Mümtazer TÜRKÖNE
Dudaklardan dökülen sözleri değil, beynin geri tarafında dolaşan tilkilerin kuyruklarının çarpışma seslerini duymaya çalışanlar meseleye tersten bakarak gerçeği yakalayabilir.
Hayal edin:
Hafazanallah Kürt seperatizmi ayaklanmış, terör azgınlaşmış, kan gövdeyi götürürken ülkeyi yönetiyorsunuz. Elinizde biriken gücü, artan yetkilerinizi ve pervasız iktidarınızı tasavvur edin. Size muhalefet edenleri, iktidarınıza rakip çıkanları ayrık otu gibi kökünden söküp ayıklıyorsunuz. Teröre lanet okuyan milli birlik ve dayanışma nutukları arasında, herkesi susturuyor ve her konuda tek söz sahibi sıfatıyla saltanat sürüyorsunuz. Başınız sıkıştıkça, ayağınız kaydıkça bütün suçu düşmanlarınıza yüklüyor, kuş gibi hafif semada süzülüyorsunuz.
Bir de herkese ayrı ayrı laf anlatmaya mecbur olduğunuz demokratik-çoğulcu ortamlara mahkûm olduğunuzu düşünün. Barış ve refah içinde serveti adil bir şekilde dağıtmak, altta canı çıkan yoksulun sesini kısmak, üzerine kurulduğunuz koltuğa göz dikenleri yere sermek ne kadar zor olurdu değil mi?
Ya bir de barışı tesis edip kalıcı hale getirmeniz bekleniyorsa? Çıkın bakalım işin içinden.
Kimse çıkamaz. Sapla saman birbirine karışır. Çok fazla aktörün-faktörün dahil olduğu bu denklemde, güç ve ikbal peşinde olanlar kendilerini sağlama alacak formüllerin peşine düşer.
“Toplumsal Rıza”
Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş, Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu ile kendisine tevdi edilen görevi “toplumsal rıza” üretimi ve “toplumsal desteğin arttırılması” olarak tanımlıyor. Toplumun rızası “meşruiyet” demektir. Kural dışına çıkan iktidar, meşruiyet açığını toplumun rızasını çoğaltarak kapatmaya çalışır. Algı oluşturmak olarak tarif edilen bu işe Soğuk Savaş döneminde psikolojik savaş adı veriliyordu, bugün “kamu diplomasisi” diye daha incelmiş bir tabir kullanılıyor. Kısaca Meclis Başkanı, Komisyon’un algı operasyonunun zemini veya aracı olduğunu söylemiş oluyor ve görev tanımını bu şekilde sınırlamış oluyor.
Bu sınırlama aynı zamanda arka planda asıl meselenin bir “Devlet Projesi” olarak tasarlandığını ve yürütüldüğünü haber veriyor. Devlet kendi âlî menfaatleri faslında, fırsatları ve şartları dikkate alarak bir strateji belirlemiş ve uygulamaya geçmiş. Meclis Komisyonu da bu stratejinin algı operasyonu ayaklarından biri olarak tasarlanmış. Öcalan’ın talebinin eseri olması, üzerindeki “görüldü” damgasını değiştirmiyor.
Kendi iç tutarlılığı ve bütünlüğü içinde bu fırsat Suriye’de yakalanmış. Büyük güçlerle uzlaşarak yeni bir bölgesel mimari projesinin uygulamasına geçilmiş. Bu projenin hareket noktası Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile Kürtlerin uzlaşmasına, barışın ötesinde birlikte yol yürüyecekleri bir ittifaka dayanıyor. Kürtlerin güvenlik ve refah arayışına, Türkiye’nin bölgesel hesaplarına uyan bir çözüm bu. Sağlam ve gerçekçi bir formüle dayanıyor.
Kimler farkında?
Devletin güvenlik ve istihbarat birimlerinde, diplomasi masalarında edinilen bilgilerin sağladığı vizyonla bakarsanız, bu formülün bir devlet projesi olarak uygulanması son derece tutarlı ve mantıklı. Demek ki farkında olan çok kişi var.
Projenin siyasî alanda sahibi ve yürütücüsü Devlet Bahçeli oldu. Abdullah Öcalan, Bahçeli’den gelen daveti doğru anladı ve karşılık verdi. Öcalan da Kürt kamuoyunu ve bilhassa örgütünü ikna etti. Demek ki Devlet Projesi, Devlet Bahçeli’nin ve Öcalan’ın yönetiminde uyum içinde yürütülüyor.
Gözden kaçan önemli bir ayrıntının altını çizelim. Bu proje Türklerle Kürtler arasında değil, Devlet ile Kürtler arasında yürüyor. “Türk” diye bir aktör devrede değil, sadece Meclis Komisyonu’nun rızasına başvurduğu pasif bir muhatap. Proje devlet damgası taşıyorsa, Türkler hangi gerekçe ile itiraz edecek?
Peki sıkıntı nerede?
Sıkıntı, bu projenin, bazılarının işine gelmemesinde.
Teknik olarak bu projenin yürümesi için Öcalan’ın sahada olması lâzım. Tavrını bu proje ile uyumlu açıkça ilan eden Öcalan’a getirilecek kısıtlamaların tamamı, bu projeye takoz koyanların eseri olacaktır. Öcalan’ın önü açılmalı ki proje yürüsün.
Tuncer Bakırhan, Öcalan’a yeniden görüş yasağı getirildiği imasında bulunmuştu. Ahlat’ta Erdoğan ile Bahçeli görüşmesi sonrasında İmralı feribotunun yeniden yola koyulacağının açıklanması, sizce bu tabloda nereye oturuyor?
Kürtler ve Araplar:
Hamaset kokan nutuklara birden Arapların dahil edilmesi hayra alamet değil. Türkiye Çözüm Süreci’nde Araplarla arasında olmayan bir problemi çözmüyor, muhatap sadece Kürtler. Üstelik, Arapları durduk yere devreye sokmak Kürtlerle devlet arasındaki uyumu da sakatlıyor.
Suriye Kürtlerini, yani SDG’yi Şam’la uzlaşma üzerinden Türkiye’ye dolambaçlı yoldan bağlamak da sorunlu. Suriye’nin etnik-mezhebî sosyolojisine aykırı bu zorlama, ipleri koparmaktan başka bir işe yaramaz.
İşte bu yüzden Erdoğan’ın Ahlat’ta, Malazgirt törenlerinde Suriye Kürtleri’ni “kılıç kınından çıkarsa kaleme ve kelama yer kalmaz” diyerek tehdit etmesini, mutantan bir şekilde yürüyen Devlet Projesi içinde tutarlı bir yere yerleştirmek çok zor. Hamaset kural olarak asıl niyeti saklamak için devreye girer. Acaba asıl niyet ne olabilir?
Suriye Kürtlerinin yönünü Ankara’ya dönmesini istemek, bir nebze retorikle açıklanabilir. Peki Şam’ın kıble olarak gösterilmesi ne anlama geliyor?
Bana sorarsanız Suriye Kürtlerinin yönünü döneceği iki kıble var. Birincisi Diyarbakır, kültürün ve kimliğin yuvası, ikincisi de refahın köprüsü olarak İstanbul. Öcalan’ın kapsamlı bir şekilde farkettiği, Kürt aydınlarının bir kısmının da derinden sezdiği üzere bütün Kürtlerin güvenliği ve geleceği için Türkiye dışında bir melceleri yok. Türkiye’nin bölge Kürtlerine yönelik şu son Devlet Projesi’nin dayanağı da bu yalın gerçek.
Türkiye’nin Suriye politikası, Şam üzerinden Kürtleri kontrol altına almak değil, Kürtler üzerinden bölgede barışı tesis etmek olmalı. Gerçekçi olan politika bu.
Bu ana strateji Devlet Projesi içinde mevcut, ancak çoğu kimse durumun farkında değil. Şam üzerinden Kürtleri kontrol altına alma projesi, gerçekte bilerek veya bilmeyerek Çözüm Süreci’ni baltalama teşebbüsüne dönüşür.
Meclis Komisyonu’nun ikna etmeye çalıştığı Türk Kamuoyu artık uyanmalı. “Nasıl olsa devlet bu işlere vaziyet ediyor” konforu, sürecin yürümesine engel oluyor. Türkler arasında gerçekçi, tutarlı ve kararlı bir duruş ve muhataplar gerekiyor.
Yazarlar
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Önerisiz veya bizzat öneriyle eleştiri” 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları




































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
11.11.2025
8.11.2025
7.11.2025
3.11.2025
1.11.2025
29.10.2025
26.10.2025
21.10.2025
19.10.2025
16.10.2025