Hakan AKSAY
Onu en son geçen pazar günü görmüştüm.
Bugünse doğum günü.
Ama o dört gün önce gitti.
Nasıl ve nereye gitti, tam olarak bilmiyorum.
Ancak önceki gün uzun bir sandıktan çıkardıkları beyazlar içinde bir bedeni, derin bir çukura bırakıp üzerine küreklerce toprak attıktan sonra oluşan tümseğe sapladıkları tahtanın üstünde onun adı yazıyordu: Ataman Tangör.
* * *
Mezarlıktan ağır adımlarla çıkan insanlar kendi aralarında sakin bir tonda mırıldanarak “Buraya kadarmış”, “Hayat işte, bir varmış bir yokmuş” gibi cümlelerle ölümün felsefesini yapıyorlardı.
Ölümün felsefesi dedim ama, öyle de değil galiba.
Sokrates felsefeyi (yani felsefenin bütününü) “ölüm için hazırlık”olarak tanımlıyordu.
Buradaki mırıldanmalar ise, insanların her ölümde kendi ölümlerine karşı duydukları merakı ve korkuyu hatırladıklarını düşündüren bir tür sakinleşme çabasıydı.

* * *
Belki de kendi bedeninin gömülmesinin ardından insanlardaki duyguyu en iyi yorumlayabilecek kişilerin başında Ataman Hoca geliyordu.
O, psikiyatri ve psikoterapide ülkenin önemli uzmanlarından biriydi.
Vücudu adım adım kanserin işgali altında zayıflasa da beyni, düşüncü gücü ve mizah duygusu bir milim taviz vermedi.
Önceki hafta sağlık durumunu sormak için kendisine telefon eden bir ortak arkadaşımızın “Sesiniz çok iyi geliyor, Ataman Bey”demesine “Elbette iyi gelecek, sesimde bir sorun yok ki zaten”diye gülerek cevap vermişti.
* * *
Şimdi o gür ses duyulmuyor artık.
Kendisini tanımayan birini ürkütebilecek keskin ve dikkatli bakışı görülmüyor.
Bedeni toprak altında çürümeye terk edildi.
Bu kadar mı?
Bir insanın öyküsü burada bitiyor mu?
Son nefesten sonrası yok mu gerçekten?
Varsa ne var?
* * *
Ben dindar birisi değilim ve ölümden sonrasına ilişkin anlatılanlara inanmam.
Ama inanmamayı mutlaklaştırarak bilginin ve bilgisizliğin önüne koymaktan vazgeçeli de çok oldu.
Ölüm sonrasına “var” ya da “yok” değil, “bilmiyorum” demeyi tercih ederim.
Doğrusu bazen de – şimdi olduğu gibi – ölümden sonra hiçbir şeyin olmayabileceğine isyan etmek gelir içimden.
Nasıl yani?
Ölüm denilen şey, insanı bu kadar hızlı tüketebilir ve unutulmaya mahkûm edebilir mi?
* * *

Türkiye’de sinema sanatının önde gelen örneklerinden biri olan Eşkıya filminde Baran (Şener Şen) ne diyordu, hatırlıyor musunuz?
“Korkma, sadece toprağa gideceksin... Sonra toprak olacaksın... Sonra sularla birlikte bir çiçeğin bedenine yürüyeceksin... Oradan özüne ulaşacaksın... Çiçeğin özüne bir arı konacak... Belki o arı ben olacağım...”
Cenneti ve cehennemi, hurileri ve kaynayan kazanları bilemem; ama ölümden sonra yeniden şu ya da bu canlı olarak hayata dönmek, çoğu kez yürek okşayan bir ihtimal gibi geliyor bana.
Ama hemen herkes gibi benim aklıma da en çok takılan şey, ölüm anının hemen sonrasında neler olduğu...
* * *
Dinleri ve felsefi yaklaşımları bir kenara koyalım, o kadar çok kitapta ve filmde bu soruya cevap arandı ki...
Başrolde Nicole Kidman’ın olduğu Diğerleri (The Others) filmindeki kadın hizmetçi şöyle diyordu:
“Hepimiz bir arada yaşamak zorundayız: canlılar ve ölüler...”
Ama Tanrı canlılarla ölülerin bir araya gelmelerine izin vermiyordu.
Anne Hathaway’in oynadığı Yolcular (Passengers), aşkın ölümden sonra da sürebileceği iddiasıyla öne çıkan Hayalet(Ghost) (Patrick Swayze ve Demi Moore) ve Stephen King’in romanından uyarlanan Hayvan Mezarlığı (Pat Sematary) filmlerinde de canlılarla ölüler arasındaki sınırlar zorlanıyordu.
Bu tür unutulmaz filmlerden biri de Bruce Willis’in başrol oyuncusu olduğu Altıncı His (The Sixth Sense) idi. Orada “ölüleri gören çocuk” Cole diyordu ki:
“Bazen insanlar bir şeyleri kaybettiğini düşünür. Gerçekte kaybolmamıştır, sadece yer değiştirmiştir.”
Öyleyse yer değiştiren, nereye gidiyor?..
* * *
Ataman Hoca deneyimli ve kaliteli bir sinema izleyicisiydi. Onunla konuşmak istediğim ve şimdi eksik kaldığını acıyla hissettiğim şeyler arasında filmler de var. Biraz da bunun etkisiyle yukarıda yazdığım filmleri dikkatle izledim bu günlerde.
Son sohbetlerimizden birinde “Hayatın tadı kaçtı” demişti. Kastettiği, memleketin haliydi. İyimserliği giderek azalıyordu.
Hava aydınlanmadan, sabahın erken bir saatinde çekip gitti Ataman Bey.
Bedeni toprağa verilmeden önce düzenlenen uzun dinî törenler sırasında hep aynı konu kafamda yankılandı:
Bildiğim kadarıyla inançlı biri değildi. Kendisiyle vedalaşılırken belki de insani ve mesleki özelliklerinin öne çıkmasını tercih ederdi.
Ama burası Türkiye’ydi. Dinî törensiz uğurlanmak da, kül olup suya serpilmek de yasaklar kapsamına girebilirdi.
Ataman Tangör’den geriye kalanlar arasında onun boynu bükük sosyal medya paylaşımları da var. Bunlardan birinde, 28 Şubat 2014’te şöyle bir çığlık atmış:
“Yalancının ve hırsızın mumu yatsıya kadar yanarmış. Daha yatsı olmadı mı?..”

* * *
Cevapsız kalan bir başka sorum da, hayatının adım adım sona doğru ilerlediğini hisseden bir insanın kendini ölüme nasıl hazırlayabileceği.
Ataman Bey “az kaldığını” saptarken bile sanırım “bu şartlarda nasıl yaşamalı ve üretmeli” sorusu üzerine kafa yoruyordu.
Tam da bu konuda dindarlardan iddialı tezler duyuyoruz.
“Önemli olanın bu dünya değil, ötekisi” olduğunu tekrarlamayı seviyorlar. “Her şeyin geçici olduğunu”, paranın, malın mülkün, zevkin kalıcı olmadığını vurgulamaya bayılıyorlar.
Ama bunların çok büyük bölümü “bu dünya”ya öylesine dört elle sarılıyor; para kazanmaya, servet edinmeye, iktidarını güçlendirmeye öylesine asılıyor ki...
Galiba “öteki taraf”a gerçek anlamda inanmıyorlar.
Yoksa “ölümlü dünya”da bu kadar hırslı olabilirler miydi?
Yazarlar
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Önerisiz veya bizzat öneriyle eleştiri” 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları


















































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
1.08.2025
17.07.2025
26.06.2025
22.06.2025
11.05.2025
10.05.2025
13.04.2025
29.03.2025
20.03.2025
6.03.2025