Gökhan BACIK
Bu yazıya bir defans hattı kurarak başlamak istiyorum. Siyaset Bilimi alanında ekmek yemeye başladığım andan itibaren Kürt sorununa siyasi çözümü savundum. İlk Açılım sürecini de destekledim. Örneğin, 18 Ocak 2013 tarihinde Milliyet gazetesinde yayımlanan “Türkiye’nin Fetret Devri Bitecek mi?” adlı makalemde, açılım sürecinin ne kadar büyük bir tarihsel fırsat olduğunu anlatmaya çalıştım.
Aynı bakış açısıyla yeni açılım sürecini de temkinli bir şekilde olsa bile destekliyorum. Nitekim Medyascope’ta da bu konuda fikirlerimi ifade etmeye çalıştım.

Yeni açılım süreci birinci yılını doldurdu. Bardağın yarısı boş mu dolu mu henüz belirsiz. Bazı sembolik adımlar atıldı, ancak somut çözümler için sanırım biraz daha beklememiz gerekiyor. Bu aşamada, eğer süreç başarıyla sonuçlanacaksa, yapılması gereken kamusal tartışmanın bir kısmının Kürt siyasilerinin eleştirisine yönelmesi gerekiyor. “Pek çok Türk milliyetçisi Kürtleri zaten eleştiriyor” denebilir; ancak ben burada onu kastetmiyorum. Benim kastettiğim şu: Kürt meselesinde siyasi çözümü savunanların, Kürt siyasetçileri – yahut daha geniş ifade edersek Kürt siyasetini – eleştirmesi.
Burada iki sorun söz konusu: Birincisi, Kürt siyasiler (hatta bazen aydınlar) eleştirilere karşı aşırı hassas tepkiler veriyorlar. İkincisi, “aman süreç zarar görmesin” düşüncesiyle Kürtlere yönelik pedagojik bir eleştirisizlik ya da düşük dozajlı eleştiri hâli mevcut.
Bu noktadan hareketle, geçen bir yılı hatırda tutarak Kürt siyasetine yönelik bazı eleştirilerimi ifade etmek istiyorum.
Pragmatik görüntü
Yeni açılım sürecinin en büyük talihsizliği, Kürtlerle yumuşama başlar başlamaz CHP’ye yönelik cendere siyasetinin başlamış olmasıdır. Bu durum, Kürt açılımını doğuştan tek kanatlı duruma getirdi. Devlet adeta CHP konusunu Kürtler için bir kırmızı hat haline getirdi. CHP meselesi, Kürt siyasetini kontrol etmek için fiilen bir araca dönüştü.
Kürt siyaseti, CHP konusunda bazı tepkiler vermekle birlikte etkili duruşu göstermemektedir. Elbette Kürt siyasiler bunu kabul etmeyeceklerdir. Ancak önemli olan kamuoyu algısıdır. Açıkçası, başta CHP tabanı olmak üzere geniş bir kesim, Kürtlerin CHP meselesinde pragmatik bir tutum sergilediğini, ‘yani devleti eleştiriyorlar ama çok ileri gitmiyorlar’ şeklinde bir yerde durduğunu düşünüyor. Burada vurguladığım nokta toplumsal algıdır; bu algı yanlış olabilir ama sonuçta toplumda yaygınlaşıyor.
Daha açık söylemek gerekirse: Kürt siyaseti, onlarca yıldır türlü baskılara karşı direnerek parlak bir imaj inşa etti. Kişisel kanaatim, son bir yıl içinde bu parlak imaj sarsılmıştır. Kürt siyasetinin CHP konusunda ‘hem tepki verelim hem devletle de bozuşmayalım yaklaşımı’ gerçekçidir; ancak bu mesele başarıyla kotarılamamıştır. Son bir yılın sonunda, Kürtlerin CHP’ye yapılanlar karşısında zülfüne dokunmadan yol almaya çalıştığı izlenimi oluşmuştur. Eğer bu yazıda yaptığım analiz doğruysa, pratikte Kürt siyasetinin imajı sıradanlaşacaktır. Yani her gruba yapıştırılan “işine gelince pragmatik oluyorlar” yaftası Kürt siyasetine de yapışacaktır.
Geçen bir yıl içinde Kürt siyaseti, süreci toplumun her kesiminin faydalanabileceği bir demokrasi mücadelesine dönüştürememiştir. Elbette bu kolay değildir. Bunu tek başına DEM Parti’nin yapamayacağı düşünülebilir ve böyle bir itiraz ciddiye alınmalıdır. MHP ile kurulan yakınlaşma değerlidir; ancak ‘DEM + MHP formülü’, en iyi ihtimalle toplumun yüzde yirmisini dahi temsil etmemektedir ve bu kadar sınırlı bir destekle bütün topluma hitap etmek mümkün değildir.
Kutsal liderlik ve Öcalan
Şüphesiz Öcalan, pek çok Kürt yurttaş için önemli bir lider. Türkiye’de Kürt olsun Türk olsun, seküler olsun dindar olsun, lidere bağlılık abartılıdır. Bu abartılı durum Kürtlere özgü biçimde Öcalan için bazen sınırları zorlayarak gösteriliyor.
İlk olarak, Kürt siyasi temsilcileri neredeyse Öcalan söz konusu olunca bireysel otonomilerini kendileri yok ediyor. Devletin de şöyle düşündüğünü anlıyoruz: “Önemli olan Öcalan, gerisi nasıl olsa kabul eder.”
İkinci nokta, Öcalan figürü zaman zaman neredeyse kutsanıyor. ‘Önderlik’ kavramı öyle abartılıyor ki, Öcalan geleceği gören olağanüstü hatta mistik bir kişiye dönüşüyor. Elbette Öcalan’ın önemli bir kişi olduğunu kabul etmek lazım. Bu başarının arkasında önemli fikirler ve analizler de vardır demek durumundayız. Ancak Öcalan’ın bazı fikirleri de son derece demode ve sıradan. Görünen o ki, Öcalan’ın fikirleri bazı Kürt çevreler için kutsal bir metin gibi görülüyor. Kürtlerin Öcalan’a sadakatini sorgulamak bana düşmez. Ancak hatırlatmak gerekir ki, Kürt entelektüel dinamizminin kapasitesi, Öcalan ile kurduğu eleştirel ilişki ile ölçülecektir.
Biraz şaka ile karışık söylersek: Türk, Kürt, seküler, dindar gruplara bakarsak şunu görüyoruz. Tanrı zaten en büyük liderleri, mehdileri, mücedditleri, başbuğları Anadolu’ya yollamış. Türk siyasetinin panteonunda yarı-tanrı haline gelmiş sayısız siyasi figür var. Buraya yeni bir yarı-tanrılaşmış lider sokmak marifet sayılmamalı. Türkiye’de eksik olan mehdi, müceddid, seçilmiş kişi değil; eksik olan Mandela’dır, Havel’dir.
Öcalan’ı sürecin sembolü yapmak
Siyasi çözüm sürecinde Öcalan’ın bir ölçüde normalleştirilmesi doğrudur. Ancak bunu yaparken gerçekçilikten kopmamak gerekiyor. Türkiye’de geniş bir kütle için Öcalan son derece olumsuz bir semboldür. Bu algının doğru mu yanlış mı olduğu tartışmasını yapmıyorum; bu tartışmanın ötesinde, algıları bilip ona göre hareket etmek gerekiyor.
Anketlerden anlaşılıyor ki Türkiye’de yeni sürece yönelik büyük bir destek görülmüyor. Bunun nedenlerinden biri, Öcalan’ın yeni süreçte aşırı olarak bir sembol gibi vurgulanması olabilir. Halbuki toplumsal algıyı yönetmek gerekiyor. Şunu unutmamak lazım: Devlet, neredeyse yarım yüzyıldır Öcalan’ı “terörist başı, bebek katili” olarak topluma sunmuştur. Bu yarım yüz yıllık propagandanın sosyal ve psikolojik etkisinin bir günde değişeceğini ummak yanıltıcı olur.
Elbette Kürt meselesinde Öcalan kavramını yeniden toplumsal olarak inşa etmek gerekir. Ancak bunun nasıl yapılacağı üzerine hem devletin hem Kürtlerin biraz kafa yormasında fayda olabilir.
Suriye’de riskler
Kürt sorunu öncelikle bir demokrasi ve haklar konusudur. Bu doğru. Ancak hadisenin Suriye boyutu sürece bir güvenlik boyutu ekliyor. Türkiye’nin Kürt sorununda Suriye’de olup bitenleri güvenlik açısından hesaba katmamasını beklemek hayalcilik olur. Alman Yeşiller Partisi’ni Ankara’da siyasetin dümenine geçirseniz bu değişmeyecektir.
Kürt meselesinin iç dinamiklerinin ötesinde, Suriye boyutu bağlamında Türkiye’nin – ve doğal olarak geniş bir yurttaş kesiminin – bazı sorularına henüz kesin cevap verilmemiştir. Nasıl Kürt sorununun bir demokrasi boyutu olduğunu inkar etmek yanlışsa, Suriye bağlamında konunun bir devlet için kaçınılmaz olarak ulusal güvenlik endişesi üreteceğini kabul etmemek de aynı biçimde hayalcilik olur.
Bu noktada, Kürt siyasetinin daha açık ve somut biçimde Suriye dinamiklerinin uzun vadede Türkiye’ye bir güvenlik riski doğurmayacağını anlatması gerekiyor. Yine algı konusuna dönersek, nitekim Türkiye’de kalabalık bir kesim bu konuda ikna olmamışa benziyor.
Yazarlar
-
Nevzat CİNGİRTYASAK… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYargıda HSK sorunu 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRMilyar dolarlık bataklık! 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciNe çocuğu… 9 doğuruyoruz ya! 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHeidegger’in Kulübesi’nin Heidegger’in Felsefesi ile ilgisi var mı? 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUGülümsemeyi unuttuk; siyasiler unutturdular… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNESüreci kim, neden istemiyor? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİAtatürk için mevlit okutulmasından niye rahatsızlar? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBu evlerde kaç çocuk yaşar? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZKokan tuzdan memlekete bir hayır gelmez 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞUR“Sosyal medya olsaydı Hayırlı Cumalar olmazdı” 10.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyasetteki durgun-durağan tablo ile anlamı 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuHukuk siyasetçinin kucağında uyuyor... 7.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇEREnflasyonla mücadelede Milei ve Şimşek 6.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
1.11.2025
26.10.2025
19.10.2025
14.10.2025
4.10.2025
14.09.2025
7.09.2025
1.09.2025
24.08.2025
17.08.2025