe, milliyetçiliğe dönüşebilmesi, başka türlü ulaşamadığı kitle desteğini buradan devşirebileceğini uman bir kısım solun marjinallikten kurtulayım derken saptığı yolda solculuktan da uzaklaşması, şüphesiz ayrı bir konu.
Öyle veya böyle, bir tür kimlik politikası haline gelmiş solculuk, değiştirici bir rol oynayamıyor. Zira değiştirmek için, elini kirletmek, senden farklı olanların yanına gitmek, onlara uzanmak, seslenmek şart. Gücünün neye ne kadar yettiğini bilip buna göre neyi nasıl değiştirebileceğini aramak şart. İlk adımda şunu şunu yapınca ikinci adımın garantilenmediğini, onun için ayrıca uğraşmak gerekeceğini bilmek şart.
“Doğru tavır” peşindeki bir sol, yanlışı da göze alıp bunlara girişirdi; oysa “duruş” sahibi olmak için, hep zedelenmeden kaldığını varsaydığın bir kimliği elinde tutup sallamak yetiyor.
Halbuki her “duruş”ta o biraz daha zedeleniyor.
Yazarlar
-
Taha AkyolYenilikçi bir İslam düşünürü Gannuşi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBölgede Trump operasyonu sürüyor 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Önerisiz veya bizzat öneriyle eleştiri” 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları


















































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
31.01.2025
30.12.2024
24.12.2024
15.12.2024
1.12.2024
15.11.2024
21.10.2024
7.10.2024
22.09.2024
5.07.2024