Hakan AKSAY
“Türkler merttir.”
Bu tür cümleleri defalarca duymuş ve etkilenmiştim.
Kozan İki Haziran İlkokulu’nda mertlik, yalnızca benim için değil, birçok arkadaşım açısından da ana kavramlarından biriydi.
Mesela, kavga mı çıktı? Mert dövüşecektin!..
Ne demek mert dövüşmek?
Teke tek mücadele etmek... Ya da üç kişiye karşı üç kişi, beşe karşı beş...
Bir çocuğun üzerine birden fazlası gidemezdi. Küçük sınıflardan bir çocuğa büyük sınıflardan kimse posta koyamazdı.
Biz eşit güçte olanların dövüşünden yanaydık ve bu durumda ne olursa olsun sonucu kabul ederdik.
Duvarın ya da ağacın arkasından aniden saldırmak, yalan söyleyip tuzak kurmak da olmazdı.
Kurallarımız belliydi. Başka türlüsüne biz "kalleşlik" derdik. Şimdi "orantısız güç" falan gibi fiyakalı laflar uydurmuşlar.
* * *
İstanbul'a geldiğimde bu kurala pek uyulmadığını gördüm.
Yıllar sonra bir gün aynı siyasi görüşleri paylaşan arkadaşlar hep birlikte İstanbul Üniversitesi'ne gidiyorduk. Aniden bir karışıklık oldu. Arkadaşların çoğu, birdenbire karşımıza çıkan birinin üzerine çullandı. Yumruklar, tekmeler... Ben ne olduğunu hemen anlayamasam da karşı çıkmaya çalıştım. Ve sert bir azar yedim:
- Bu ve bunun gibiler kaç arkadaşımızı kurşunladı, kaçını dövdü, sakat bıraktı; biliyor musun sen?..
Sustum. Ama bu sahne içime sinmedi. Ne olursa olsun, bu yapılan mertçe değildi.
Sonraki yıllarda başka "kalleşlikler" de gördüm. Bazen aynı parti veya dernek içinde farklı görüşler savunan ve yönetimi eleştirenlerin, çoğunlukça ve zehirli kelimelerle nasıl topluca "etkisiz" hale getirildiğine de rastladım. Benim de aynı duruma düştüğüm oldu.
Şu sonucu çıkardım: Güçler dengesinde zayıf duruma düşmek, azınlıkta kalmak, hayatın en temel sınavlarından biriydi.
İnsanların çoğu bu duruma düşmekten ölümüne korkuyordu. Onlar hep güçlünün ve çoğunluğun yanında yer almaya, en azından ona karşı çıkmamaya gayret ediyorlardı. En güçlü devletin müttefiki olmak, en güçlü liderin ve partinin taraftarı olmak, en güçlü futbol takımını tutmak, iş ve arkadaş ortamında en güçlü kişinin yanında durmak önemliydi, korunaklıydı, hiç emek harcamadan getirisi olabilecek "akıllıca" bir tutumdu.
Güçlüye ve çoğunluğa karşı çıkabilmek ise her şeyden önce sağlam bir karakter ve cesaret istiyordu.
* * *
"Türküm. Doğruyum. Çalışkanım. Yasam, küçüklerimi korumak..."
Küçükleri, güçsüzleri, azınlıkları korumak gerekiyordu. “Türk olmanın gereği” buydu...
Bu muydu?..
Galiba değildi.
Mertlik, Türk olmanın genetik bir sonucu değildi.
Evet, elbette tarihimiz "nice kahramanlıklar" ile doluydu... Doluydu da... Sayısız entrika, tuzak ve kalleşlikler de vardı aynı tarihin içinde...
Muhteşem Yüzyıl'la tarihimizi hatırladık; Kanuni Sultan Süleyman'ın Pargalı İbrahim'i ve oğlu Şehzade Mustafa'yı nasıl öldürttüğünü izledik.
Her ikisi de, ansızın içine düşürüldükleri tuzaklarla ve kalabalık saldırganlar eliyle katledildi. Kalleşçe...
Bizde böyle bu işler...
Düello birçok ülkede mertçe vuruşma biçimi olarak yaygınlaşmış.
Bizde kabul görmemiş...
Bizde adım başı pusu kurma, gafil avlama, sırtından bıçaklama...
Yasalar ve vicdan öyleymiş veya böyleymiş, bırak bunları usta!
Amaca giden yolda her şey mübah!
Elimizde ne varsa her şeyi kullanarak çullanalım üzerlerine!
Bir elimize Kuran alalım, ötekine bayrağımızı!
Dilimizde kalabalık kulakları okşayan parıltılı kelimeler...
"Türküm. Doğruyum. Çalışkanım. Yasam, küçüklerimi korumak..."
* * *
Bugün devam etmekte olan seçim kampanyasında da “eşitlik”, “mertlik” falan aramayın.
Şartlar o kadar adaletsiz ki!
Birinin yanında koruma-saldırma ordusu, ellerde kollarda her türlü teçhizat, ceplerden para taşıyor... Her şey ama her şey ona çalışıyor...
İktidar onların. Polis, asker, yargıç onların... Saraylar, uçaklar, paralar, açık ve örtülü ödenekler onların... Medya onların... (Misal, TRT 14 Mayıs-30 Mayıs tarihleri arasında Erdoğan'a yaklaşık 68 saat ayırırken İnce'ye 6 saat, 43 dakika, Akşener'e 12 dakika, Karamollaoğlu'na 8 dakika, Perinçek'e 2 dakika yer veriyor. Demirtaş'a ise hiç zaman vermiyor.)
Bütün bunları arkasına alan Erdoğan, ana rakip olarak gördüğü İnce’yi küçümsüyor, aşağılıyor, hakaretleriyle yıpratmaya çalışıyor (“Yalancı!”, “Senin fizik öğretmeni olman bu işleri halletmeye yetmez.”, “Gariban!”, “Sen yönetilensin, ben yöneten!” Şu son sözlerin yansıttığı kibir yere göğe sığmıyor.)
Hüküm giymediği halde 20 aydır hapiste tutulan cumhurbaşkanı adayı Demirtaş’ı meydanlarda “terörist” ilan ediyor. Onu, İnce’yi ve diğer muhalifleri “şer odağı” olarak niteliyor. Etik bir tarafa, bu işin neresi hukuka ve demokrasiye uygun?
Ve sonuçta bütün bu “kavga”, son derece adaletsiz bir ortamda, “orantısız güç kullanımı” şartlarında gerçekleşmiyor.
Mertlik bu mu? Delikanlılık bu mu?
Vaktiyle bizim Kozan’da öğrendiklerimiz, Kasımpaşa’daki çocuklar arasında geçerli değil miydi?
* * *
Ve düşünün, bu kadar eşitsiz ve adaletsiz şartlara rağmen, Erdoğan’ın istediği sonucu elde etmekte çok zorlandığı ortada.
Parlamentoda muhalefet çoğunluğu almaya yakın görünüyor. HDP’yi “baraj altına gömme” ve kolaylıkla 70-80 milletvekilini alma planını bozmaya niyetli olanlar her geçen gün artıyor: Sosyal demokratlardan dindarlara kadar...
Cumhurbaşkanlığı yarışı da “çantada keklik” değil. Şu ana kadar zaman, muhalefete yarıyor. Böyle giderse ve iktidar tabloyu değiştirecek sert bir hamle yap(a)mazsa, koltuk epeyce sallantıda...
Hem de bugünkü şartlarda, adaletsizlik ve eşitsizlik ortamında böyle...
Belki OHAL ve son seçim yasaları kalksa, yargısıyla, medyasıyla tüm kurumlar cumhurbaşkanı adaylarına eşit mesafede olsa, AKP ve lideri bugün aldığı desteğin yarısını alamayacak...
Gladyatör filminin sonunu hatırlıyor musunuz? İktidarı yalanla ve zorbalıkla işgal eden İmparator Commodus, rakibi General Maksimus’u kahraman yapmamak için gizlice öldürmeye yanaşmaz, onu Roma’daki büyük Colloseum Arenası’da, halkın önünde bir dövüşte haklamak ister. Ama önce gidip onu kalleşçe ağır yaralar, sonra zorla arenaya çıkarır. Buna rağmen Maksimus son nefesini vermeden önce rakibini öldürür ve imparatorluğun yönetimini değiştirir.
Tarih çok zengindir. Bir yandan adaletsizliklerle ve zulümlerle doludur. Diğer taraftan ise adaletsizliğe karşı verilen mücadelelerle ve kendini ebedi sanan acımasız iktidarların yenilgileriyle...
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
11.05.2025
10.05.2025
13.04.2025
29.03.2025
20.03.2025
6.03.2025
20.02.2025
13.02.2025
16.01.2025
9.01.2025