Berin UYAR
(Bu yazıyı Doğan Abi ve eşi Nesrin Görsev için yazdım. Saygılarımla Nesrin Ablacığım.)
Sevgili Doğan Abicim,
Şimdi bana kızacaksınız biliyorum, hakkınızda birşeyler yazılmasından pek hoşlanmazsınız, biliyorum ama beni mecbur bıraktınız. Sabah bizi terkettiğiniz haberini alınca, etimden et koparılmış gibi bağırdım önce. Sonra acaip bir yorgunluk ve bezginlik çöktü üstüme. Hemen eski fotoğraflara sığındım. Nasıl da delik deşik fotoğraflarımız, bazılarında sadece suretler var, bedenler çoktan çekip gitmişler. Eksiliyoruz durmadan.
Doğan Abi, biliyor musunuz, ben sizin kulaklarınızı hergün çınlatırım. Yanımda birisi varsa yüksek sesle yoksa içsesimle… Bundan yıllarca önce, hani bana (ve hepimize) kucak kucak müzik kasetleri getirdiğiniz zamanlarda, bir gün size „Weber Bandotek“e uğradığımda bana „Berincim“ dediniz, „artık teknoloji gelişti, hem dinlemek hem de kayıt yapmak için kullanılan diskler var. Ben kayıtlarımı bunlara yapıyorum. Ses bambaşka, arşiv için de çok pratik. Sen de siftah yapasın istedim.“ Ve bana bir CD hediye ettiniz. „Benim bunu çalacak aletim yok“ dedim. „Olsun“ dediniz, „sen şimdiden CD almaya başla, birgün evinde bunları çalacak aletin de olacak.“ Öyle de oldu, ilk CD çalarımı satın aldığımda elliye yakın CD vardı elimin altında.
Şu anda, bana o gün hediye ettiğiniz diski dinliyorum: „Grieg ve Schumann“ın piyano konçertoları. Budapeşte Senfoni orkestrası tarafından seslendirilmiş. O gün bana bu disklerin CD çalara nasıl yerleştirileceğini, diskin nasıl tutulacağını, kayıtlı kısma kesinlikle elimi sürmemem gerektiğini de bir kutsal ayin yapar gibi dikkatli bir biçimde gösterdiniz. Ben o günden beri elime ne zaman bir disk alsam sizin kulaklarınızı çınlatırım. Çınlıyor mu kulaklarınız? Ah Doğan Abicim, hayatımın o kadar uzun bir döneminde yer aldınız ki, neredeyse sizinle büyüdüm… Size neyi nasıl yazacağımı bilemiyorum.
AYNI ÇATI ALTINDA OLMAK…
Cağaoloğlu’nda, çiçeği burnunda bir gazeteciyken tanıdım onu. Tasvire Han’da, Kadınlarıın Sesi Dergisi’nin bir üst katında, Konuk Yayınları’nın sahibiydi. Komşumuzdu yani. Biz, telefon etmek bahanesiyle çok çıkardık yukarıya. Yazarlar, çizerlerle dolu olurdu Konuk her zaman. Doğan Abi inanılmaz derecede nazik, ince bir beyefendiydi. Kağıt taşımaya gelen hamaldan, bir yazar abimize ve bize, hepimize aynı saygıyla davranırdı. Bazen ben onun karşısında ne söyleyeceğimi şaşırır, kendimi çok kaba hissederdim.
12 Eylül Cuntası hepimizi biçti geçti. Doğan Abi’yle bu kez Metris’te karşılaştım. Barış Derneği tutuklularını, o saygıdeğer güzel insanları, yaşlı genç demeden „hoşgeldin dayağı“ndan geçirerek buyur ettiler Metris’e. Reha İsvan’la koğuşun penceresinden yüreğimiz sızlayarak copların kemiklerde çıkardığı sesleri, işkencecilerin galiz küfürlerini dinledik. Ama diğer taraftan Metris, çılgın bir tek ses olmuş haykırıyordu: „Faşizme geçit yok!“ Gündoğan Görsev, Ahmet İsvan, Mahmut Dikerdem, Ali Taygun… ve diğer kurucular… Doğan Abi ile yine komşu olduk. O, erkekler koğuşunda biz kadınlar. Aramızda koca çelik kapılar, kalın soğuk betonlar var ama olsun, aynı çatı altında olmak bile ısıtırdı içimi.
Doğan Abi ile mahkemelerde görüştük sık sık. O, hem TKP hem de Barış Derneği davasından götürülüyordu mahkemelere. Annemle Nesrin Abla Metris kapısında, bize görüşe geldiklerinde ahbap olmuşlardı. Belki komik ama, ben Nesrin Abla ile evli olduklarını nedense hiç anlamamışım yıllarca. Nesrin Abla, Kadınların Sesi Dergisi’nin o minicik bürosuna gelir sabahtan akşama kadar yardım ederdi bize. Doğan Abi de ona „Nesrin Abla“ diye seslendiği için olsa gerek…
Doğan Abi çok anlamlı bir “barış savunması” yaptı mahkemede. Siyasi bir savunmaydı ve barışın neden vazgeçilmez olduğunu anlatıyordu. Okuduğumda şaşırdım. Bir tek yazım hatası bir tek anlam bozukluğu yoktu. “Bu savunmalar tarihe kalacak, tek hata olmamalı” diyerek çok titiz bir çalışma yapmıştı.
Sonra Doğan Abi ile siyasi göçmenlik döneminde, 1984- 85 gibi kesişti yollarımız tekrar. Bu kez buluşma yarimiz Almanya’nın kalbi, proleteryanın en yoğun yaşadığı bölge Ruhr idi. O Gelsenkirchen’de, biz Essen’de. O yıllarda Türkiye Postası çıkıyor, Ertan’la orada çalışıyoruz. Doğan Abi de arı gibi. Bir yandan gazeteye katkı yapmaya çalışyor ama bir yandan da çok değerli başka bir çalışmanın içinde. Dünya Barış Konseyi tarafından ilan edilen “Dünyada Kültürel Gelişme Onyılı (1988-1997)”na yönelik bir çalışma bu. Almanya’da ve yurtdışında yaşayan Türkiye kökenli göçmenlerin kültürel yaşama çekilmesi ve barış kültürünün tanıtılması amaçlanan bir çalışma. Beni de davet ettiler bu çalışmaya. Sanırım iki yıla yakın sürdü bu birliktelik. Bazen sabahlara kadar, bazen geniş katılımlı, bazen kitapların arasında ama herzaman arkada Doğan Abi’nin seçtiği bir klasik müzik eşliğinde… Heyacanla, şevkle… “Hedef kitleniz cahildir bu işlerden anlamazlar” gibi söylemlere, yaptığımız işi küçültmeye ve “lüks” görmeye çalışan yaklaşımlara, imalı alaylara inat… Yaz çiz boz… Hayatımda bu kadar yoğun yaşadığım ve çok şey öğrendiğim dönem az olmuştur. Hergün yeni bir bilgi bombardımanına maruz kalıyordum. Felsefe, mantık, edebiyat, doğa, tarih, humanizma, aydınlanma…
1994-95 yarıyılında benim kurucularından olduğum ve hala çalıştığım Essen Üniversitesi’nin Türkistik bölümünde, kadromuz tamamlanmadan önce bize büyük bir destek Verdi ve okutman olarak da çalıştı. Keyifli aylardı. O zaman Fransızcayla karşılaştırararak hazırladığı, “Türkçedeki bağlayıcılar” başlıklı bir çalışmasından hala yararlanırım ben. Oturmuş tek tek neredeyse tüm bağlayıcıları çıkartmış, birer de örnek vermiş. Emeği ne kadar değerli bir insandı.
„YAKALIM BİRER DOLMA!”
Ve müzik. Doğan Abi’nin Weber Bandotek adını verdiği arşivi ve sonsuz müzik bilgisi. Gelsenkirchen’de oturduğu sokağın adıydı Weber. Elindeki, daha sonra, eğitimde kullanılması koşuluyla Anadolu Üniversitesi’ne bağışladığı müzik arşivine bu ismi vermişti. “Berincim” demişti, “Weber adını taşıyan bir sokakta oturmak beni mutlu ediyor. Bak! Carl Maria von Weber bir müzisyen. Mozart’ın ardcısı. Müthiş bir opera ustası. Sonra bir de Max Weber var. Felsefenin ustası. Eh bir de bizim oturduğumuz sokağa borcum var. Üçü bir arada. Tadından yenmez. Hadi bakalım, yakalım bir dolma!”
Doğan Abi çok sigara içerdi. Hani dibine kadar denir ya öyle. Markasını unuttum ama galiba Drum’du. Ritüeli vardı bu konuda. Tütün alır, sabahtan onları sarma makinasıyla sarar, sigara tabakasına koyar, hepimize de ikram ederdi. Bunların adı “dolma”ydı. “Yakalım birer dolma Berincim!” Sesi kulaklarımda. Ben de içerdim o sıralarda hem de 2 pakete yakın. Sosyal yardımla yaşadığımız için sigara bir lükstü elbette. Doğan Abi bu yükü sarma sigarayla hafifletiyordu. Ertan da çok içerdi doğrusu. Karşılıklı tüttürüp dururlardı. Ertan’la da epey çalıştılar. Doğan Abi, bir kültür haritası hazırlamak istiyordu. Zaman dilimlerine göre, ilkçağdan başlamak üzere müzik, edebiyat, sanat ve kültür alanlarında, hangi ülkede, neler ve kimlerin olduğu, hangi akımların hangi politik- sosyal gelişmelere yol açtığını bir bakışta, birbirine paralel olarak görebileceğimiz bir kültürel gelişme haritası. Bunun için bilgisayar programları buldular, yazdılar çizdiler ama sonu gelemedi. Bu arada Ertan hastalandı, ameliyat oldu… Ara verdiler, bir daha da başlayamadılar bıraktıkları yerden. Ama çok yoğun bir emek verdiklerini anımsıyorum.
YENİDEN KAVUŞULAN…
Ertan bir caz müziğini bir de Orhan Gencebay’I çok sever ve dinlerdi. Doğan Abi ile tartışılmıyor bile aralarında) Sonra bir gün… Kerem Görsev üzerine konuşuyorlardı. Kerem o sıralarda müthiş parlamış ve Türkiye’de cazın en önemli isimlerinden biri olmuş. Albümleri çıkıyor, televizyon programları yapıyor (ayrıca laf aramızda çok da yakışıklı)… Doğan Abi bir taraftan oğlunun başarısına seviniyor ama, diğer yandan bir sıkıntısı da var. O gün dayanamadı ve Ertan’a, tam da karşılıklı konyaklarını yudumlarken, biraz üzüntülü bir sesle, ondan hiç beklemiyordum tonunda, “ Ertancım bizim oğlan da cazcı oldu işte” diyiverdi. Ertan cazcı ya, altında kalmadı, “Doğan Abicim, caz direnişin, başkaldırının, ezilenin sesidir. Senin oğlundan da başkaldırıdan başka ne bekleyebilirsin?” diye yanıtladı. Doğan Abi’nin yüz ifadesi fotoğraf gibi kalmış aklımda. Derin bir sessizlik oldu. Önce Ertan’a bakarak sonra gözlerini yere dikerek düşündü. Sonra, yüzünde yumuşacık ve şaşkın bir ifadeyle, başını hafif eğip “Yaa!” dedi sadece.
Sonra, bir kaç yıl sonra, Ali Gürcan’ın organize etmesi sonucunda Kerem Görsev, Gelsenkirchen’de muhteşem bir şatoda (ismini unuttum) muhteşem bir konser verdi. Biz hepimiz oradaydık. Almanların katılımı çok yoğundu. Orada Doğan Abi oğluna yönelik bir konuşma yaptı. Çok gurur duyduğu, onu çok ama çok sevdiği sesindeki titremeden, gözlerindeki ifadeden anlaşılabiliyordu. Geçmiş günlerde hayatındaki diğer öncelikler yüzünden oğlunu yeterince anlayacak zamanı bulamadığını, şimdi onu anlamaya başladığını ve oğluyla gurur duyduğunu söyledi. Bunu o kadar güzel dile getirmişti ve yumuşacık gözleriyle oğluna öyle bir bakmıştı ki, kendimi tutamayıp hüngür hüngür ağladığımı çok iyi hatırlıyorum. Herkes çok duygulanmıştı. Nesrin Abla da heyecanlıydı. Bir ara kimselere göstermeden göz çukurunda biriken yaşı sildiğini farkettim. Kerem de o gün, babası için bestelediği eserini çaldı ilk olarak. „Yeniden kavuşulan babaya“ gibi bir başlıkla isimlendirmişti eserini. Kerem’in parmakları altında o gün o piyano, bir baba ile oğul yüreğinin kucaklaşmasını anlatan bir ışıklı yol olmuştu adeta. Bu, benim açımdan çok anlamlı ve sembolik bir buluşmaydı. Politik önceliklerimiz nedeniyle istemeden ihmal ettiğimiz sevdiklerimiz geçmişti konser boyunca gözlerimin önünden.
Ben, Weber Strasse’ye elimden geldiğince uğramaya çalışırdım. Duvarlarında resimler, koca bir müzik arşivi ve içindeki herşeyle o ev bana huzur verirdi. Ayrıca ne zaman gitsem Nesrin Abla bir yenilik çıkarırdı önüme. Bazen bir nefis yemek, bazen dilimlenmiş ananas, bazen enteresan bir tartışma konusu, bazen de ortak sorunumuz olan “kemik sağlığı” sohbetleri ve ama her zaman sıcacık bir sevgi. Bu arada Doğan Abi’nin harika sütlaş yaptığını da eklemeliyim. Nesrin Abla’nın Türkiye’de olduğu zamanlarda acaba sadece sütlaçla mı besleniyor diye düşünürdüm bazen. Tadı kıvamı tam yerinde. Zerrin, geçirdiği felç nedeniyle hastanede yatarken Doğan Abi, güç verir diye hergün kase kase taze sütlaç taşımıştı Zerrin’e. Atlıyor bisikletine, sepete doldurduğu sütlaçları getiriyordu hastaneye. Bizimki bir süre sonra sütlaca tamamen doymuş, ama bunu Doğan Abi’ye bir türlü söyleyememişti. Bizim zor günlerimizde hep yanımızda oldu Doğan Abi..
Fransa ve Fransız aydınlanmasının hayranıydı. Müthiş bir Fransızcası vardı. Bielefeld’den ortak dostumuz Nebahat Pohlreich’in mahut organizasyonlarından birinde, içlerinde Aydın Karahasan ve Serol Teber’in de bulunduğu (ne yazık ki onlar da artık aramızda değil) bir grupla Paris’e gittik. Akşama kadar gezdik, otele geldik, yemek yiyeceğiz. Doğan Abi yok. Sabah oldu, yine yok. Çok endişelendik. Polise haber verdik. Az sonra polis arabasıyla geldi Doğan Abi. Otelden sabah hep beraber çıktık ya, bizim tempomuzu ve fazla lay lay lom halimizi tutmamış olacak ki, bizden ayrılmış. Orası senin burası benim derken Paris’in taaa öbür ucuna gitmiş. O zamanlarda bugünki gibi cep telefonları falan yok. Kaybolmuş Doğan Abi.. Otelin ismini de almadan ve hangi semtte olduğuna da dikkat etmeden çıkmış yola. Sonuç: Doğan Abi’nin bu kaybolma hadisesini senelerce anlatıp anlatıp güldük. Polis, onun bir Fransız kadar mükemmel Fransızca konuşup, Fransız kültürüne onlardan daha derinlemesine hakim olup da kaldığı oteli bilmemesine çok şaşırmışlar.
Doğan Abi ile bir de „birer Schluck“ (bir yudum) atalım maceralarımız vardır. Fiyatı en uygun ama lezzeti yerinde olan Chantre içerdik birer kadeh genellikle. Sonra İspanyolların, üzerinde boğa silüeti olan Veteranosunu keşfettik. Paramız olduğunda da Yunanların birinci sınıf Mataxası... Ertan‘ın da en sevdiği içkiydi konyak ya da brandy. Tabii yemek dışında. „Sofranın kralı rakıdır“ derdi Ertan. Ah Doğan Abicim, ah Ertancım, yaşasaydınız da, „parlatsaydık birer Schluck“…
Doğan Abi ile ilgili okadar çok anım var ki, hangisini anlatacağımı bilemiyorum. İnsan birisini kaybedince daha yoğun düşünmeye başlıyor o kişi ile ilişkisini, yaşadıklarını. Sanki hayatımın tüm evrelerinde yer almış gibi Doğan Abim. Gençliğimin, orta yaşlılığımın, sürgün yaşamımın, iyi ve kötü günlerimin ayrılmaz bir parçası. Hafızamın bir bölümü de onunla gitti sonsuzluğa. Güzel uyu Doğan Abicim. Yıldızlar yorganın olsun… (Berin Uyar, 18 Kasım 2015)
(Fotoğrafları ben çektim: Weber Strasse'deki evden ve Köln'deki Käthe Kollwitz Müzesi'nden. Doğan Abi de kardeşim Zerrin de yok artık aramızda.
18 Kasım 2015, Essen

Yazarlar
-
Erol KATIRCIOĞLUÖcalan’ın mektubu üzerine bazı gözlemler 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRLaleli Çamaşırhanesi -3- Videoya çektiler: ‘Cırt’ sesi geldikçe bağırıyor! “Maşallah, Maşallah!..” 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERHarakiri Bütçesi 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALEş Şara’dan yeni bir Esad çıkarmak mı? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidarın ağzındaki bakla!... 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEABD, Suriye için neye karar verdi? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraKaçıncı CHP? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENKürt Sorunu 2.0’a Hazır mıyız? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın ötesi… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluBüyük sorunları çözememe serisi bu kez bitecek mi? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİKandil’in polemikçisi şampanya sosyalistlerine karşı 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanAmerika çökmekte olan bir uygarlık mı? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZÖzel’in bütçe konuşmasında sürece dair mesajları 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolAK Partili bir okurla sohbet 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuCeylanpınar cinayeti… 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKANBahis oynayan bakan kim?.. CASUS KİM?.. 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSeçime henüz vakit varken sandık hesabı 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENFeti Yıldız kime sesleniyor? 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHakim sınıfın iki zümresi 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilTürkiye neden sanayileşemiyor: Sermayenin, güvenin ve kurumların zayıflığı öyküsü 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciEn büyük tehlike NÜFUS yokluğu 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAJohn Holloway ; Abdullah Öcalan’ın Kuramı Devrim İhtimali Fikrini Yeniden Düşünülür Hale Getiriyor! 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTElveda Lenin ve Düzce Belediyesi… 10.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURSuriye bir kere daha çözümü bozabilir mi? 10.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasSokak çeteleri devlet kurumlarına karşı 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpHissedilemeyen büyümenin anatomisi 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞCHP programı halka ne vadediyor? Nasıl bir parlamenter sistem? 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalHay'at Tahrir el-Şam'ın Evrimi ve Suriye'nin Geleceği 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNStratejik illüzyon! 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEÇıkış yolu 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanMüslüman dünyada yeni bir fıkhi yaklaşımın önü açılabilir mi? 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞTahmin ediyordum, artık netleşiyor galiba (Transfermarkt, karapara) 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBağımlı finansallaşmanın anatomisi ve Türkiye’nin bitmeyen kırılganlığı 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞAYM BAŞKANI AĞLIYORSA… 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünMonroe Doktrini gibi bir Trump Doktrini… 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçTürk ve Kürt yalnızca seçmen değil aynı zamanda insan ve yurttaş 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKKürt açılımı hangi barışı getirecek? Üç barış teorisi 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTeostrateji yahut Din ve Dünya ilişkisinde kalibrasyon sorunu 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKİmralı için CHP’yi sıkıştırmaya gerek var mı? 5.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRPOLEMİK SENDROMDA 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYTürkiye İçin Irak Peşmergeleri Sorun Olmuyor da Rojava neden Sorun! 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselIMF’in siyaseten can sıkıcı tavsiyeleri 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrta Doğu, Trump Amerika’sına Uyum Sağlıyor 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKEve siyaset için dönüş öncesi bir mıntıka temizliği gerek 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye siyasetinin hastalığı: İmralı tartışmasında serinkanlılık ihtiyacı ve CHP'nin kararı 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYŞu meşhur “İznik Konsili” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSürecin “kritik eşikleri” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunDağıstan Cumhuriyeti ve Ayna Gamzatova 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMABD’de bir şeyler oluyor: Nick Fuentes 30.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi (7): Simit 27.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaAK Parti çekingen 26.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerÇÖZÜM, BARIŞ VE KARDEŞLİK GETİRECEK Mİ? 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİCHP modernizmi ve faşizmi... 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KURÇOCUK HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ 19.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları


























































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
25.03.2022
6.09.2020
10.01.2017
4.01.2016
2.01.2016
18.09.2016
7.02.2016
14.02.2016
15.01.2016
25.12.2015