Berin UYAR
(Bu yazıyı Doğan Abi ve eşi Nesrin Görsev için yazdım. Saygılarımla Nesrin Ablacığım.)
Sevgili Doğan Abicim,
Şimdi bana kızacaksınız biliyorum, hakkınızda birşeyler yazılmasından pek hoşlanmazsınız, biliyorum ama beni mecbur bıraktınız. Sabah bizi terkettiğiniz haberini alınca, etimden et koparılmış gibi bağırdım önce. Sonra acaip bir yorgunluk ve bezginlik çöktü üstüme. Hemen eski fotoğraflara sığındım. Nasıl da delik deşik fotoğraflarımız, bazılarında sadece suretler var, bedenler çoktan çekip gitmişler. Eksiliyoruz durmadan.
Doğan Abi, biliyor musunuz, ben sizin kulaklarınızı hergün çınlatırım. Yanımda birisi varsa yüksek sesle yoksa içsesimle… Bundan yıllarca önce, hani bana (ve hepimize) kucak kucak müzik kasetleri getirdiğiniz zamanlarda, bir gün size „Weber Bandotek“e uğradığımda bana „Berincim“ dediniz, „artık teknoloji gelişti, hem dinlemek hem de kayıt yapmak için kullanılan diskler var. Ben kayıtlarımı bunlara yapıyorum. Ses bambaşka, arşiv için de çok pratik. Sen de siftah yapasın istedim.“ Ve bana bir CD hediye ettiniz. „Benim bunu çalacak aletim yok“ dedim. „Olsun“ dediniz, „sen şimdiden CD almaya başla, birgün evinde bunları çalacak aletin de olacak.“ Öyle de oldu, ilk CD çalarımı satın aldığımda elliye yakın CD vardı elimin altında.
Şu anda, bana o gün hediye ettiğiniz diski dinliyorum: „Grieg ve Schumann“ın piyano konçertoları. Budapeşte Senfoni orkestrası tarafından seslendirilmiş. O gün bana bu disklerin CD çalara nasıl yerleştirileceğini, diskin nasıl tutulacağını, kayıtlı kısma kesinlikle elimi sürmemem gerektiğini de bir kutsal ayin yapar gibi dikkatli bir biçimde gösterdiniz. Ben o günden beri elime ne zaman bir disk alsam sizin kulaklarınızı çınlatırım. Çınlıyor mu kulaklarınız? Ah Doğan Abicim, hayatımın o kadar uzun bir döneminde yer aldınız ki, neredeyse sizinle büyüdüm… Size neyi nasıl yazacağımı bilemiyorum.
AYNI ÇATI ALTINDA OLMAK…
Cağaoloğlu’nda, çiçeği burnunda bir gazeteciyken tanıdım onu. Tasvire Han’da, Kadınlarıın Sesi Dergisi’nin bir üst katında, Konuk Yayınları’nın sahibiydi. Komşumuzdu yani. Biz, telefon etmek bahanesiyle çok çıkardık yukarıya. Yazarlar, çizerlerle dolu olurdu Konuk her zaman. Doğan Abi inanılmaz derecede nazik, ince bir beyefendiydi. Kağıt taşımaya gelen hamaldan, bir yazar abimize ve bize, hepimize aynı saygıyla davranırdı. Bazen ben onun karşısında ne söyleyeceğimi şaşırır, kendimi çok kaba hissederdim.
12 Eylül Cuntası hepimizi biçti geçti. Doğan Abi’yle bu kez Metris’te karşılaştım. Barış Derneği tutuklularını, o saygıdeğer güzel insanları, yaşlı genç demeden „hoşgeldin dayağı“ndan geçirerek buyur ettiler Metris’e. Reha İsvan’la koğuşun penceresinden yüreğimiz sızlayarak copların kemiklerde çıkardığı sesleri, işkencecilerin galiz küfürlerini dinledik. Ama diğer taraftan Metris, çılgın bir tek ses olmuş haykırıyordu: „Faşizme geçit yok!“ Gündoğan Görsev, Ahmet İsvan, Mahmut Dikerdem, Ali Taygun… ve diğer kurucular… Doğan Abi ile yine komşu olduk. O, erkekler koğuşunda biz kadınlar. Aramızda koca çelik kapılar, kalın soğuk betonlar var ama olsun, aynı çatı altında olmak bile ısıtırdı içimi.
Doğan Abi ile mahkemelerde görüştük sık sık. O, hem TKP hem de Barış Derneği davasından götürülüyordu mahkemelere. Annemle Nesrin Abla Metris kapısında, bize görüşe geldiklerinde ahbap olmuşlardı. Belki komik ama, ben Nesrin Abla ile evli olduklarını nedense hiç anlamamışım yıllarca. Nesrin Abla, Kadınların Sesi Dergisi’nin o minicik bürosuna gelir sabahtan akşama kadar yardım ederdi bize. Doğan Abi de ona „Nesrin Abla“ diye seslendiği için olsa gerek…
Doğan Abi çok anlamlı bir “barış savunması” yaptı mahkemede. Siyasi bir savunmaydı ve barışın neden vazgeçilmez olduğunu anlatıyordu. Okuduğumda şaşırdım. Bir tek yazım hatası bir tek anlam bozukluğu yoktu. “Bu savunmalar tarihe kalacak, tek hata olmamalı” diyerek çok titiz bir çalışma yapmıştı.
Sonra Doğan Abi ile siyasi göçmenlik döneminde, 1984- 85 gibi kesişti yollarımız tekrar. Bu kez buluşma yarimiz Almanya’nın kalbi, proleteryanın en yoğun yaşadığı bölge Ruhr idi. O Gelsenkirchen’de, biz Essen’de. O yıllarda Türkiye Postası çıkıyor, Ertan’la orada çalışıyoruz. Doğan Abi de arı gibi. Bir yandan gazeteye katkı yapmaya çalışyor ama bir yandan da çok değerli başka bir çalışmanın içinde. Dünya Barış Konseyi tarafından ilan edilen “Dünyada Kültürel Gelişme Onyılı (1988-1997)”na yönelik bir çalışma bu. Almanya’da ve yurtdışında yaşayan Türkiye kökenli göçmenlerin kültürel yaşama çekilmesi ve barış kültürünün tanıtılması amaçlanan bir çalışma. Beni de davet ettiler bu çalışmaya. Sanırım iki yıla yakın sürdü bu birliktelik. Bazen sabahlara kadar, bazen geniş katılımlı, bazen kitapların arasında ama herzaman arkada Doğan Abi’nin seçtiği bir klasik müzik eşliğinde… Heyacanla, şevkle… “Hedef kitleniz cahildir bu işlerden anlamazlar” gibi söylemlere, yaptığımız işi küçültmeye ve “lüks” görmeye çalışan yaklaşımlara, imalı alaylara inat… Yaz çiz boz… Hayatımda bu kadar yoğun yaşadığım ve çok şey öğrendiğim dönem az olmuştur. Hergün yeni bir bilgi bombardımanına maruz kalıyordum. Felsefe, mantık, edebiyat, doğa, tarih, humanizma, aydınlanma…
1994-95 yarıyılında benim kurucularından olduğum ve hala çalıştığım Essen Üniversitesi’nin Türkistik bölümünde, kadromuz tamamlanmadan önce bize büyük bir destek Verdi ve okutman olarak da çalıştı. Keyifli aylardı. O zaman Fransızcayla karşılaştırararak hazırladığı, “Türkçedeki bağlayıcılar” başlıklı bir çalışmasından hala yararlanırım ben. Oturmuş tek tek neredeyse tüm bağlayıcıları çıkartmış, birer de örnek vermiş. Emeği ne kadar değerli bir insandı.
„YAKALIM BİRER DOLMA!”
Ve müzik. Doğan Abi’nin Weber Bandotek adını verdiği arşivi ve sonsuz müzik bilgisi. Gelsenkirchen’de oturduğu sokağın adıydı Weber. Elindeki, daha sonra, eğitimde kullanılması koşuluyla Anadolu Üniversitesi’ne bağışladığı müzik arşivine bu ismi vermişti. “Berincim” demişti, “Weber adını taşıyan bir sokakta oturmak beni mutlu ediyor. Bak! Carl Maria von Weber bir müzisyen. Mozart’ın ardcısı. Müthiş bir opera ustası. Sonra bir de Max Weber var. Felsefenin ustası. Eh bir de bizim oturduğumuz sokağa borcum var. Üçü bir arada. Tadından yenmez. Hadi bakalım, yakalım bir dolma!”
Doğan Abi çok sigara içerdi. Hani dibine kadar denir ya öyle. Markasını unuttum ama galiba Drum’du. Ritüeli vardı bu konuda. Tütün alır, sabahtan onları sarma makinasıyla sarar, sigara tabakasına koyar, hepimize de ikram ederdi. Bunların adı “dolma”ydı. “Yakalım birer dolma Berincim!” Sesi kulaklarımda. Ben de içerdim o sıralarda hem de 2 pakete yakın. Sosyal yardımla yaşadığımız için sigara bir lükstü elbette. Doğan Abi bu yükü sarma sigarayla hafifletiyordu. Ertan da çok içerdi doğrusu. Karşılıklı tüttürüp dururlardı. Ertan’la da epey çalıştılar. Doğan Abi, bir kültür haritası hazırlamak istiyordu. Zaman dilimlerine göre, ilkçağdan başlamak üzere müzik, edebiyat, sanat ve kültür alanlarında, hangi ülkede, neler ve kimlerin olduğu, hangi akımların hangi politik- sosyal gelişmelere yol açtığını bir bakışta, birbirine paralel olarak görebileceğimiz bir kültürel gelişme haritası. Bunun için bilgisayar programları buldular, yazdılar çizdiler ama sonu gelemedi. Bu arada Ertan hastalandı, ameliyat oldu… Ara verdiler, bir daha da başlayamadılar bıraktıkları yerden. Ama çok yoğun bir emek verdiklerini anımsıyorum.
YENİDEN KAVUŞULAN…
Ertan bir caz müziğini bir de Orhan Gencebay’I çok sever ve dinlerdi. Doğan Abi ile tartışılmıyor bile aralarında) Sonra bir gün… Kerem Görsev üzerine konuşuyorlardı. Kerem o sıralarda müthiş parlamış ve Türkiye’de cazın en önemli isimlerinden biri olmuş. Albümleri çıkıyor, televizyon programları yapıyor (ayrıca laf aramızda çok da yakışıklı)… Doğan Abi bir taraftan oğlunun başarısına seviniyor ama, diğer yandan bir sıkıntısı da var. O gün dayanamadı ve Ertan’a, tam da karşılıklı konyaklarını yudumlarken, biraz üzüntülü bir sesle, ondan hiç beklemiyordum tonunda, “ Ertancım bizim oğlan da cazcı oldu işte” diyiverdi. Ertan cazcı ya, altında kalmadı, “Doğan Abicim, caz direnişin, başkaldırının, ezilenin sesidir. Senin oğlundan da başkaldırıdan başka ne bekleyebilirsin?” diye yanıtladı. Doğan Abi’nin yüz ifadesi fotoğraf gibi kalmış aklımda. Derin bir sessizlik oldu. Önce Ertan’a bakarak sonra gözlerini yere dikerek düşündü. Sonra, yüzünde yumuşacık ve şaşkın bir ifadeyle, başını hafif eğip “Yaa!” dedi sadece.
Sonra, bir kaç yıl sonra, Ali Gürcan’ın organize etmesi sonucunda Kerem Görsev, Gelsenkirchen’de muhteşem bir şatoda (ismini unuttum) muhteşem bir konser verdi. Biz hepimiz oradaydık. Almanların katılımı çok yoğundu. Orada Doğan Abi oğluna yönelik bir konuşma yaptı. Çok gurur duyduğu, onu çok ama çok sevdiği sesindeki titremeden, gözlerindeki ifadeden anlaşılabiliyordu. Geçmiş günlerde hayatındaki diğer öncelikler yüzünden oğlunu yeterince anlayacak zamanı bulamadığını, şimdi onu anlamaya başladığını ve oğluyla gurur duyduğunu söyledi. Bunu o kadar güzel dile getirmişti ve yumuşacık gözleriyle oğluna öyle bir bakmıştı ki, kendimi tutamayıp hüngür hüngür ağladığımı çok iyi hatırlıyorum. Herkes çok duygulanmıştı. Nesrin Abla da heyecanlıydı. Bir ara kimselere göstermeden göz çukurunda biriken yaşı sildiğini farkettim. Kerem de o gün, babası için bestelediği eserini çaldı ilk olarak. „Yeniden kavuşulan babaya“ gibi bir başlıkla isimlendirmişti eserini. Kerem’in parmakları altında o gün o piyano, bir baba ile oğul yüreğinin kucaklaşmasını anlatan bir ışıklı yol olmuştu adeta. Bu, benim açımdan çok anlamlı ve sembolik bir buluşmaydı. Politik önceliklerimiz nedeniyle istemeden ihmal ettiğimiz sevdiklerimiz geçmişti konser boyunca gözlerimin önünden.
Ben, Weber Strasse’ye elimden geldiğince uğramaya çalışırdım. Duvarlarında resimler, koca bir müzik arşivi ve içindeki herşeyle o ev bana huzur verirdi. Ayrıca ne zaman gitsem Nesrin Abla bir yenilik çıkarırdı önüme. Bazen bir nefis yemek, bazen dilimlenmiş ananas, bazen enteresan bir tartışma konusu, bazen de ortak sorunumuz olan “kemik sağlığı” sohbetleri ve ama her zaman sıcacık bir sevgi. Bu arada Doğan Abi’nin harika sütlaş yaptığını da eklemeliyim. Nesrin Abla’nın Türkiye’de olduğu zamanlarda acaba sadece sütlaçla mı besleniyor diye düşünürdüm bazen. Tadı kıvamı tam yerinde. Zerrin, geçirdiği felç nedeniyle hastanede yatarken Doğan Abi, güç verir diye hergün kase kase taze sütlaç taşımıştı Zerrin’e. Atlıyor bisikletine, sepete doldurduğu sütlaçları getiriyordu hastaneye. Bizimki bir süre sonra sütlaca tamamen doymuş, ama bunu Doğan Abi’ye bir türlü söyleyememişti. Bizim zor günlerimizde hep yanımızda oldu Doğan Abi..
Fransa ve Fransız aydınlanmasının hayranıydı. Müthiş bir Fransızcası vardı. Bielefeld’den ortak dostumuz Nebahat Pohlreich’in mahut organizasyonlarından birinde, içlerinde Aydın Karahasan ve Serol Teber’in de bulunduğu (ne yazık ki onlar da artık aramızda değil) bir grupla Paris’e gittik. Akşama kadar gezdik, otele geldik, yemek yiyeceğiz. Doğan Abi yok. Sabah oldu, yine yok. Çok endişelendik. Polise haber verdik. Az sonra polis arabasıyla geldi Doğan Abi. Otelden sabah hep beraber çıktık ya, bizim tempomuzu ve fazla lay lay lom halimizi tutmamış olacak ki, bizden ayrılmış. Orası senin burası benim derken Paris’in taaa öbür ucuna gitmiş. O zamanlarda bugünki gibi cep telefonları falan yok. Kaybolmuş Doğan Abi.. Otelin ismini de almadan ve hangi semtte olduğuna da dikkat etmeden çıkmış yola. Sonuç: Doğan Abi’nin bu kaybolma hadisesini senelerce anlatıp anlatıp güldük. Polis, onun bir Fransız kadar mükemmel Fransızca konuşup, Fransız kültürüne onlardan daha derinlemesine hakim olup da kaldığı oteli bilmemesine çok şaşırmışlar.
Doğan Abi ile bir de „birer Schluck“ (bir yudum) atalım maceralarımız vardır. Fiyatı en uygun ama lezzeti yerinde olan Chantre içerdik birer kadeh genellikle. Sonra İspanyolların, üzerinde boğa silüeti olan Veteranosunu keşfettik. Paramız olduğunda da Yunanların birinci sınıf Mataxası... Ertan‘ın da en sevdiği içkiydi konyak ya da brandy. Tabii yemek dışında. „Sofranın kralı rakıdır“ derdi Ertan. Ah Doğan Abicim, ah Ertancım, yaşasaydınız da, „parlatsaydık birer Schluck“…
Doğan Abi ile ilgili okadar çok anım var ki, hangisini anlatacağımı bilemiyorum. İnsan birisini kaybedince daha yoğun düşünmeye başlıyor o kişi ile ilişkisini, yaşadıklarını. Sanki hayatımın tüm evrelerinde yer almış gibi Doğan Abim. Gençliğimin, orta yaşlılığımın, sürgün yaşamımın, iyi ve kötü günlerimin ayrılmaz bir parçası. Hafızamın bir bölümü de onunla gitti sonsuzluğa. Güzel uyu Doğan Abicim. Yıldızlar yorganın olsun… (Berin Uyar, 18 Kasım 2015)
(Fotoğrafları ben çektim: Weber Strasse'deki evden ve Köln'deki Käthe Kollwitz Müzesi'nden. Doğan Abi de kardeşim Zerrin de yok artık aramızda.
18 Kasım 2015, Essen
Yazarlar
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUÇevremiz çok bilinmeyenli bir denklem gibi, yoksa bilinebilir mi? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYargı niye böyle? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
25.03.2022
6.09.2020
10.01.2017
4.01.2016
2.01.2016
18.09.2016
7.02.2016
14.02.2016
15.01.2016
25.12.2015