Gökhan BACIK

Gökhan BACIK
Gökhan BACIK
Tüm Yazıları
Gülen Cemaati bu noktaya nasıl geldi?
9.02.2018
1355

 Gülen Cemaati ile ilgili tartışmalar doğal olarak ''15 Temmuz’' bağlamında ele alınıyor. Bu merkezli tartışmalar önemli olmakla birlikte aynı zamanda küresel bir dini hareketin geldiği noktayı belirleyen dinamikleri ele almayı engellemekte.

Halbuki, Cemaatin neden olduğu yahut içinde olduğu türlü sorunları bir sonuç olarak görmek, dolayısıyla asıl olarak bu sonuçları üreten cemaat için süreçleri ve dinamikleri analiz etmek gerekiyor.

Öte yandan Gülen cemaatinin “çekirdek ekibi” tartışmaların 15 Temmuz hatta daha genel olarak AKP ile olan çatışma bağlamında gelişmesinden memnun görünüyor.

Açıkçası, tartışmanın bu bağlamda kalması, bu “çekirdek ekip” için güvenli bir alan sağlamakta.

Nitekim, Gülen Cemaatini aldığı kararlarla bugüne getiren “çekirdek ekip” çok büyük oranda 15 Temmuz sonrasında da etkinliğini devam ettiriyor. Çünkü, sorunun salt Cemaatin 15 Temmuz ile suçlanması yahut AKP’nin otoriter siyasetinin hedefi olması bağlamlarına indirgenmesi, bu ekibin başka pek çok alanda aldığı kararların sorgulanmasına engel olmakta.

Çekirdek ekip böylece “bir gün gelecek otoriter AKP rejimi son bulunca haklı olduğumuz ortaya çıkacak” mantığı ile 15 Temmuz sonrasında bile kolaylıkla cemaati yönetmeye devam edebilmekte.

Böylece AKP ile girilen kavganın ötesinde bu “çekirdek ekibin” yaptıklarını tartışmak imkanı bir türlü ortaya çıkmamakta.

Gülen cemaati sorununun AKP ile girilen kavganın dışında konuları da içerdiği konusu böylece gözden uzak tutulmuş oluyor.

Peki, bu noktaya nasıl gelindi?

İnceleyelim:

AKP iktidarı ile birlikte Gülen Cemaatinin çevresinde sosyalleşmiş bazı bürokratlar hükümet gücü ile yakın temasa geçme fırsatını ele geçirdiler. Bazı polis müdürlerinin yahut yüksek yargı mensuplarının siyasi iktidar ile neredeyse “komşuluk” düzeyinde yakın ilişkiye girmiş olması bu aktörlerin doğal olarak cemaat içinde de etkisini arttırdı.

İlk dönemde AKP iktidarını şüphe ile “bunlar kalıcı olamaz” şeklinde karşılayan Fethullah Gülen, zamanla AKP ile birlikte fiili olarak Kemalist bürokratik yapıyı tasfiye etmek için bir koalisyon oluşturdu.

Bu koalisyonun cemaat ayağını oluşturan “güvenlikçi bürokratlar” zamanla Gülen Cemaati'ni doksanların sonuna kadar bilindiği dinsel sivil bir yapıdan devletçi refleksler veren güvenlikçi-bürokratik bir yapıya dönüştürdüler.

“Güvenlikçi kanat” cemaat içindeki karar alma süreçlerini de hızla dönüştürdü.

Cemaatin “sivil kanadı” da – hareketin türlü alanlarda söylemini dönüştürecek biçimde – güvenlikçilere göre yeniden şekillendi.

Daha önemlisi güvenlikçi kanadın nihai konularda etkinliği diğer kesimlere göre kıyaslanamayacak kadar arttı.

2000'li yılların sonlarına gelindiğinde cemaatin sivil kanadı artık fiilen PR yapmak, finansal kaynak sağlamak gibi ikincil işlerle avunmak zorundaydı. Kamuoyunda büyük tartışmalara yol açan cemaat ile ilgili pek çok önemli gelişmeyi sivil kanat bu dönemde ancak medyadan öğrenebilmekteydi.

Cemaatin AKP ile girdiği 'devleti yeniden dizayn etme' süreci kaçınılmaz olarak iki büyük facia ile sonuçlandı:

İlk olarak, dinsel-sivil bir hareket, polis teşkilatı ile anılmak gibi eşine az rastlanır bir felakete sürüklendi. Ancak “güvenlikçi kanadın” etkisi durumu daha vahim hale getirdi. Nitekim, 17 Aralık sonrası süreçte “sivil kanadın” bütün eleştirilerine rağmen çok sayıda polis bağımsız aday olarak ortaya çıkınca Gülen Cemaati bunları açıkça destekledi.

İkinci olarak, Gülen Cemaati Türkiye’nin “yargısal mühendislikle” dönüşeceği naif inancını benimsemiş oldu. Bu naif inanç, Cemaati kısa zamanda Türkiye’nin bütün sinir uçlarına dokunan karmaşık süreçlerde merkezi aktör haline getirdi.

2000'li yılların ortasına gelindiğinde Gülen Cemaati, devlet ile olan güç paylaşımında neredeyse Lübnan Hizbullah’ını anımsatan bir hale gelmişti.

Bütün bu olup bitenleri elbette Gülen’in liderlik tarzını ele almadan anlamak imkanı yok. Gülen’in Türkiye okuması büyük ölçüde Soğuk Savaş döneminde oluşan bir yaklaşımdan ibaretti. Buna göre Türkiye’de belirleyici olan devletti ve toplumsal dinamikler ikincil yerdeydi.

Esasen bu okuma tutarlıydı ancak tek sorun toplumun Gülen Cemaatini devletle özdeşleştirmeyi red etmesiydi.

Türk toplumu kategorik olarak bir cemaat kavramına karşı değildi ancak bir cemaatin 'devlet işlerini kotarıyor' hale gelmesini onaylamadı.

Cemaatin AKP ile 'devletin yeni sahibi' olduğu dönemde Gülen de değişti. Doksanların sonuna kadar verdiği sivil mesajlarla gündem oluşturan Gülen, daha sonra “hocaefendilik müessesesi” şeklinde bir müdahale alanı oluşturmayı denedi. Ülkeyi ilgilendiren iyi kötü her gelişmeden sonra siyasilerle birlikte “Muhterem Fethullah Gülen’in” açıklamalarının da yayınlandığı bir düzen özlemiydi bu.

TRT’nin Atatürk’e ayırmadığı zamanı Cemaatin kontrolündeki televizyonlar ve radyolar Gülen için ayırdı. Neredeyse kesintisiz 24 saat Gülen’in konuşmalarının yayınlandığı birden fazla radyo hatta televizyon kanalı kuruldu.

Gülen siyasi görüşleri de olan bir zahit profilinden, “zahit bir siyasi” rolüne girdi ve dahası bu rolü sevdi.

Bu model Gülen'i hızla güvenlikçi-bürokratik ekip ile birlikte izole etti. O nedenle Gülen ve çevresi örneğin 30 Mart 2015 yerel seçimlerinde bu küçük grubun oluşturduğu “AKP yüzde 30’un altına düşecek” beklentisine samimi olarak inandılar.

Son konuşmalarına bakacak olursak belli ki Gülen hala dünyaya bu güvenlikçi-ilahiyatçı bakış açısı ile bakan küçük grubun penceresinden bakıyor.

Nitekim, dış dünyanın verilerini toplamanın, anket yapmanın ve üstünü üstlük bunları analiz etmenin zorluğundansa, Gülen ve yakın çevresi “kulağı kesik insanların” ipuçlarına, olmadı ilahiyatçıların sonu gelmez hadislere dayanarak yaptığı gelecek tahminlerine dayanmanın rahatlığını ve alışkanlığını devam ettiriyor.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar