Murat Sevinç

Türkiye hiç bu kadar muhalefetsiz kalmamıştı!
17.01.2025
122

‘Muhalefete muhalefet etmek‘ gibi, biraz çekingen dille ‘yandaşlık’ talep eden bir eleştiri-serzeniş cümlesi peydah oldu nicedir. Bu görüş sahipleri için bir parti, ancak iktidardaysa yönetiyorsa iktidardır. İktidar olmayı, yönetim gücünü ele geçirmekle özdeşleştiren bir yaklaşım. Oysa muhalefet de bir iktidar sahasıdır, orada da siyasi güç/kudret bulunur; muhalefeti temsil etmenin, milyonlarca insanın sesi olmanın, azımsanmayacak bir maddi kaynağa hükmetmenin ve iktidara aday olmanın sağladığı iktidar. O muhalefet, parlamentoda yer alabilmiş bir muhalefetse etkisi artar.

Günümüz demokratik sistemlerinde, demokrasi için hayati ayrım iktidar ile muhalefet arasındaki ayrımdır. Güçler ayrılığı kuramı, bugün artık 17.-18. yüzyıllardaki anlamına sahip değil. Partilerin var olmadığı, işçi sınıfının henüz doğmadığı ya da tohum olduğu, dolayısıyla toplumsal örgütlenme biçimlerinin bugünkü zenginliğe sahip olmadığı devirlerin hâkim ve işlevsel kuramıdır klasik güçler ayrılığı. Parlamenter sistemde meclis çoğunluğunu bir parti ele geçirdiyse başkanlık sisteminde başkan ve meclis çoğunluğu aynı siyasi eğilime sahipse yasama ile yürütme arasındaki ayrımlar, anlamını büyük ölçüde kaybediyor ve gerek bağımsız yargı gerek güçlü muhalefet daha da önemli hale geliyor. Bugün pek çok ülkede ve Türkiye’de olduğu gibi

Muhalefete en büyük değeri veren ve onu ‘resmen’ (yasayla) muhalefet yapmakla mükellef tutan İngilizlerin ‘gölge kabinesi’, bu bakımdan en manidar örnektir. Demokrasinin ve parlamenter sistemin mucidi İngilizler, o demokrasiyi korumak için en ‘güvenceli muhalefet’i de yarattı ve muhalefet yapmayı bir zorunluluk haline getirdi.

Türkiye’de yürürlükteki sistemin mantığı ve yönetimin zihniyeti, seçim sonuçlarıyla birleşince, artık kurumsal bir güçler ayrılığından söz etmek imkansızlaştı. Hal böyleyken, toplumsal ve kurumsal muhalefet demokrasinin tıknefes de olsa yaşaması için en değerli olgular durumunda. Ve ne yazık ki Türkiye, çok partili yaşamda hiç bu ölçüde muhalefetsiz kalmamıştı. Oysa 12 Eylül’den kısa bir süre sonra dahi muhalefet filizlenmiş, DYP ve SHP 1986 ara seçiminde varlık gösterebilmiş, yasaklı siyasetçiler 1987 halkoylamasında kıl payı ‘Evet’ çıkmasıyla yasaklılıktan kurtulup dönebilmişti.

Bugün muhalefetin dağınıklığı konusunda herkes çokça gerekçe bulabilir ve muhtemelen çoğu birbirini tekrar eder. Görünmeyen, anlaşılmayan, gizemli bir şeyler yok ortada. Bir parti, Cumhuriyet tarihinin çeyreğinde ülkeyi tek başına yönettiyse bunu tek başına değil, muhalefetin yardımıyla, desteğiyle yapabildi. AKP, kurumsal muhalefetin kumaşı sayesinde AKP olabildi.

Muhalefetten kastım, büyük ölçüde ana muhalefet partisi. 2002’den itibaren Meclis’teki varlığını ‘ikinci parti’ sıfatıyla sürdüren, iki kez genel başkan değiştiren ve son seçimden birinci parti olarak çıkan CHP…

Diğerleri değişti, dönüştü, son olarak ‘Altılı Masa’ adıyla bir şeyler denendi ve sonu hüsranla bitti. O partiler içinde biraz pazusu olan İYİ Parti’ydi, o da dağılma ve cumhur ittifakı için Meclis’te yeni ‘sandalyeler’ tedarik etme sürecinde görünüyor. Diğer sağ partilerin (belki Erbakan’ın oğlu dışında) pek dikkate alınacak bir tarafı yok.

Masanın ‘kenarındaki’ DEM Parti’nin durumu ise malum, şu sıralar kendi belediyesine atanan kayyıma dahi fazlaca tepki gösterecek hali yok ve bana kalırsa ne yaşandığını onlar da tam manasıyla kavrayabilmiş değil.

Geriye CHP kalıyor. Seçmendeki duyarsızlığın, bezginliğin ve muhalefetsizlik duygusunun başlıca sorumlusu. Göz önündeki –ve cezaevinde olmayan- siyasi figürler içinde, gelecek için umut ve heyecan veren bir kişi var, İmamoğlu; onun da tepesinde yargı kılıcı sallanıyor. Özgür Özel, evet, Kılıçdaroğlu karşısında kazanarak büyük sevaba girdi ve CHP bu sayede yerel seçimde başarılı oldu, ancak sonraki performansı ne yazık ki hayal kırıklığı yarattı. Hiçbir plana programa dayanmayan, başı sonu belirsiz bir ‘normalleşme’ sloganıyla iktidara ihtiyaç duyduğu zamanı tanıdı ve kabul etmek gerekir, başardı!

Önceki bir yazıda, Özel’in TBMM’deki tutumunu eleştirirken “Bu kadar mı ayrı dünyaların insanlarıyız hakikaten” diye sormuştum. Sorunun yanıtı belli, ayrı dünyaların insanıyız.

Muhalefetteki siyasetçi de eninde sonunda siyasetçi ve halkın geri kalanının ne yaşadığını, ne çektiğini tam anlamıyla kavramakta zorlanıyor. Ya da daha vahimi, çoğu siyasetçi buna aldırış etmiyor. Asıl derdi bir kez daha seçilmek olan çok sayıda vekil var ve bu kutlu yolda parti adını vs. umursamadıkları, deneyimle sabit. Mesele sadece niyette değil, bizde ortalama siyasetçinin çapı bu, dert sahibi pek az siyasetçi var.

Ancak olup biteni ve muhalefetsizlik halini yalnızca vekillerin kişiliğiyle, üslubuyla vs. açıklamak da doğru değil. Halihazırdaki muhalefet ‘anayasızlaştırma’ devrinin muhalefeti. Ne devlet çeyrek yüzyıl öncesinin devleti, ne siyaset.

Kuralları belirlenmiş, oynanan sahanın sınırları çizilmiş bir faaliyet değil bugünün Türkiye siyaseti. Anayasal devlet, hatta en katır kutur haliyle ‘kanun devleti’ olmak, bu yüzden önemliydi. Asgari kural ve ilkeler dahi gözden düşünce, kabul etmek gerekir, muhalefetin işi de zorlaşıyor; hem toplumsal hem kurumsal muhalefetin.

Günümüz muhalefeti, iktidarın uymak zorunda hissetmediği bir ‘mevzuat düzeni’ içinde, o mevzuata uyarak siyaset yapmak zorunda. Türkçesi; size hakaret edilebilir, kayyım atanabilir, seçim iptal edilebilir, ‘Gözünün üstünde kaşın var’ diye soruşturma açılabilir; ancak siz sıradan bir eleştiri dahi yöneltirseniz sonunda siyaset yasağı öngörülen bir soruşturma sopasıyla yüz yüze kalırsınız. Bu, demokrasiyle ‘iltisak’ı olmayan bir düzey ve muhalefetin açmazı, söz konusu düzey karşısındaki dirençsizliğini çoktan göstermiş olması. Artık, ‘Dünyayı dar ederiz’ nevi külhanbeyliğinin ciddiye alınır bir yanı olmadığını, iktidar da muhalif seçmen de biliyor.

Elbette yeni kayyımlar da atanır, elbette akla zarar soruşturmalar da açılır… Tâ ki muhalefet, olağanüstü koşullarda olağan dönem siyasetinin (komisyon sohbetleri, muhtelif soru önergeleri, genel kurulda ağız dalaşları vs.) anlamlı bir sonuç üretmeyeceğini kabul edene dek. Az katılımlı miting, açılıp kapanmayan ışıklar, gösterilmeyecek kırmızı kartlar… Bunlar olsa olsa muhalefetin yokluğunu, çaresizliğini gösteren eylemler ve muhalif seçmeni biraz daha umutsuzluğa sevk etmek dışında bir sonucu yok.

Partiler, yıllar boyu sergilediği tutumla ‘toplumsal’ muhalefetin heyecanını söndürdü, üzerine, 2023 seçimlerinde yaşananlar ve büyük moral bozukluğu… Yerel seçimle biraz heyecan yaratınca herhalde ‘Ne olur ne olmaz’ diyerek o duyguyu da bitirmek üzere icat edilen ‘normalleşme’ garipliği başladı… Gelinen yerde, ‘kırmızı kart’ı eleştirenleri anlamamakta ısrar eden, mitinglere gelmeyen yurttaşı hayretle karşılayan bir muhalefetimiz var.

İktidarın, şu ânâ dek uyguladığı siyaseti terk etmesi için bir neden geliyor mu aklınıza? Haftaya bir belediyeye kayyım atansa, sonra diğerine, ardından İBB’ye? Ne olur? Dünyayı dar mı eder CHP? Nasıl? İlk bayramda edeceği telefonda hafif bir serzenişte bulunarak mı? Ama o zaman bir büyüğüne saygısızlık etmiş olmaz mı, Özel?

Kitap önerisi: Oya Baydar’ın son eseri (Can, 2024) Hatırlamanın ve Unutuşun Kitabı. İnsanı yalnızca romanın hikâyesi ve karakterleri değil, kendi yaşamı üzerine de düşünmeye sevk eden bir roman. Yol boyunca unuttuklarımız ve hatırladıklarımız nedir, hatırladıklarımız hakikaten yaşadığımız mı, neyi ne kadar eksik ya da fazla hatırlıyoruz…

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar