Hakan AKSAY
Ölüm, hayatımızın en güçlü ve şiddetli gerçeği. Bütün uzlaşmaların ve umutların bitiş noktası.
Sonrası meçhul bir karanlık olduğu için ölümün ardında bir şeyler bulunduğundan hiç kimse tam olarak emin değil. İnançlıların da ölüme bu kadar üzülmesinin nedeni burada gizli.
Üzüntü... Ölümün ürettiği en yaygın duygulardan biri.
Ne demeli? Ne şekilde düşünmeli? Nasıl kabul etmeli ölümü?
Bundan sonra söylenecek her cümle “büyük laf etmek” olur. Onun için kendi sözümle riske girmektense, Marcus Aurelius’un yazdığını aktarayım:
“Ölümü küçümseme, seve seve karşıla onu, çünkü o da doğanın istediği şeylerden biridir. Öyleyse us yürüten insana özgü olan; ölüm karşısında ne yüzeysel, ne düşman, ne öfkeli olmak, onu yaşamın doğal olgularından biri olarak beklemektir.” (Düşünceler, sf. 115)
Sana bunu söylemesi kolay be büyük imparator! Be ulu filozof! Ama ya dört yaşındaki çocuğun ölüm tehlikesine ne demeli? Ya da çocukların annelerinden ve babalarından önce ölmesine? Ya da... Ya da...
BAYRAMIN BİRİNCİ GÜNÜ:
Antalya’dan arife günü aldığımız haberler, sınıf arkadaşımız Hakan Tutgun’un yolun sonuna gelmiş olabileceğini düşündürüyordu. Yazık!..
Oysa onu ziyaret etmeyi çok istemiştim. Olmadı bir türlü. Şimdi yoğun bakımda onu göstermezler de.
Belki bir mucize olur. Ve sağlığı yeniden iyiye gider...
Dört-beş gün önce Antalya’ya gitme kararı almıştım. İki amacım vardı: Hakan’ı ve Öykü Arin’i ziyaret etmekti (4 yaşındaki Öykü Arin’i, onun ve ailesinin lösemiyle mücadelesini duymayan kimse kalmadı galiba; ben de onun hakkında yazı yazmış ve annesi Eylem’le canlı yayın yapmıştım).
Hakan yoğun bakıma düşünce Antalya’ya gitmekten vazgeçmiş, ama bunu Eylem’e söylememiştim.
Bayramın birinci günüydü. Sabah erkenden uyandığımda oraya gitmem gerektiğini hissettim. Hemen bir İstanbul-Antalya bileti alıp havaalanın yolunu tuttum.
Vardığımda ilk uğradığım yer Hakan’ın yattığı hastaneydi. Eşi fenalaşıp eve gitmişti. Yoğun bakımın hiç de yoğun olmayan koridorlarını tek başıma arşınladım durdum. Elbette yanına giremedim (çünkü yasalar ve kurallar sevgiyi, kaygıyı, dostluğu değil “kan bağı”nı temel alıyordu). Doktorla da görüşemedim. Hemşire bile yarım yamalak sözlerini hastane telefonundan telaffuz etti.
Ne kızdım, ne tartıştım. Bir süre orada kaldım. Hakan’a belki yalnızca birkaç metre mesafedeydim. Ama aramızda bir duvar ve asla açılmayan bir kapı vardı. Sonra içimden onunla vedalaşarak oradan ayrıldım.
Öykü Arin’i çok iyi buldum. Kanseri atlatma yolunda iyi bir mücadele veriyor. Onunla, annesiyle, babasıyla, yakınlarıyla sıcak bir görüşme yaptım. Mutlu oldum.
Ardından havaalanına ve oradan da İzmir’e geçtim.
İçimde iki umut vardı: Büyük olanı küçük kız içindi. Sınıf arkadaşım için de sanırım küçük bir umut duymaya hakkım vardı.
BAYRAMIN İKİNCİ GÜNÜ:
Gece vakti İzmir’e indikten bir saat sonra haber geldi. Hakan ölmüştü.
Üstelik ölümünü duyuran kendisiydi. WhatsApp grubunda onun telefonundan eşi yazmıştı o kısa cümleyi: “Hakan’ı kaybettik...”
Sonra bir sessizlik... Bir çaresizlik, bir yenilmişlik duygusu... Aylardır beslediğimiz umudun aniden ortadan kayboluvermesinin yarattığı soğuk boşluk...
Çok üzüldüm.
Neden? Neden üzüldüm diye düşündüm.
Ölüm, doğal ve kaçınılmaz değil mi? Kapıları teker teker çalarak ilerliyor işte. O halde?..
Peki, benim Hakan için bu kadar üzülmem şaşırtıcı değil miydi? Okul yıllarında da, son dönemde de benim en yakın arkadaşlarımdan değildi. Hatta bazen hayata çok farklı açılardan baktığımızı hissederdim.
Bu sorunun tam cevabını bilmiyorum. İşin bir bölümü, hepimizin gençlik yıllarıyla, sınıfımız ve anılarımızla kurduğu güçlü bağlarla ilişkili. İkinci ve daha gizemli olanı ise artık ölümün yaklaştığı yerlerde ve kişilere karşı eskisi gibi olmayı başaramam.
Ölümü ve gücünü merak ediyorum. Bunun için dün gasilhanede onu, morlaşarak küçülmüş yüzünü, biri çizgi halinde diğeri biraz daha açık kalmış gözlerini gören birkaç kişi arasında ben de vardım.
BAYRAMIN ÜÇÜNCÜ GÜNÜ:
Evet, dün İstanbul Karacaahmet’te cenaze günümüzdü. Sıcak ve ağır geçti. Bir cenazede genellikle neler oluyorsa onlar oldu.
Sonra oraya gelen yaklaşık 20 kişilik grubumuzun büyük bölümüyle bir yerde oturup sohbet ettik. Hayat ve ölüm hakkında. Ben sıranın kime gelmekte olduğunu sordum; kimse gönüllü olmadı, mizahi tahminler uçuştu havada, şakalaştık, gülüştük.
Aslında konunun önemli bir yanı da burada gizleniyordu belki. Biz her ölümde biraz da kendi ölümümüzü görüyoruz. Korkumuzun, üzüntümüzün, çaresizliğimizin bir bölümü burada yatıyor.
Üstelik bu kez ölen aramızdan biriydi.
Yaklaşık bir sene önce toplanarak “40 yıl sonra merhaba” demiştik birbirimize.
Bir de WhatsApp grubumuz var(dı) ki, pek çoğumuz başlangıçta “Yakında bu grup dağılır, her gün yüzlerce mesaj gönderilmesi zaten saman alevine benziyor” diye düşünüyordu.
Öyle olmadı.
Grup dağılmadı ve zayıflamadı.
Son altı ay içinde grupta en çok konuşulan konu, dün toprağa verdiğimiz arkadaşımızın hastalığı ve yaşam mücadelesiydi.
O, hastalık şokunu yaşadığı kısa bir süre dışında hemen her şeyini bizlerle paylaştı, bize yazdı.
Bu yaptığı (hemen her şeyi paylaşmak, sormak, açıklamak) doğru muydu yanlış mıydı? Kim bilebilir! Herkese göre değişir. Bir başkası yalnız ölmeyi tercih edebilir. O ise paylaşarak umudunu ve gücünü arttırmayı denedi.
Peki ya 40 yıl sonra insanların WhatsApp’ta birbirlerine bu kadar yoğun ilgi göstermesi neden sizce? Bu normal mi? Onca yıl geçti. Ve zaman, aslında bizi birbirimizden çok farklı yerlere götürdü.
Sanırım iki sorunun cevabı da “yalnızlık”tan geçiyor. Bunca iletişim, internet, kalabalıklar içinde milyonlarca insan yapayalnız...
BAYRAMIN DÖRDÜNCÜ GÜNÜ:
Ölümün soğumaya başladığı andan itibaren, insanlar her zaman yaptıkları gibi kendilerinin de bir gün öleceğini unutma moduna geçiyorlar. Bu durumda sarf edilen banal bir cümle var: “Hayat devam ediyor.”
Evet, hayat devam ediyor. WhatsApp grubumuz, en aktif üyesini kaybetmenin şaşkınlığıyla uyandı bugün. Ama eminim yakında atlatacak.
Bir süre sonra Hakan’sız toplanacağız ve onu birkaç cümleyle anacağız. Bir başka sınıf arkadaşımız olan Haluk Aydın’ın ölümünden sonra düzenlediğimiz yemeğin başında ben birkaç cümle etmeye çalışırken Hakan’ın “Ne o Aksay, öteki dünyayla da mı canlı bağlantı kuracaksın şimdi?” diye şaka yaptığını hatırlatacağım. Ve iki hafta önceki telefon görüşmemizde bana “Sonbaharda Antalya’da bir toplantı organize eder misin?” ricasını gerçekleştirememiş olmanın verdiği hüznü hissedeceğim.
Sonra belki başka kanser vakaları gelecek gündemimize. Birileri daha ayrılacak aramızdan. Eksilmeyi sürdüreceğiz.
Kendi aramızda belli belirsiz fikir ayrılıkları olacak. Ölüm sırasında öne geçene moral vermek için yemin billah kurtulacağını telkin edeceğiz. Belki ben kırıp kızdırmaktan korkarak birkaç film ve kitap önerisiyle ölüme hazırlık ve kalan zamanı özgürce değerlendirme mesajı vermeye çabalayacağım beceriksizce.
Ve devam edecek hayat. Ölümler de devam edecek. Hem de öyle bayram seyran dinlemeden...
Yazarlar
-
Bekir AĞIRDIR'Yeni Türkiye'de umudu yalnızca 51 kişilik komisyona bırakmalı mıyız? 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA15 Ağustos Toplumsal Devrime Giden Yol... 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURÜzgünüm, kimse Türkiye’yi bölmek istemiyor 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKOMÜNİST BİR YAZAR VE“İKİ KADIN İKİ AŞK…” 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNZengezur’a Trump kaması: Kime niyet kime kısmet? 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan Özkanİsrail ordusu, Gazze’de ekilebilir arazileri de sıfırlıyor 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUÇevremiz çok bilinmeyenli bir denklem gibi, yoksa bilinebilir mi? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYargı niye böyle? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
17.07.2025
26.06.2025
22.06.2025
11.05.2025
10.05.2025
13.04.2025
29.03.2025
20.03.2025
6.03.2025
20.02.2025