Cihan AKTAŞ

Hakikatli cümleler
12.07.2012
2711

 Bazen sadece bir şarkı ve bir cümle ile ayağınıza geliyor kafanızda dönüp duran cümlelerin özü. Sting ‘Bin Sene ve Bin Sene Daha’ (A Thousand Years) isimli şarkısında hakikatle yüzleşmek için göz önüne alınması gereken yılları ve savaşları konu alıyor. Merdivenlerle ulaşılması gereken kuleler, bir milyon gözyaşı, bir milyon nefes...

“Bir tek fikir, bir tek dokunuş zarif” ise, işte orada... Sözünü ettiğim, Kürt sorununu ortak ve farklı katmanlarda yaşamış farklı kuşaktan iki kadının, Emine Uçak Erdoğan ve Leyla Zana’nın eser ve çabalarında somutlaşan bir iyilik umudu. Emine Erdoğan Uçak ilk öykü kitabı olan “Keje”de, dili yasaklanırken kültürü de budanmalara maruz bırakılmak istenmiş bir halkın gündelik hayatının tarifi hiç kolay olmayan sebeplerle nasıl altüst olduğunu sade, akıcı, yüreğe dokunan bir üslupla anlatıyor. Kitapta yer alan birbiriyle bağlantılı 7 öykünün kahramanı çocuklar sinsi bir süratle baskısını artıran şiddetin ortasında “hiç de neşeli” olamıyorken, bir alışkanlıkla oyunlarını sürdürmeye devam ediyorlar.

Başta ilk öykünün anlatıcısı Naze olmak üzere, bütün çocuk kahramanlar, yeni emeklemeye başlayan Keje bile, dünyası elinden çekip alınırken bir sakatlanma yaşasa da erkenden olgunlaşmaya zorunlu. Oysa başlangıçta dünya vaatlerle dolu, ağaçlar konuşuyor, yıldızlı gecelerde kayan yıldızı ilk kim görecek iddiası sürerken, dam üstü sefaları gökyüzünün derinliğini kucağına çekebilir. Öylesine bulunmuş topuklu ayakkabı tekiyle oyunlar kuruyor Naze ve arkadaşı, Kur’an kursuna gidip gelirken ve gece olduğunda da yıldızların altında; aralarında eşsiz biricik tahta pabuç. Çocuk kahramanların dilinde leitmotif olarak öne çıkan cümle şu: “Eskisi gibi değil hayatımız”. Gündüzleri bile kapılar kilitlenir olmuşken, kim “içeride” kim “dışarıda”; nasıl karar verilebilir... Yetişkin erkeklerin götürülmesini kanıksamış, yaklaşan karartıları hesaba katmayı hiçbir zaman tam zamanında başaramayan köyün yeni düzeni, erkek çocuklarının bedenlerini daha da ufalmaya zorluyor. Askerlerin ısrarıyla silahlanan köylüler gece baskınlarında “yiyecek alıp giden dışarıdakiler” tarafından “kökünüzü kurutacağız” tehditini duymaya alıştılar. Gündüzleri ise askerler köye indi ve “Akşam yine evinizi açmışsınız, yemek vermişsiniz” diye bağırarak erkekleri sıra dayağından geçirdi. Mezrayı ateşe veren grup tuttu bir de halaya durdu o ateşin yanında. Bacağına saplanan kurşunla donakalmış gibi gezinen Hayrettin’e gazeteler hiç sarfetmediği sözleri söyletti.

Kolayca unutulmayan yangın gecesi, “Arafın Başlangıcı”ydı. Akıcı bir üslup ve çarpıcı tasvirlerle hayatları değiştiren “o gece” bir o açıdan anlatılıyor bir bu açıdan Keje’de. (Timaş, Aralık 2011)

Sting şarkısında dile geldiği gibi, önünüzde uzanan bir kanlı labirent, milyonlarca yalan arasında da bir tek doğru dile gelmeye çalışıyor; hangisi...

Leyla Zana, kendi kendini doğuran insanlardan biri, sıradışı bir kadın olarak Kürtlerin maruz kaldığı haksızlık etrafında süren savaşa, dökülen kanlara ilişkin tecrübelerinin özünü dile getiriyor ve barıştan umudunu kesmediğini söylüyor. Zana klişelere itibar etmediği izlenimi veren bağımsız duruşuyla dikkatimi çeken bir mücadele kadını. Başbakan Erdoğan’ın Kürtlerin maruz kaldığı haksızlıkları çözümlemede oynadığı/oynayabileceği role ilişkin açıklamaları benim için sürpriz olmadı. Meclise resmi temsilin klişelerine karşı meşru/tabii temsili öne sürerek ayak basan ilk kadın siyasetçi Zana, (ikincisi de Merve Kavakçı.) Daha öncesinde ise, birey olarak doğduğu şartları zorladığı bir varlık mücadelesi var. Yazgısı bir bakıma 14 yaşındayken evlendiği Mehdi Zana’nın siyasi mücadelesine bağımlıyken, eşinin tutuklanmasının ardından kendini yetiştirmeyi sürdürerek yeni bir varoluşa açılıyor.

Kimi ondan söz ederken “provokatör” diyor, Ruşen Çakır ise “Türkiye’nin Gerry Adams’ı olma yolunda” diye bir kıyaslama yapıyor. Görüşlerinden hoşlanmayabilir, kimi açıklamalarını sahiden de provokatif bulabilirsiniz. Ancak şu bir gerçek; Leyla Zana hayatını kondurulduğu yerde basma kalıp ifadelerin güvencesiyle sürdürmeye izin vermeyen bir duyarlıkla yaşamayı tercih etmiş bir kadın.

(Sahi, “provokatif” kelimesine hak ettiğinden fazla anlam yüklemeyi seven bir toplum olduk. O provoke ediyor, bu provoke ediyor... Niye, hangi sebeplerle provokasyonlara gelmeyecek güçlü bir bünye edinemediğimizi sorgulamıyoruz acaba...)

Ölenlere, sağ kalanlara ve özellikle de çocuklara borçlu olduğumuz şey, çocuk oyunlarının neşesinin önündeki engelleri kaldırmak.

“Keje’”de, “Araf’ın Başlangıcı” başlığını taşıyan öykünün kahramanlarından, her daim öfkesini dışavurmasına, itiraz etmesine alışılmış yeni yetme Ali’nin, ailesine ait bağın alışılmış güzel düzenini karıştıran jandarmalar karşısında kapıldığı bir suskunluk var ki insanın içine dokunuyor. “Nasılsa artık ne bahçe kalacak ne üzüm!”

Sayısı belirsiz yaslı insan, milyonlarca gözyaşı, çıkışsız kuleler misali nefesleri daraltan siyasal taktikler, nereye kadar... Neşeli oyunları özlemle hatırlanan günlere ulaşmanın bir yolu olmalı. Leyla Zana ve Emine Uçak Erdoğan’ın cümlelerini okurken ve dinlerken, güzel mevsimlerin başlangıcına güvenebileceğimi duyuyorum.

[email protected] – twitter.com/chn_aktas

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar